Sağlık Bakanlığı’nın, biz doğru veya yanlış bulalım, bir politika güttüğü ve kendi açısından bunları iyi niyet çerçevesinde gerçekleştirdiği açık.
Bakanlık belki tam gün yasası ile tüm doktorları bir kümese toplamayı ve onlara her 6-7 dakikada bir hasta baktırarak sağlık hizmeti sunuyor görünmeyi, halka da “bakın, sizin için nasıl da hepsini hizaya soktum, gördünüz mü?. Helal olsun bana di mi?” demeyi bir strateji olarak belirleme hakkına sahip olabilir, ama bunu biz de benimsemek ve bu sistemin parçası olmak zorunda değiliz. Bakanlığın hesapsız ve alt yapısız açılımlarının doğurduğu kaosu yamamak zorunda değiliz. Bakanlığa yardımcı olmak zorunda değiliz. Tam gün yasasının başarıyla yürümesi konusunda bakanlığa destek olmak gibi bir görevimiz yok. Hakim, savcı ve askerler her zaman kayırılırken, bir doktorun 1400-1500 lira maaşa ve emekliliğe yansımayan, akıbeti belirsiz ve “yangında ilk budanacaklar” listesinde yer alan bir 2000-2500 liralık performansa eyvallah diyebilmesini ben şahsen vatanperverlik değil, burnunun ucunu dahi göremeyen ve her şeye müstehak bir saflık örneği olarak değerlendiriyorum.
Bizim açımızdan şu noktalar önemli:
• Görülebilir ufukta Türkiye ekonomisinin daha iyi olmasına ve SUT bedellerinde de genel bir düzelme olacağına inanmak için hiçbir sebep yoktur. Şimdiye kadarki seyre bakarsak, 2010’daki SUT ve BUT’un paket bedelleri açısından şimdikinden de kötü olacak olması ve paket bedellerinin değil paket kapsamının artması en kuvvetli olasılıklardır. Zira ekonominin bu yükü daha fazla taşıması mümkün değil. IMF’nin göz diktiği en önemli kalem de sağlık harcamaları, bunu unutmayın.
• Daha da azalacak olan paket bedelleri, medula kısıtlamaları ve aile hekimliğine geçen illerdeki sevk mekanizması nedeniyle, kamu hekimlerinin performans ücretleri iyice düşecektir. Tam gün yasası da hekimleri iyice bunaltacaktır. Tam gün yasası nedeniyle muayenehanelerini kapattıkları ve özel hastane kadroları da sınırlandığından gidecek yer bulamayacakları için, doktorların pazarlık güçleri ellerinden tamamen alınmış olacaktır. Hekimlerin Deli Dumrul genelgelerine itiraz edebilecek hiçbir güçlerinin bırakılmaması amaçlanmakta, ancak saf bazı meslektaşlar hala “Özlük haklarımız düzeltilirse tam gün yasasını destekleyelim” şeklinde bir rüya görmeye devam etmekteler. Buna TTB de dahil. Mümkün olamayacağını çok iyi bildikleri halde yine de “Özlük haklarımız düzeltilirse okey” deyip daha en baştan açık çek vermekle, bu konuda en büyük sorumluluğu TTB sırtlamıştır, kim ne derse desin.
• Kamudaki kadar ciddi boyutta olmasa da, SGK anlaşmalı özellerdeki hekimler de düşen paket ücret bedellerinden nasiplerini alacaklardır.
• Belki her hekimin değil ama kalifiye ve iyi yetişmiş hekimlerin artık SGK anlaşmalı bir merkezde çalışmaktansa, makul muayene ücretleri üzerinden kendi başına çalışmasının daha ehven olacağı, karneye ilaç yaz(dır)abilmek için de SGK anlaşmalı merkezlerle gayrıresmi anlaşmalar yapacağı bir noktaya gelinmiştir veya gelinmek üzeredir. Zira özel hastanelere zaten fark+katkı payı diye ödenen 30-40 TL kadar düşük muayene ücretiyle, her hastaya 20 dakika ayırarak ve bu paraya her şey dahil bile çalışsa, muayenehanesinde bu paranın tamamını alacak olan doktor yine bolca kazançtadır. Ne sağlık ocağında sıra numarası almak, ne de artık eskisi gibi Özel (Devletleşmiş) Hastanelere gitmek istemeyen çok büyük bir hasta kitlesi doğuyor çünkü.
