Milliyet'ten Mert İnan'ın haberine göre :Psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Mehmet Sungur'a göre yaşanan küresel pandemi herkes için bir anlamda kişisel sosyal deney işlevi görüyor. Sürecin uzamasıyla kaygının zamanla çökkünlüğe dönüştüğünü dile getiren Prof. Dr. Sungur; "Kayıpların olduğu, normal yaşamın tepetaklak hale geldiği bir krizde küresel çökkünlük safhası mutlaka yaşanacaktır. Başlangıçtaki belirsizliğin zamanla yerini sınırlı normal yaşama bırakmış olmasına karşın, ruhsal sıkıntılardan arınabilmiş değiliz" diyor.
Prof. Dr. Sungur, belirsizliğin insanlara tehlike anlamı yüklediğinin de altını çizerken, şu tespit ve önerileri sıraladı: "Tehdit ve tehlike olduğunda, korku ve depresif ruh hali ortaya çıkabiliyor. Yeni vaka sayısı sıfır olana dek tehlike devam edecek. Huzurla, güvenle değil endişeyle hareket ediyoruz ve aklımızdaki düşünceler kendimizi bırakmamıza, rahatlamamıza engel oluyor. Dışarı çıktığımız andan itibaren birçok evhamlı sorular aklımızı çeliyor.
Azaltmak elimizde
Zihnimiz sürekli meşgul olduğundan yaşadığımız zaman diliminin tadını çıkartamıyoruz. Olağandışı yaşam, bireyler başa çıkamadığı günlere neden olur ve bu durum içsel uyumsuzluğu tetikler. Hastalığı engellemek mümkün olmasa da riski azaltmamız bizim elimizde. Virüsün bize ulaşma olasılığı yüksek mi hayır. Tehdidi azaltmak veya sönümlendirmek için bilimsel veriler var.
Bilimsel verilere göre hareket ettikten sonra ortaya çıkan belirsizliği kabullenmemiz gerekiyor. Bizlerin yapacağı bireysel mesafeyi korumak, maske takmak, hijyen kurallarına uymak. Dayanışma içinde, nazik şekilde ve nezaket protokolü içinde birlikte yaşamayı, bu gerçeği hep birlikte kucaklamayı kavramamız gerekiyor.
Belirsizlik insan yaşamının normal parçası ve belirsizlik her aşamada var. Elden ele dolaşan nesnelere dokunduğumuz veya toplu taşıma aracına bindiğinizde bile her zaman belirsizlik var. Pandemi sürecinde uzayan belirsizlik insan türü için artık travmaya dönüştü. Her insan travmaya farklı yanıt verir. Bazı insanlar yaşanılan sürece karamsar bakar ve pandeminin bitmeyeceğini, hiçbir şeyin eskisi olmayacağını düşünür.
Bu düşünce bencilleşme ve kendine yabancılaşmayı da beraberinde getirir. Ardından çökkünlük hali gelir. Biz bu duruma yaşam felci deriz. Yaşam felci belirsizliğe en iyi çözümü ararken, bu belirsizliğin belirginleştiğini görmekle ortaya çıkar. Bu bir sarmaldır. İnsan bu ruh haliyle tıkanır, sıkışır. Kusursuz yaşam arayışındaki en büyük talihsizliğin kendimiz olduğunu görmek tamamen eylemsizlik haline geçmeye neden olur. Pandemiyi geçmişte kaçırdığımız fırsatlar dizisi olarak görebiliriz. Her şeye rağmen hayatta olduğumuzu bilerek, umudumuzu kaybetmemiz gerekiyor. Pandemi eninde sonunda bitecek.
Anormal bir durum
Bu dönemde herkesin birbirine karşı daha şefkatli ve anlayışlı yaklaşması gerekiyor. Uzamış belirsizlik, uzamış tehlike algısına dönüşüyor ve insanlar farklı tepkiler verebiliyorlar. Şunu bileceğiz, yaşadığımız durum anormal, bu duruma verdiğimiz farklı tepkiler normal. Süreçte verilen tepkilerin anormal bir durum karşısında verilen yanıtlar olduğunu kavramamız gerekiyor. Aklımıza gelen her düşünceyle kavga etmekten vazgeçmeliyiz. Düşündüğümüz her şey gerçek olmayabilir.
