• BIST 9659.96
  • Altın 2924.471
  • Dolar 34.5992
  • Euro 36.2611
  • Ankara -1 °C
  • İstanbul 5 °C
  • Bursa 5 °C
  • Antalya 7 °C
  • İzmir 5 °C

Sırada hangi besinler var özür dileyeceğimiz?

Sırada hangi besinler var özür dileyeceğimiz?
'Katkı maddeleri metabolizmamızı öyle bozuyor ki yedikçe yiyoruz' diyen Prof. Dr. Bingür Sönmez, uzun ve sağlıklı yaşamak için yemeği evde pişirmeyi öneriyor

Kolesterol düşmanlığının sonu yumurta ile geldi sanırım…
Evet, yumurtadan birkaç yıl önce özür diledik. O bir bilimsel aymazlık idi. 1960’lı yıllarda, kolesterol ilk tanımlanmaya başladığında en çok hangi besinde olduğuna bakıldı. Yumurta da en çok kolesterol barındıran besin olarak hemen suçlu ilan edildi. Kolesterol bombası yumurta, alışveriş listesinden silindi. Amerikan Kardiyoloji Derneği o dönemde şöyle bir yayın yapmıştı; “Yumurtada çok kolesterol var. Yediğiniz yumurta sayısını haftada üç veya dörde indirmelisiniz.” Günde 3-4 tane yumurta yiyen Amerikalı için söylenen bu söz, ülkemizde farklı bir etki yarattı. Haftada bir yumurta yiyen Türk insanı “Yumurtayı azalt” komutuyla yumurtaya veda etti. Sonuçta ortaya ‘kolestrofobi’, yani ‘yumurta eşittir kolesterol’ düşmanlığı çıktı. 90’lı yıllarda biyokimyasal testler ilerlemeye başladıkça yumurtanın içindeki mineraller ve vitaminler tanımlandı ve yumurtaya bakış açısı tamamen değişti. 11 tane vitamin, 12 mineral ve Omega 3 başka hiçbir besinde olmadığı için yumurta tekrar baş tacı oldu. Yumurtanın içindeki kolesterol miktarı 210 miligram. Bilimsel tavukçuluk derneği ile bir çalışma yaptık. 65 denek üzerinde çalışıldı. Deneklere bir ay hiç yumurta yedirmedik, bir ay gün aşırı bir yumurta yedirdik, bir ay günde bir yumurta, bir ay günde iki yumurta yedirdik. Gün aşırı yumurta yiyenlerin iyi huylu kolesterolleri arttı. Kötü kolesterolleri düştü. Günde bir yumurta yiyenlerde de aynı olayı gördük ama günde iki yumurtaya çıkınca ters etki yaptı ve kötü kolesterolleri arttı. Biz “Gün aşırı bir yumurta, doktor bana dokunma” diyoruz!

Sırada hangi besinler var özür dileyeceğimiz?
Bu gidişle kolesterol furyasından etkilenen tereyağından da özür dileyeceğiz gibi gözüküyor. İçinde katkı maddesi olmayan tereyağı, içinde onlarca katkı maddesi olan sıvı yağlardan çok daha masumdur herhalde! Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın kitabında da şöyle diyor: Kaymak, krema, tereyağı, sadeyağ, kuyruk yağı, etin yağları, eskiden bu kadar çok sevilirken şimdi niye hiç yenmiyor ya da yasaklanıyor? Oysa yağlar beslenmemizde çok faydalı. Sadece yüksek bir enerji kaynağı değiller. Birçok hormonun, hormon benzeri yapı ve hücre zarında bulunuyorlar. Mesela erkeklik hormonu testosteron, kadınlık hormonu östrojen, D vitamini, safra asitleri kolesterol olmadan sentezlenemiyor. Bu nedenle bu tür doğal yağların beslenmemizden çıkarılması çok sakıncalı. Yine aynı kitapta bakın Akdeniz Diyeti için ne denmiş: Akdeniz ülkelerinde bol zeytinyağı ve bitkisel kaynaklı besin, az doymuş yağ yeniyor. Bu nedenle kalp damar rahatsızlıkları seyrek diye iddia ediliyor.

