Duygu, düşünce ve davranışlarda karakteristik bozulmalara neden olan, kronik seyirli beyin hastalığı şizofreni erkeklerde kadınlardan 1,5 kat fazla görülüyor. Şizofrenideki cinsiyet farklılığı sadece görülme sıklığıyla sınırlı değil. Hastalığın gidişatı, belirtileri ve tedaviye alınan yanıtta da erkekler kadınlara nazaran daha şanssız. Şizofreninin beyindeki hangi değişiklikler sonucu ortaya çıktığı ve beyin kimyasını nasıl değiştirdiği ise kesin olarak bilinmiyor.
Şizofreni hastalarının beyinleri 100 yıldan uzun bir süredir hem makroskopik hem de mikroskobik düzeyde inceleniyor. Ancak saptanan farkların hastalığın sebebi mi, sonucu mu olduğu henüz tam olarak ayırt edilebilmiş değil.
Psikiyatri Uzmanı Doktor Alper Evrensel, şizofreninin beyin kimyasında yarattığı etki hakkında şunları söylüyor:
“Örneğin; şizofrenlerin beyin hacimleri daha azdır. Bunun sebebi ise şizofreni beyninde nöronlar yapısal olarak daha kötü durumdadır ve çabuk ölmeye eğilimlidir. Nöron kaybına bağlı olarak hacimsel azalma meydana gelir. Buradan hareketle şizofreniye 150 yıl önce ‘erken bunama’ ismi verilmiş olmasının gerekçesi anlaşılabilir. Şizofreni beynine daha moleküler düzeyde bakacak olursak beynin farklı bölgelerinde serotonin, dopamin gibi beyin kimyasallarının düzeylerinin artma veya azalması şeklinde özetleyebileceğimiz bir takım sorunlar ortaya çıkmaktadır. Günümüzde ilaç tedavileri bu dengesizlikleri giderme ve nöroileticilerin olması gereken seviyelere gelmesini sağlamak amacına yöneliktir.”
KİMLER ŞİZOFRENİ RİSKİ ALTINDA?
“Şizofreninin sebebi tıp teknolojisindeki devasa ilerlemeye rağmen henüz net olarak aydınlatılabilmiş değildir” ifadesini kullanan Dr. Evrensel, genetik faktörlerin rolüne dikkat çekiyor:
“Şizofreni tanılı aile bireylerinin varlığı hastalığın ortaya çıkma olasılığını arttırmaktadır. Ancak bu risk ve oran net olarak belirlenememektedir. Tüm genetik materyali birbirinin aynı olan tek yumurta ikizlerinde bile hastalığın birlikte görülme oranı % 100 değildir. Yakın zamanda yayımlanmış yaklaşık 32 bin ikiz üzerinde yapılan bir araştırmada tek yumurta ikizlerinin %33’ünde, çift yumurta ikizlerinin ise %7’sinde şizofreni saptanmıştır. Son yıllarda bu durumu açıklamak üzere epigenetik mekanizmalar, beslenme ve çevresel yaşam koşulları üzerine yoğunlaşılmıştır.”
"İKİ FARKLI GÖRÜNÜMLE BELİRTİ VERİYOR"
Şizofreninin görülme sıklığının erkek ve kadında farklı olduğunu dile getiren ve “Şizofreni erkeklerde kadınlardan yaklaşık 1,5 kat fazla görülmektedir. Hastalığın gidişatı, belirtileri ile tedaviye alınan yanıtta da bariz farklılıklar vardır ve erkekler daha şanssızdır. Bu durumun altında ise genetik ve epigenetik farkların yattığı düşünülmektedir” diye konuşan Psikiyatri Uzmanı, şizofreninin belirtileri ile ilgili şunları söylüyor:
"Şizofreni iki farklı görünümle kendini gösterebilir. Birinde içe kapanma ön plandadır. Kolaylıkla depresyon olarak değerlendirilebilecek bu durumun içinde sosyal temastan kaçınma, motivasyon azalması, duygusal donukluk ve dikkat azalması görülür. Diğer tablo ise çok daha gürültülüdür. Bu tipte ise aşırı öfke tepkileri, takıntılar, alınganlıklar, kurgular, şüpheler, korkular ve halüsinasyonlar ortaya çıkar. Ancak şizofreninin başlangıç tablosu mikrobik bir hastalığın kuluçka dönemi gibi asıl hastalıktan farklı bir görünüm arz eder ve kimi zaman senelerce bile sürebilir. Bu süreç boyunca deneyimli bir psikiyatristin gözetimi altında kalınmalı ve aşikâr şizofreniye dönüşmeden önü alınmaya çalışılmalıdır."