• Kalifiye eleman ve kaynak sıkıntısı, vb mazeretlerle şehir merkezindeki büyük devlet hastanesi arsalarının veya işletmelerinin devir veya satış işlemlerinin ardından, bu devlet hastaneleri şehir merkezinden uzak bölgelere taşınarak birleştirilecek ve dev kampüs hastaneler kurulacaktır. Şehir merkezlerinde ise sadece aile hekimleri, sağlık ocakları ve birkaç muayenehane ile “Hospital” zincirleri faaliyet gösterecektir.
• Sonunda da, özel hastane esnekliğine sahip olmadığı için kaynak ve eleman sıkıntısı çeken ve zarardan çıkamayan pek çok kampus hastane özelleştirilecektir. Haydi, iyimser düşünüp esas amaçlananın bu olmadığını farz edelim. Ama bu kendiliğinden olacaktır! Kaçınılmazdır. Bunu bir kenara yazın..
Gelelim doktorlara.. İki yol var önümüzde:
1) Birinci yol; etimizi, sütümüzü, iliğimizi emip sonunda bizi fırlatıp atacak olan yukarıdaki sistemin isimsiz bir öznesi olmak. Popülist gözlükle ve hep oy hesabına göre orasından burasından çekiştirilen bir sistemde, ismi ve hatta insan olduğu bile hatırlanmadan, bir yama-takoz olarak kullanılmak. Yani; işe sabah saat kaçta geldin ve akşam kaçta çıktın imzası atmak..Dişe dokunur bir döner ücreti için her biri 6-7 dakikadan günde 70-80 hasta bakmak zorunda olmak ve kimseyi memnun edememek..Nöbetler ve geçici görevler… Uzmanı olmadığınız branşta mecburi nöbet tutmak..Sağlık kurullarına çağrılmak..Hakaret edilmek.. Hasta hakları gereğince şikayet edilmek ve savunma vermek..Müfettiş hazretlerinin huzurlarına çağrılmak..Düşen performans ücretleri. Hiçbir isteğinizi yaptıramamak.. İhale komisyonlarına katılmak..Az bulunan veya eğitim veren bölümlerin doktoruna daha fazla performans puanı verilmesine ses çıkaramamak..Her gün yeni talimatları okuyup yanına okudum diye imza atmak..Ve tüm bunları temizliğe giden gündelikçi kadınlarla aynı aylık gelir için yapmak. Bunların hepsini ben senelerce yaşadım.
2) İkinci yol; üstteki sistemden çıkmak. Bunu derken devletten ayrılıp özel hastaneye girmekten bahsetmiyorum. Belki özelde devlete göre şimdilik nispeten daha iyi konumda olunabilir. Ama bu avantaj hızla bozulacak. Fakat bu bozulma kamu doktorluğunun şartlarının düzelmesiyle değil, her ikisinin de sefalette eşitlenmesi yoluyla olacak.
Sevgili Meslektaşlar, SGK’sız ve müstakil çalışmamızın en uygun yol olacağı günler kapıda. Korkmayın, sadece safınızı belirleyin. “5 dakkada Beşiktaş anlayışıyla ve sadece yüksek performans yapma dürtüsü ile günde 100-150 hasta bakmak, yine de iki yakanızı biraraya getirememek ve kimseyi memnun edememek mi, yoksa ofisinizde her hastaya 20 dakika ayırarak 30-35 liradan (veya size ve hasta kitlenize göre makul rakam her ne ise) günde 20-25 hasta bakıp insani şartlarda bir hayat sürmek ve insanları memnun edebilmek mi?
