Mary CARMICHAEL-Ece ULUSUM
Şüphesiz gündemden düşmeyen tartışmalar, iş yükü, çocuklar derken stres sizin için kötü olabilir, özellikle de ona öfke, depresyon ya da beş kadeh viskiyi devirerek tepki veriyorsanız. Ama bazı koşullar altında, stres sizin için iyi de olabilir. Spencer Rathus'un "Psikoloji: Kavram ve İlişkiler" (Psychology: Concepts and Connections) kitabında yer aldığı üzere "Kimi stres sağlıklıdır. Bizi meşgul ve tetikte tutmak için de gereklidir." Ancak Johns Hopkins Üniversitesi Gelişimsel Psikoloji uzmanı Janet DiPietro "Toplum, stresin her zaman zararlı olduğuna dair sabit bir fikre sahip" diyor. "Çok yazık çünkü çoğu insan normal seviyedeki stresi azaltmak için bile elinden geleni yapıyor."
Vücudun tehlike, belirsizlik veya değişime karşı verdiği hormonal reaksiyon olarak açıklanabilecek stres, hayatta kalmamıza yardımcı olur; kısa vadede bize güç verebilir. Psikiyatr Judith Orloff'a göre "Başa çıkmamız gereken şeyle başa çıkabilmek için vücudumuzdaki sistemlerin hızını artırıyoruz." Uzun vadedeyse, stres önemsediğimiz işleri daha iyi yapmak için bizi motive edebilir. Birazı daha dirençli olmamızı sağlayarak bizi karşılaşacağımız daha büyük bir strese hazırlar. Aşırı stresin bile bazı pozitif etkileri olabilir. "Stresin kötü olduğu yönünde biyokimyasal ve bilimsel bir önyargı gerçekten var. Ancak kişisel anlatımlara ve de klinik yaklaşıma göre de bazı insanlara yaradığı çok açık" diyor Orloff. "Stresin işimize nasıl yarayacağı konusunu daha dengeli bir yaklaşımla çalışacak yeni bir araştırma akımına ihtiyaç var. Yoksa kendimizi strese sokan şeyden uzak tutmaya çalışırken, daha fazla strese gireriz."
İLK BULGU: HAYATIN TUZU
Ancak araştırmacılar, temelde "iyi stres" diye bir şeyin var olmadığını söylüyor. Peki ya stresin iyi geldiği insanlar? Mesela polis, acil servis doktoru ya da hava trafik kontrolörü gibi kaosu düzene koymayı sevdiği için bu meslekleri yapanlar. Onlar stresi kendi faydaları için kullanmıyor mu? Pittsburgh Üniversitesi'nden, nöropsikolog Bruce Rabin'e göre stres arayan ve stres altında geliştiklerini söyleyen bazı yetişkinler, çocukken tacize uğramış ya da anne karnında aşırı adrenaline ya da kortizole (stres hormonu) maruz kalmış olabilir. Rabin, "İnsanların stres altında iyi performans sergilemeleri kesinlikle bir hastalık" diyor.
Bu tarz bir açıklama herhalde stres araştırmasının kurucusunu mezarında endişeden ters döndürür. 1930'larda stres biliminin temellerini atan Hans Selye "iyi stres"e öylesine inanıyordu ki bu kavram için "eustress" adlı bir kelime yarattı. Stresi "hayatın tuzu" olarak görüyordu. Selye'nin fareleri inceleyerek vardığı sonuç, stresin bizi insan yapan şey olduğuydu.
DÜŞÜNÜYORUZ ÖYLEYSE ENDİŞELENİYORUZ
Kimyasalların çağlayan gibi akan haline "Stres" diyoruz. Fakat insanlarda hemen hemen her şey stres tepkisi yaratabiliyor. Trafikle boğuşmak, parti organize etmek, işini kaybetmek hatta işe girmek, bunların hepsi sanki bir düşmanın saldırısına uğramışçasına stres hormonlarını harekete geçirir. Gelecekteki değişim beklentisi bile korkularımızı canlandırabilir. Düşünüyoruz öyleyse endişeleniyoruz.