Obezite aldı başını gidiyor Taş Devri Diyeti’nde başka nelere dikkat çekiliyor?
Kitaptaki ilginç uyarılardan biri de Mono Sodyum Glutamat (MSG) üzerine yazılanlar mesela. Hazır gıdaların hemen hemen hepsinde bulunan bu madde çok zararlı. MSG yiyeceklere katıldığında, o yiyeceğin tadını artırıyor. Tatsız tuzsuz hiç yenmeyecek bir yiyecek bile MSG ile çok tüketilen bir besin olabiliyor. Yönetmeliğe bal, tereyağı, şeker haricindeki hemen hemen her gıdaya konuyor. MSG en çok ‘Çin lokantalarındaki malzemelerde görüldüğü için sebep olduğu rahatsızlıklara Çin Lokantası Sendromu’ deniyor. Ensede, kollarda yanma hissi, yüzde ve boyunda karıncalanma, göğüs ağrısı, baş dönmesi, çarpıntı, uyuklama, halsizlik yapıyor. Uzun süreli kullanımda ise diyabet, obezite, hipertansiyon, alerji, böbrek ve karaciğerde ciddi hasarlara neden olabiliyor.

Kalp hastalıklarından ölüm oranı sıralamasında liste başıyız. Türk insanı nerede hata yapıyor?
Türk insanı yanlış da beslense, doğru da beslense genetik olarak çok şanssız. Kalp hastalıklarından ölümde dünyada birinciyiz. Avrupa’da en genç by-pass olan ülke yine biziz. Türkiye’de ortalama by-pass olma yaşı 61-62. Avusturya’da 67-68. Fark az gibi görünüyor ama bir yaşın bile önemli olduğunu düşünürsek rakam, çok büyük. Çünkü genetik olan Türk toplumunun iyi huylu kolesterolü yani HDL’si düşük. Ben buna akılda kalması için ‘Hayırlı Kolesterol’ diyorum. LDL ise ‘Lanetli Kolesterol’. Bizim LDL’miz (Kötü kolesterolümüz) çok yüksek.

Genetiğimize müdahale etmek şu aşamada mümkün değil. Peki hangi hataları yapmamalıyız?
En önemli hatalarımızdan biri hareketsiz olmamız. Çok az yürüyoruz. Obezite aldı başını gidiyor. Beş kadından ikisi, dört erkekten biri obez. Şu anda gelen nesil 20 yıl sonra büyük oranda obezite sorunu yaşayacak. Bu şişmanlık çocuklara Metabolik Sendromu getirecek ki bunun sonu da kesinlikle ölüm oluyor. Ayıraca menopoza giren kadınlarımızın da bu konuda çok dikkatli olması gerekiyor.

Nedir ölümcül Metabolik Sendrom?
Metabolik Sendrom, ölümcül dörtlüden oluşuyor. Öncelikle şişmanlık, yani obezite, yüksek kolesterol, yüksek tansiyon ve diyabet. Bu durum insanı mutlaka ölüme götürüyor. Aşırı kilo, yüksek tansiyonu getiriyor. Beraberinde mutlaka yüksek kolesterol oluyor. Hastanın şekeri yükseliyor ve vücut bir kısırdöngüye giriyor. Bel çevresi erkeklerde 102 cm’nin üzeri, kadınlarda 88 cm’nin üzerindeyse çok dikkat edilmesi gerekiyor. Türkiye’de 30 yaş ve üzerindeki erkeklerin yüzde 28’inde, kadınların yüzde 45’inde metabolik sendrom var.

Beslenme konusunda yapmamız geren değişiklikler neler?
Yiyecek ve beslenme konusunda ‘eve dönüş’ yapmakta yarar var. Taş Devri Diyeti gibi köfte yiyeceğiz ama sokaktaki köfteyi değil; evde, güvendiğimiz bir kasaptan alınmış kıymadan yapılan köfteyi. Çünkü hazır kıymaların önemli bir bölümünde soya var. Soya aslında çok kötü değil ama aşırı miktarda tüketildiğinde damar sertliğine neden oluyor.

Biz de soyayı yararlı biliyorduk…
Çinli’nin kullandığı soya yararlı. Yeşil soya. Marketlerde satılan, rafine edilmiş şekilleri; Soya sütü, soya kıyması gibi ürünler kalp sağlığına zararlı. Ayrıca içlerinde östrojeni taklit eden bir madde de bulunuyor. Bu madde özellikle çocuklarda erken ergenliğe neden olabiliyor.

Fast food’un zararı da büyük!
Evet, fast-food gıdalarda kullanılan kıymaların çoğunda soya var. Ve çocuklar bu tip yerleri çok sık ziyaret ediyor. Fast-food çağımızın vebası bence. Çocuklarımızın gelecek 20-30 yılını mahvetmek üzere kurgulanmış bombalar. Sigara paketlerinin üzerine ‘Sigara sağlığa zararlıdır’ yazmak 30-35 yıl aldı. Bence fast-food zincirlerinin üzerine de günün birinde ‘Kalp sağlığına zararlıdır’ yazılacak.