Eninde sonunda bu noktaya geleceğiz. Sırtını SGK’ya dayayan sağlık sistemi sadece hasta sayısını artırmaya kilitlenmiş ve doyuruculuğu çoook çok gerilere atmış bir durumda. Kamuda akıllı hastaneler ve bazı yerlerde robotik cerrahi, vs majör ameliyatlar bile yapılıyor olabilir, ama bunlar poliklinik bazındaki rezaleti kurtarmaya yetmiyor, ufukta da imkansız görünüyor. Poliklinik kalitesi bakımından kamu hastaneciliği çökmüş durumda. Hastalar 7-8 dakikada dertlerini bile anlatamadıkları için öfkeden burunlarından soluyor, SGK anlaşmalı özel hastanecilik de bu bakımdan çöküşe gidiyor. Şimdi hastalara bir de, “git, önce aile hekiminin huzurlarına teşrif et, hazret eğer münasip görürse sevk verecek” demeye başlanacak. Doktor olarak biz bu sistemi çözmekle uğraşmayalım, bozukluğu kendisiyle başbaşa bırakalım ve kendi işimize bakalım.
Çok yakın bir gelecekte, kaliteli bir poliklinik hizmeti için meydanda ya en az 100-150 lira muayene ücreti alan SGK anlaşmasız A grubu özel hastaneler veya onlara göre daha makul muayene ücretleriyle çalışan ve rekabet şansı çok daha yüksek olan müstakil hekim ofisleri kalacak. Hastadan 100-150 lira alan bir özel hastanede çalışıp bunun içinden 30 lira almaktansa, bu 30-40 lirayı kendi ofisimde alırım daha iyi. Hem hasta memnun olur, hem hekim. Planladığınız tedaviyi karneye yaz(dır)mayı hiç dert etmeyin, dünyanın en kolay işi. SGK anlaşması, tıp-dal merkezi ruhsatı, fark ücreti limiti yüzde şu muydu yoksa bu muydu gibi boş işlerle de uğraşmayın. Böyle garip ruhsatlara abuk sabuk paralar dökmeye filan da kalkmayın. Alacağınız yer-ruhsat elinizde patlar.
Sağlık Bakanlığı’nın veya özelleştirmeler sonrasında “Hospital” patronlarının karşısında iş dilenecek ve el pençe divan duracağımız biri olarak değil, kendimizi ortaya koyacağımız bir çalışma şekli içinde olmalıyız. Unutmayın; hastane, sistem veya işletme hiyerarşisi değil, biz önemliyiz. Sağlık sisteminin hiyerarşisinde kazanç hususundaki en üst nokta işletmecilere değil bize ait olmalıdır. SB’nın yapmaya ve tam gün yasasıyla takviye etmeye çalıştığı şey ise bunun tam tersidir, yani bizleri tüm kartları elinden alınmış ve her şeye razı bir köle haline getirmek. Kendi başımıza çalışmaktan korkmamalıyız. Kendi başımıza çalışıp kazanmamız, bu sistemleri kurgulayanların en korktuğu şeydir. Önümüzü kesmek için her şey yapılıyor, ama kulak asmayalım. Sisteme bağımlı olmayalım, tam aksine sistemi kendimize (doktora) bağımlı hale getirelim. Doktorluk nalburluk gibi bir malı herkesin aynı şekilde sattığı bir iş değildir, derin bir iletişim gerektirir. İşini iyi yapana her zaman iş var.
Sağlık hiyerarşisinin tepesinde olması, kuralları koyması ve esas kazanan olması gereken taraf bizleriz, işletmeciler değil. Kırk yamalı bohçanın isimsiz bir yaması şeklindeki bir Doktor Hanım veya Doktor Bey olmayalım. Dr. Ahmet olalım, Mehmet olalım, Zeynep veya Sema olalım, kendimiz olalım.
Dr. C.T, İstanbul