Bu noktada bir problem var. Birçoğumuz stres hormonu düğmesini "açık" hale getirmeye ve öyle yaşamaya meyilli. Dolayısıyla, beyin sinirleri de sürekli çalışır durumda olmaktan yoruluyor ve pozitif etkiler negatife dönüşüyor. Sonuç: Selye'nin farelerinde olduğu gibi sağlığın bozulması. Rockefeller Üniversitesi'nden nöroendokronolog Bruce McEwen ise "Aslında stres bazı şeyleri daha iyi hatırlamamızı sağlar" diyor. "Sürekli olduğundaysa başka şeyleri hatırlamakta zorlanmamıza ve zihinsel esnekliğimizin azalmasına neden olur."
ÇOCUKLUK STRESİ
Bu kronik etkiler, ancak stres kaynağı ortadan kalktığında yok olabilir. Tıp öğrencileri sınavlarına çalışırken orta prefontal korteks büzülüyor ama sonraki ay boyunca tekrar büyüyor. Kötü haber şu ki, her stresli olayın ardından, her zaman bir ay çalışmama şansımız olmuyor. Olsa bile, o zamanı da endişelenerek geçirebiliyoruz. ("Sınav bitti ama acaba ben nasıl yaptım?") Bu da biyokimyasal açıdan esas stres kaynağı kadar kötü bir etki yaratıyor. İşte bu yüzden stresle depresyon ve Alzheimer arasında bağlantı kuruluyor; yıllarca stres hormonlarına maruz kalıp zayıflayan nöronlar, öldürücü darbelere daha duyarlı hale geliyor. Bu düşünce aynı zamanda hayatlarında sürekli stres yaşayan pek çoğumuzun depresif, unutkan enkazlar olmamız gerektiğini de ima ediyor. Ama pek çoğumuz öyle değil. Neden?
Laboratuvardan uzaklaşın, ipucunu bulacaksınız. 1970 ve 80'lerde, California, Irvine Üniversitesi'nden psikolog Salvatore Maddi, Illinois Bell adlı firmada, şirket genelinde yaşanan kriz boyunca 430 çalışanı izledi. Şirkette işler kötü giderken, çalışanların pek çoğu zarar gördü, kötü performans sergiledi, boşandı, yüksek oranda kalp krizi geçirdi, obezite ve felç vakaları yaşandı. Üçte biriyse olanların üstesinden geldi. Sağlıklı kaldılar, işlerini kaybetmediler veya hızla başka iş buldular. Bu çalışanların huzurlu ve ayrıcalıklı koşullarda büyüdüklerini farz etmek çok kolay ve aynı zamanda yanlış olurdu. Yetişkinliklerinde iyi iş çıkaran bu insanların çoğu, oldukça zor çocukluk dönemlerinden geçmişlerdi. Cinsel taciz ya da travma mağduru değillerdi ama "Belki babaları ordudaydı veya çok fazla taşındılar ya da alkolik ebeveynleri vardı" diyor Maddi. "Yaşamlarının başında çok fazla stres yaşamış ama ebeveynleri onları, ailenin ümidi olduklarına, herkesin onlarla gurur duyacağına inandırmıştı. Onlar da bu rolü kabul etmişlerdi. Bu da onları zorlu insanlar yapmış." O dönemki çocukluk stresi onlara iyi gelmişti. Zira üstesinden gelmek için uğraşacakları şeyler olmuştu.