Kolesterol ilacı yararlı mı zararlı mı?
Bu ilaçlar için yan etkisi var deniyor ama yeni çıkan ilaçlarda bu yan etki minimuma indirilmiş durumda. Bu ilaçların en önemli yan etkisi adale ağrısı. Adale ağrısı fazla olursa hastada ilacı kesiyoruz ve başka bir ilaca geçiyoruz. Eğer o da ağrı yaparsa hiç ilaç vermiyoruz. Kolesterol ilaçlarının karaciğere zararı olduğu söyleniyor ama dünyaca ünlü kardiyoloğumuz Prof. Dr. Murat Tuzcu ile yaptığım bir görüşmede, Amerikalılar’ın günde 40 mg. kolesterol ilacı ile tedaviye başladığını öğrendim. Bizde ise bu miktar günde 10 mg. Murat Hoca “Ben kolesterol ilacı kullanıp da siroz olan görmedim” diyor. Zaten hastalarımızın kan yağlarını kontrol ederken, karaciğer fonksiyonu testlerine de bakıyoruz ve ilacı buna göre dengeliyoruz. Bu nedenle korkmasınlar. Ancak ilacın mutlaka iyi bir kardiyolog gözetiminde kullanılması gerekiyor. Bu ilaçların en büyük şanssızlığı, kötü kolesterolü düşürürken iyi kolesterolü de düşürmesi.

Kimler kolesterol ilacı kullanmalı?
Bana gelen hastanın iyi kolesterolü 55-60, kötü kolesterolü 110, 120, 150 ise hastaya hiç ilaç vermiyorum. Çünkü iyi huylu kolesterolünün yüksek olması onu korur diye düşünüyorum. Ama durum tam tersi ise kolesterol ilacı veriyorum. Yine de bu ilaçların antibiyotikler gibi şuursuzca kullanılmasına karşıyım.

Piramit tersine dönecek!
Amerikalıların meşhur sağlıklı beslenme piramidi! Amerikayı obez bir toplum haline dönüştüren bu piramidi tersine çevirmek şart. Bu piramidin temel özelliklerine bakacak olursak: Burada yağların ve kolesterolü yüksek proteinlerin iyice kısıldığı, pasta, börek, ekmek gibi şeker açısından zengin gıdaların teşvik edildiği görülüyor. Çünkü ‘yağlı yiyen şişmanlar’ düşüncesine inanılıyor. Üstelik bu beslenme piramidinde tereyağı gibi katkı maddesi olmayan doğal yağlar yasaklanırken, rafine edilmiş soya, mısır, ayçiçeği yağları baş tacı ediliyor. Oysa asıl tehlike, yağ fazlalığı değil, şekere dönüşüp vücudumuza insülin salgılatan ve bizi devamlı acıktıran karbonhidrat fazlalığında! İnsülin beyaz unu ve diğer hızlı emilen şekerli yiyecekleri hızla yağa çeviren bir makine gibi. Üstelik yüksek insülin sadece yağı depolamıyor. Depolanan yağın kullanılmasına da izin vermiyor! Yağ kullanılamayınca kan şekeri düşüyor ve kronik yorgunluk, huzursuzluk, baş ağrısı hatta giderek artan panik atak hastalığı ortaya çıkıyor. Çünkü şekeri düşen kişinin vücudunda adrenalin ve kortizon hormonları aktif hale geliyor. Ani kalp çarpıntısı başlıyor, kişi nefes alamayacakmış gibi hissediyor. Solunum sıkıntısı, panik yaratıyor, akla kalp krizi geliyor ve panik başlıyor. Ve kişiyi ölüme kadar götüren metabolik sendroma dönüşüyor!


İnsülin kolesterolden daha tehlikeli
İnsülin! O bizim taptığımız, ‘çok iyi’ dediğimiz, olmazsa olmaz dediğimiz bir hormon. Tıpkı adrenalin gibi, kötü kolesterol gibi, damar sertliğini hızlandıran bir hormon haline gelebiliyor. Beslenmede insülin salgılanmasını tetikleyen her şeyden uzak durmalıyız ki bunlar karbonhidratlar, mısır şurubu şekeri ve suni tatlandırıcılar. Özellikle mısır şurubu şekeri ülkemizde çok yoğun şekilde kullanılıyor. Özellikle hazır tatlıların hemen hepsinde bu şuruba rastlıyoruz. Bu aşırı tat veren şurup vücuda çok ciddi insülin salgılatıyor. İnsülin aniden ve fazla salgılandığında ise insan hemen acıkıyor. İşte bildiklerimizi unutmamız gereken, doğruları yanlışa çeviren paradoks da burada başlıyor.