Hayat plan yaparken bize olanlardır. Şu an yaşadıklarımızın bize özel olmadığını, tüm dünyanın aynı sıkıntı ve süreçten geçtiğini bilir ve içselleştirirsek rahatlama sağlarız. Yalnızlığımızda bile yalnız olmadığımızı bilmemiz gerek. Dünya kimseye gül bahçesi vaat etmedi.
Sorulara takılmayın
Birlikte barışık yaşamayı öğrenmeliyiz. Aman virüs bana gelir mi?' dediğiniz noktada, 'şu an sağlıklıyım, bugün yemeği yiyecek imkanlara sahibim' demeyi yani farkındalığı oluşturmamız gerekiyor. Hayatın bize verilen en büyük armağan olduğunu, sadece dışarıda yürüyüş yapmanın bile nimet olduğunu kanıksamalıyız.
Aklınıza gelen her soruya balıklama atlayıp soruların kölesi olmayın. Çünkü aklımıza pandemi hakkında gelen sorulara cevap bulma sürecine girdiğimizde, kendi ürettiğimizi soruların kölesi olduğumuz gibi içinde yaladığımız zaman dilimini ıskalamış oluyoruz. Bazı zamanlarda içsel seyahatlere çıkmayı da bilmemiz gerekiyor. Yaşadığımız anlara odaklanarak, elimizdeki imkanların kıymetini bilerek, kendimizi gerçekleştirmek için okuyup araştırmamız gerekiyor."
'Öfke sorunu ve iletişim güçlüğü'
Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Burhanettin Kaya, çok zor günlerden geçtiğimizi belirtirken, sevdiklerimizden ayrı kalmanın yanı sıra, özgürlüğün kaybı, hastalığın seyri ile ilgili belirsizliğin ruhsal yapı üzerinde dramatik etkilere neden olduğunu söyledi. Kaya, "Öfke sorunları, buna bağlı davranış sorunları, iletişim güçlükleri yaşanıyor. Karantina uzadıkça ve hastalık belirtileri daha da arttıkça, çevrelerinde hastalığı yaygınlaşması ve seyrindeki olumsuzluklar çoğaldıkça depresyon, akut stres bozukluğu, travma sonrası stres bozuklukları, yaygın anksiyete bozukluğu, panik bozukluk, somatik belirti bozuklukları, diğer duygudurum bozuklukları, hatta psikoz tabloları görebiliyoruz" diyor.
Kamusal sorumluluk
Pandemi sürecinde bazı kişilerin kendini iyileştirme eğilimi olarak alkol, madde ve ilaç kullanımına yönelmelerinin söz konusu olduğunu dile getiren Doç. Dr. Kaya, şunları söyledi: "Bilgi yetersizliği, eksik yanlı ve çarpıtılmış bir bilgi belirsizlik yaratma ve kaygının artışına yol açıyor. 10 günü aşan karantinaların ruhsal etkileri daha şiddetli ve kalıcı olabiliyor. Salgın sürecinde yaşanan ekonomik kayıplar, işini kaybetme, yoksullaşma da ruhsal etkilenmeyi artıran ve oluşan ruhsal belirtilerin şiddetlenmesini, süreğenlik kazanmasını sağlayan çok önemli etkenler. Bu salgının önlenmesi salt bireysel değil kamusal bir sorumluluk gerektiriyor.
Öncelikle devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla üzerine düşeni tam olarak yapması gerekiyor. Karantina-izolasyon uygulaması temel halk sağlığı ilkelerine göre ve temel insan haklarını gözeterek düzenlenmeli. Karantina sürecinin kendisinin bir travmatik etkene dönüşmesi engellenmeli, bireyin bu süreçte yaşamını iyi bir şekilde sürdürmesini olanaklı kılan koşullar sağlanmalı. Var olan ekonomik kayıplarının giderilmesi, karantinadan dolayı çalışamayan ve yaşamını sürdürmede güçlük çekenlerin ekonomik durumlarını desteklenmesi gerekir."