'MİNİMALİST ZEN USTALARI'
Standford Üniversitesi'nden Robert Sapolsky, alfa denen baskın karakterli, yenilgi kabul etmeyen ve kazanmak için her yolu mubah gören erkeklerle benzer bir olgu üzerine çalışma yaptı. Sapolsky strese saldırganlıkla karşılık veren bir sürü "tamamıyla aklını kaçırmış çılgın fırlama" tip görmüştü. Ama aynı zamanda daha az baskı görenler de ilgisini çekti. Bunlar yarışı önde bitiren iyi adam tipleriydi. Bu tip alfalar, kavgaya sık bulaşmıyor, illa kavga edeceklerse de bu kazanabileceklerini bildikleri mücadeleler oluyor. Asabi benzerleri kadar baskınlar; güç mücadeleleri, başarısız cinsel girişimler, ara sıra astlarını tokatlama isteği gibi aynı stres etkenlerine maruzlar. Ama onların hormon seviyelerinde asla uzun süreli iniş çıkışlar olmuyor. Ayrıca, büyük olasılıkla stresle uyarılmış beyinsel işlev bozukluğundan çok da fazla şikayetçi değiller. Sapolsky hepsinin bir jakuzide sakinleşerek kendilerini "minimalist Zen ustalarına" dönüştürmeleri hakkında espri yapmayı seviyor. Bu bir şaka, çünkü bu deneklerin hiçbiri davranışlarının farkında değil. Zira Sapolsky babunlarla çalışıyor. Maddi'nin araştırmasının da ortaya koyduğu üzere, pek çok açıklamanın kökleri erken yaştaki deneyimlere dayanıyor. Fakat, açıklamanın bir kısmını genlerde bulmak da mümkün. Bilim adamları zaten beynin serotonin üretimini kontrol eden bir gen buldu. Bazı türevleri, insanları daha önce yaşadıkları bir travmaya bağlı olan depresyondan koruyor.
PEKİ YA KADINLAR?
Aynı zamanda X ve Y kromozomları da insanların strese verdiği tepkilerde etkili oluyor. Gerçi hangisinin ne kadar etkili olduğu net değil. Erkekler de kadınlar da stresi adrenalin ve korzitolün artması şeklinde yaşıyor. Farklılaşan, verdikleri tepkiler. Psikolog Shelley Taylor, "Stres yaratacak etkenler arttığında kadınlar kendilerini seven insanlarla bir aradaysa ilk başta verecekleri hormonal tepkileri bile vermediklerine dair kanıtlar olduğunu" söylüyor. O tepki olmadığı zaman, beyinde uzun süreli zararın oluşma riski de daha az oluyor. Bu kritik konu, 1990'ların ortalarına kadar stres üzerinde çalışan psikologların ilgi alanında değildi. Taylor'ın da işaret ettiği üzere, hayvanlar ya da insanlar üzerindeki stres araştırmaları, ezici bir üstünlükle erkekler üzerinde yapılmıştı.
'SEBEBİ PARASIZLIK'
2009'da ABD'deki Carnegie Mellon Üniversitesi'nin yaptığı araştırmanın verileri epey ilginç. Yetişkin bireylerin yüzde 37'si kendisini daima stresli olarak görüyor. Kadınlar erkeklere oranla stresten yüzde 24 daha fazla etkileniyor. Stersin başlıca kaynağının para olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde 71.
'EVRİM GEÇİRDİ'
Arizona Üniversitesi'nden biyolog Randolph Nesse stresin evrim geçirdiğini ve eski zamanlara oranla etkisinin daha az olduğunu savunuyor. Nesse "Eskiden çaresizlik hissiyle insanlar burun burunaydı. Bir örnek vermek gerekirse Roma İmparatoru Neron, döneminin en stresli insanı olabilir. Şimdiyse her daim bir çözümün bulunabileceği inancı daha baskın" diyor.
ANNE KARNINDA STRES
Son olarak bir de çevrenin ve genlerin birbirini etkilediği, etkileri ömür boyu süren, karanlık bir alan var: Rahim. 1998'de Quebec'te bazı sakinlerin 40 gün elektriksiz kalmasına neden olan fırtınadan kurtulan yaklaşık 150 hamile kadını anlatan "Buz Fırtınası Projesi" en korkutucu çalışmalardan biriydi. Araştırmacılar, 2008'in sonlarında, fırtınadan kurtulan kadınların çocuklarının normalden düşük IQ ve 5 yaşında bir çocuğun dil yeteneğine sahip olduklarını açıkladı. Çalışma birçok çocuğu enine boyuna inceliyor, ancak bu, bütün hamile kadınların stres seviyeleriyle ilgili paniğe kapılmalarını (ya da daha önce paniğe kapıldıkları için paniğe kapılmalarını) gerektirmez. Buz fırtınası insanların her gün karşılaştığı tarzda bir stres kaynağı değil ve bu buz fırtınası araştırmasına katılan kadınlar tüm kadınları temsil etmeyebilir. Quebec'te fırtınada mahsur kalanlar çoğunlukla kıt kaynaklara sahipti. Belki de 5 yaşındaki çocukların düşük skorlara sahip olması fakirliklerinden kaynaklanıyordu.