Kış depresyonu şişirir!
Mevsimsel depresyonda çoğunlukla daha fazla yemek yeme isteği duyulduğu için kilo alınıyor. Eski çağlarda hayatının büyük bölümünü dış ortamda geçiren insanlara kıyasla bugün çoğunlukla tam tersine kapalı, havalandırması, aydınlatması yapay ortamlarda yaşandığını anlatan Trakya Üniversitesi’nden Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, “Güneş insanlar üstünde fiziksel ve ruhsal açıdan olumlu etkilere sahip. Kendine güven ve mutluluk duyguları veriyor. Kış aylarında hayvanlarda kış uykusu ihtiyacı doğuran yalnız kalma, uyku hali gibi belirtiler, aslında hepimizde görülebiliyor. Bu durum aynı zamanda kişilerin bulaşıcı hastalıklara direncini de zayıflatarak, daha sık ve daha ağır hastalanmalarına neden oluyor” diyor. Yorulmaz’a göre sorun genellikle 18-30 yaş grubunda ve her 100 kişiden 5 veya 10’unda görülüyor.


Şiddet saldırganlaştırır mı?
Televizyon, sinema ve video oyunlarında sürekli şiddet sahneleriyle karşı karşıya gelen gençler saldırganlaşıyor. Amerika’da Ulusal Sağlık Enstitüleri rehberliğinde yapılan araştırmada yaşları 14’le 17 arasında değişen 22 erkek çocuğa şiddet içeren görüntüler izlettirilerek verdikleri tepkiler incelendi. Dr. Jordan Grafman, bu görüntülerin saldırganlığı kabul edilebilir hale getirebileceğini söylüyor. Konu üstüne çalışmaları bulunan İngiliz Prof. David Buckingham ise saldırganlığının nedenlerinin sadece beyin faaliyetlerine bakarak ölçülemeyeceğini savunuyor.


Kansere kolesterol ilacı
Kolesterolü düşürmekte kullanılan statin grubu ilaçlar, kolon kanseri riskini azaltabiliyor. ABD, Michigan Üniversitesi’nden Dr. Jewel Samadder ve ekibi 2.5 milyon gönüllünün katıldığı 22 araştırmanın sonuçlarını birleştirdi. Buna göre statin grubu ilaçların kullanımı kolon kanserine yakalanma riskini yüzde 12 azaltıyor. Uzmanlar bu ilaçların uzun süreli kullanımında riskin daha da düştüğünü belirledi. Ancak bu ilaçları kullanmanın da bazı riskler taşıdığını belirten uzmanlar, İngiliz araştırmacıların mayısta yayımladığı ve bu kişilerde karaciğer bozukluğu, kas zayıflığı ve katarakta yakalanma riskinin arttığını ortaya koydukları araştırmayı hatırlatıyor.


Kemik sağlığı mirastır
Ortopedia Kemik ve Eklem Hastalıkları Hastanesi’nin geçen yıl ‘Sessiz hırsız’ dedikleri osteoporoz konusunda Adanalı kadınları bilinçlendirmek için hayata geçirdiği 5000 Kadına Kemik Okulu Projesi, buradaki başarısından sonra Konya, Çanakkale, Antakya ve Adapazarı’nda da uygulanmaya başlanıyor. Halk arasında kemik erimesi olarak bilinen osteoporoz, yapı değişikliği ve zayıflamaya bağlı olarak kemiklerin çabuk kırılır hale gelmesine neden olan bir hastalık. Tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye’de de özellikle ileri yaşlarda sıklıkla karşılaşılan bu hastalık, kırıkların oluşmasıyla kişilerin yaşam kalitesini önemli ölçüde etkiliyor. 50 yaşın üstü üç kadından birinde görülen osteoporoz, özellikle menopoz sonrasında önemli sorunlara neden oluyor.
Dünyada her yıl osteoporoza bağlı 1.7 milyon kalça kırığı vakası bildiriliyor. Uzmanlar bu sayının 2050 itibarıyla dünya çapında 6.3 milyona ulaşacağını tahmin ediyor.

Ferhan KAYA POROY

Kaynak: Haber Kaynağı
Bu haber toplam 3418 defa okunmuştur
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
EDİTÖRÜN SEÇTİKLERİ
Tüm Hakları Saklıdır © 2006 Sağlık Aktüel | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : (0216) 606 17 18 - (0224) 334 1 335 | Faks : (0216) 606 17 19 | Haber Yazılımı: CM Bilişim