TBMM Genel Kurulu'nda, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nda değişiklik öngören tasarının görüşmelerine başlandı. TÜSİAD, tasarıyla ilgili kaygılarını açıkladı.
Tasarıda, halen çalışmakta olan kamu görevlilerinin ve emeklilerinin kapsam dışı tutulmasının, mali dengelerde beklenen iyileşmeyi biraz daha öteleyeceği kaydedildi.
TÜSİAD'tan, bugün TBMM Genel Kurul gündemine gelen Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'nda Değişiklik Tasarısı hakkında yapılan yazılı açıklamada, sosyal güvenlik sisteminin, derin finansman sorunlarıyla, Türkiye'nin temel yapısal reform gerçekleştirmesi gereken alanlardan biri olduğu belirtildi.
Temel kaygılar...
Açıklamada tasarının emeklilik sistemi açısından değerlendirmesine de yer verildi ve tasarının, sosyal güvenlik sisteminin 'yaş, aylık bağlama oranı ve aylıkların artışı' gibi temel parametreleri bakımından olumlu olduğu belirtildi.
Açıklama şöyle:
"Ancak, halen çalışmakta olan kamu görevlilerinin ve emeklilerinin kapsam dışı tutulması, öngörülen norm ve standart birliğini, yönetim etkinliğini ve mali dengelerde beklenen iyileşmeyi biraz daha öteleyecektir.
Diğer yandan, SSK mensupları için prim ödeme gün sayısının kademeli olarak 9 bin yerine 7 bin 200'de abitlenmesinin aktüeryal açıdan sakınca doğurmaması için, emeklilik yaşının kademeli olarak 65'e yükseltilmesi maddesinin muhafaza edilmesi önemlidir.
Sosyal Güvenlik Reformu, istihdam üzerindeki yükleri hafifletme ve kayıtdışılık ile mücadele politikasıyla desteklenmelidir. Bu çerçevede, hükümetin üzerinde çalıştığı 'istihdam paketi'nin, işgücü üzerindeki prim, vergi vb. mali ve idari yükleri hafifletecek ve kayıtlı çalışmayı teşvik edecek şekilde bir an önce gündeme getirilmesi gereklidir."
Sosyal Güvenlik Reformu'nda bundan sonraki adımın 1990'lı yılların ortalarından itibaren gelişen uluslararası örneklerden hareketle Türkiye'de de çeşitli araştırmalara konu edildiği gibi, 'çok ayaklı' bir yapıya geçilmesi olduğu vurgulandı:
"Mevcut 'dağıtım esaslı' sistemin daha düşük prim oranları ile daraltılması (1'inci ayak); bunun üstünde 'zorunlu bireysel hesaplara' dayanan emeklilik kurumlarının yer alması (2'nci ayak) ve halen mevcut olan 'gönüllülük esaslı bireysel emeklilik kurumları' (3'üncü ayak) ile sistemin tamamlanması üzerinde çalışılmalıdır.
Böyle bir model, hem köklü bir sosyal güvenlik reformu anlamına gelecek, hem de istihdam üzerindeki prim yüklerinin hafifletilmesi yaklaşımı ile uyumlu olacaktır. Aynı zamanda, bireysel hesaplarda biriken tasarrufların sermaye piyasalarının gelişip derinleşmesine yol açması, primlerdeki düşüşün kayıtlı çalışmayı teşvik etmesi gibi olumlu ekonomik etkiler yaratılacaktır."
"Sağlıktaki finansman açığı da mercek altında tutulmalı"
Açıklamada genel sağlık sigortası sistemine ilişkin olarak da, emeklilikteki finansman açığı kadar, sağlıktaki finansman açığının da mercek altında tutulması ve bu harcamaları kontrol edecek gerekli düzenlemelerin yapılması, sürekli takip edilecek bir gündem maddesi olması gerektiğine işaret edildi.
Sağlık hizmetinin finansmanının sağlanmasında hizmeti sunan kurumun değil, hizmeti talep eden ve prim ödeyen sigortalının esas alınması gerektiği belirtilerek, "Sosyal Güvenlik Kurumu ile sözleşme yapmamış sağlık kurumlarından hizmet alınması durumunda, acil haller dışında sigortalıya ödeme yapılmaması kuralı, yüzde 12,5 oranında zorunlu sağlık primi ödeyen sigortalıların haklarını sınırlayıcı olacaktır. Bu hallerde, 5510 sayılı Kanun'da olduğu gibi, sözleşmesiz sağlık hizmeti sunucusundan alınan hizmetin yüzde 70'i oranında sigortalıya geri ödeme yapılabilmesi sağlanmalıdır" denildi.
Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonu'nca belirlenen sağlık hizmetleri bedelinin üzerinde ilave ücret alınması ile ilgili kuralların, 5510 sayılı Kanun'da olduğu gibi, kamu ve özel ayrımı yapılmaksızın sağlık kurumları arasında eşit uygulanması gerektiği belirtilen açıklamada, şu görüşlere yer verildi:
"Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonu'nun tüm sağlık hizmetlerinin Sosyal Güvenlik Kurumu'nca ödenecek bedellerinin tavanını belirlemesi, uygulamada giderek, sağlık hizmeti sunucularının hizmet satış fiyatlarını belirleyici hale gelecektir.
Tavanı aşan hizmet fiyatları söz konusu olduğunda ise kurumun ödeyeceği bedeller üzerinde artış baskısı oluşabilecektir. Bu nedenle, gerek kurumla sözleşme yapmayan hizmet sunucularından hizmet alan sigortalıya geri ödeme koşulunda, gerekse sağlık hizmetlerinin tavan bedelleri konusunda 5510 sayılı Kanun'daki düzenlemeye geri dönülmelidir.
Sağlık hizmetlerinin ödenecek bedellerinin belirlenmesinde ilgili kesimlerden görüş alınması, 5510 sayılı Kanun'da olduğu gibi zorunlu tutularak sosyal diyalog geliştirilmelidir."