"Çocuk gelişimi ve stres üzerine yapılan birçok araştırma bu şekilde eleştirilebilir" diyor John Hopkins'ten DiPietro ve ekliyor: "Stresin bebeklere zararı dokunmaz iddiasında olan hiç kimse şimdiye kadar araştırma için kaynak bulamadı." DiPietro bir istisna. Zira 7 yıl önce yaptığı bir araştırmada, hamileliğinin ortalarından sonlarına doğru orta dereceli strese maruz kalan kadınların çocuklarının gelişim bakımından daha ileri olduğunu ortaya çıkardı. Öyle ki, bu bebekler yürümeye başladığında, dil ve kavramayla ilgili testlerde yüksek puan alıyordu. DiPietro, "Orta dereceli stres yaşayan annelerin iki haftalık bebeklerindeki sinir iletimi, stressiz annelerin bebeklerine oranla daha hızlı" diyor. Sinir iletiminin hızlı olması, muhtemelen daha iyi bir beyin gelişimi anlamını taşıyor. DiPietro'nun teorisi şu: Stresli annelerin "iç çevre"si, yani kalp atışları, kan basıncı ve fetüsün algılayabileceği diğer sinyaller sürekli değişim halinde. Huzursuzluk fetüsün beynini uyarıyor ve ona hakkında düşünecek bir şey veriyor. Buradan yola çıkarak, DiPietro, hafif ya da orta yoğunluktaki stresin birçok kadının hareketli yaşamına nüfuz etmesinin, faydalı hatta belki de bebeğin gelişimi için "gerekli" olduğunu düşünüyor.
BARDAĞIN DOLU TARAFI
Stres üzerine konferanslar veren Stanford'dan Sapolsky, eksilen nöronlarla ilgili, bazılarını da kendisinin gerçekleştirdiği "iç karartıcı" araştırmalardan alıntı yapıyor. Ama konuşmasını iyimser bir şekilde bitiriyor. Bir keresinde dinleyicilere "Bazı babunlar bardağın boş tarafı yerine dolu tarafını görmek konusunda becerikliyse biz de böyle davranabilmeliyiz" demişti. Doğuştan stresle başa çıkacak donanıma sahip olmasak bile "değişebiliriz" diyor Sapolsky. Çünkü insanların "bu meseleyi göz önünde tutabilecek kadar akıllı" olması gerekiyor. Peki bunu nasıl yapacağız? Zen babunlarıyla insanın birbirine denk olduğu noktadan başlayalım: Budist rahiplerden. Zihinsel anlamdaki istikrar ve sakinlik, aslında mistik değil biyolojik bir durum. Beyin yeni hücreler üretebilir ve kendini yeniden şekillendirebilir. Öyle görünüyor ki, meditasyon da bu süreci destekliyor. Yıllarca kendini meditasyonla eğiten keşişlerin beyinlerindeki öğrenme ve mutlulukla bağlantılı bölgeler çok daha aktif. Massachusetts Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Saki Santorelli, "Daha önceleri sandığımızın aksine akıl çok daha fazla işlenebilir" diyor. Fakültedeki çalışmalar, meditasyonun insanların stresle başa çıkmasına yardımcı olacağını gösteriyor; beyni onarabilir ya da daha eski bir hasarı telafi edebilir.
NASIL DİZGİNLEYECEĞİZ?
Stresi dizginlemenin ve onunla başa çıkmayı öğrenmenin -keşişlerinkindendaha hızlı yolları da var. Duke Üniversitesi Redford Williams'ın araştırmalarına dayanan "Williams Yaşam Becerileri kavramsal mini değişim programı" katılımcılara hayata bir "Zen babunu" gibi yaklaşmayı, doğru mücadeleleri seçmeyi öğretiyor ve 1.5 gün sürüyor. "Benim için bu ne kadar önemli? Kızgın olmalı mıyım? Problemle ilgili bir şey yapabilir miyim? Dert etmeye değer mi?" Bu tip çelişkileri değerlendirmek için bana formüller veren bu kursa başlamadan önce Redford Williams, "Bir anda aydınlanmayacaksınız, ama yardımı olacak" demişti. Haklıydı. Zira şahsen denedim. Kursun ardından biraz daha sakin hissediyordum. Ama sonra düşündüm ki, bunu ben istemiştim. Williams'ı sevmiştim ve bu programın işe yaramasını ümit ediyordum. Bütün stres yönetimi taktikleri için bu bir sorun. Bu taktiklerin başarılı olmasını istiyorsunuz ve kendinizi bunların içine atıyorsunuz. Ya da taktikler başarısız oluyor... Bunları yapmak için kendinizi zorlarsanız, sadece biraz daha stres sahibi olursunuz. İşte bu nedenle Sapolsky de tamamen bitkin düştüğünü söylüyor. "Günde 30 dakika yapmak zorunda kalsam, felç geçireceğimden eminim" diyor.
STRESİN ANAHTARI: KONTROL HİSSİ
Bilimin eksik kalan kısımları için hayvan deneyleri var. Bu deneylere göre, bazı şeyler az bir strese sebep olacakken, yanlış bir ruh haliyle uygulandığında gerçek birer stres kaynağına dönüşebiliyor. Bilim adamları, iki fareyi bir kafese koyup her birini koşu tekerleğine bağladı. İlk fare her istediğinde egzersiz yaparken, ikincisi, ilk fare her koştuğunda koşmak zorundaydı. Meditasyon gibi egzersiz de genellikle stresi baskılayıp nöronların gelişimine destek oluyor. Gerçekten de ilk farenin beyni yeni hücrelerle genişledi. Ancak ikinci fare beyin hücrelerini kaybetti. Aslında beyni için iyi bir şey yapıyordu ama ortada çok kritik bir etken var: Kontrol. Kendi "antrenman" takvimini belirleyemediği için bunu egzersiz gibi algılamadı. Aksine bu durumu gerçek anlamda bir sıçan yarışı gibi deneyimledi.
Bu deneyim stresle ilgili sorunlu bir noktayı ortaya çıkarıyor. Psikologların yıllardır bildiği bir şey var: Strese neden olan olayları nasıl yaşadığımızla ilgili en önemli etken, hayatımızın ne kadar kendi kontrolümüz altında olduğu. Her şeyin kontrolümüz altında olduğunu hissedersek, stresle başa çıkabiliriz. Piyasanın gevşemesi, işyerlerinin kan ağlaması ve dünyanın cehenneme dönmesi muhtemelen hepimize kendimizi ikinci tekerlekteki fare gibi hissettiriyor. Her şeyin kontrolümüzde olduğuna inanmak çok zor.
Ama stres bilimi bile burada bize biraz ümit veriyor. Selye düşüncelerini ilk olarak Büyük Buhran sırasında yayınlamıştı. Yani, daha önce hiç olmadığı kadar stres dolu ve hayatta kalmanın yaratıcılığa bağlı olduğu bir zamanda. O buhran sona erdi. Belki şimdi yeni bir buhranın içinde olabiliriz ve bundan kurtulmak için daha yaratıcı düşünmeye ihtiyacımız olacak. Geleceğimizin hangi parçasını kontrol edebileceğimizi anlamak zorundayız ve bunları çok dikkatli bir biçimde ele almalıyız. Neyse ki buna izin veren bir beynimiz var. Stresli olacağı kesin. Belki de bu o kadar kötü bir şey değil.