ŞİZOFRENİ GENÇLİK YILLARINDA ORTAYA ÇIKIYOR
Şizofreninin genellikle 20 yaşından sonra görülmeye başladığını ifade eden Evrensel, "En riskli yaş aralığı 20-25 arasıdır. Aslında şizofreniyle ilgili beyin kimyası değişikliklerinin ergenlikle beraber başladığı, beynin ergenlikteki hormon değişiklikleri karşısında dengesini kaybettiği ve 20 yaş civarında belirti verir duruma geçtiği düşünülmektedir. Benzer şekilde doğum sonrası ve menopozu takiben hormon değişikliklerinin ardından veya kas gelişimi amacıyla uygunsuz şekilde kullanılan sentetik hormon ilaçlarına bağlı olarak başlayan olgular da vardır. Orta ve ileri yaşlarda başlayan olgular da bulunmakla beraber hastalık mutad olarak gençlikte başlar" diyor.
Paranoid şizofreni, hastalığın toplumda en fazla bilinen şekli. Paranoyaların ağırlıklı olduğu bu türün dışında şizofreninin farklı formlarda görülebildiğini ifade eden Psikiyatrist, şöyle devam ediyor:
"Şizofreni denince akla hemen paranoya gelmektedir. Paranoid tip bu nedenle en bilinen şizofreni türüdür. Bu türde hastada düşünce bozukluğu ön plandadır. Yani kendisini özel, önemli bir kişi olarak örneğin; İsa peygamberi doğuracak Meryem ana olarak düşünebilir. Bu bozuk düşünceye sıklıkla kendisine zarar verileceği yönünce inançlar ve işitme halüsinasyonları da eşlik eder. Kendisini önemli ve tehlikeye açık görmesinden dolayı da gergin ve huzursuzdur. Diğer bir şizofreni türünde ise hasta son derece garip, acayip, dağınık bir haldedir. Konuşması anlaşılmaz, özbakımı kötüdür, saç-sakal birbirine girmiş, kendi kendine konuşup gülen bir hâldedir. Kendi iç dünyasına o denli dalmıştır ki dışarıya karşı ilgisi neredeyse hiç kalmamıştır. Yanında düşüp bayılsanız geçer gider. ‘Tortu’ adı verilen bir başka türünde ise uzun yıllardır devam eden hastalığın geride bıraktığı hasar görülür. Bu tür hastalar bir nevi çorak bir topraktır. Bu toprakta hiçbir duygu veya düşünce yetişmez. Bu hastalar yıllar sonra içine kapanmış, çok az konuşan, sosyal iletişimden kaçınan, cinsel dürtü bile hissetmeyen bir duruma evrilir."
“ŞİZOFRENİ HASTALARINDA ŞİDDET EĞİLİMİ GÖRÜLEBİLİR”
"Zaman zaman basına da yansıyan şiddet veya cinayet vakalarında failin şizofreni hastası olması, hastalıkla ilgili önyargıların doğmasına neden olabiliyor. Bu bağlamda şizofreni hastası başkaları için tehlike yaratır mı ve ne zaman yaratır? Şizofreni hastasının hem yakın çevresi hem de toplumdaki diğer insanlar açısından risk oluşturduğunu söylemek doğru mu?" şeklindeki soruya Dr. Evrensel'in yanıtı şöyle:
Şizofreni hastalarında zaman zaman şiddet eğilimi görülebilir. Hastalığın aktif fazında paranoya düşünceleri nedeniyle kendisini tehdit altında hisseden hastalar daha gergin ve sinirli olurlar. Aile bireylerinin ve hatta hekiminin bile kendisine zarar vereceğinden, zehirleyebileceğinden şüphelenebilirler. Bu şartlar altında kendilerini korumak amacıyla saldırganlık yapabilirler. Ne yazık ki bu saldırganlığın cinayete kadar varabildiği olgular bulunmaktadır. Ancak geniş örneklemli araştırmalara göre tüm cinayetler arasında şizofrenler tarafından işlenenlerin oranı %6,5’dir. Cinayetin, bir şizofren tarafından işlendiği zaman oluşan sansasyon düzeyiyle karşılaştırılacak olursak aslında bu rakam oldukça düşüktür. Toplumda antisosyal kişilik bozukluğu yani psikopat olan kişilerin görülme oranı ve psikopatların cinayet eğilimleri düşünüldüğünde şizofrenideki cinayet oranı nispeten geride kalmaktadır. Şizofrenlerin madde ve alkol kullanmasının cinayet oranını 8 kat arttırdığını da eklemek gerekir. Yani cinayet doğrudan hastalıkla ilişkili olana nazaran daha ziyade madde kullanımı tarafından tetikleniyor gibi görünmektedir. Madde kullanmayan, tedavisini aksatmayan şizofreni olguları genel olarak karıncaya bile zararı olmayacak kadar munistir."
Şizofreni hastalarıyla aynı ortamda yaşayanların hastaya yaklaşımı konusuna da değinen Evrensel, "Şizofreni hastalarının çoğunlukla hastalık bilinci yoktur. Yani hasta olduklarına inanmazlar ve tedaviye gerek görmezler. Genelde ilaç içmeyi istemezler ve aksatabilirler. Hasta yakınlarına düşen en önemli görev hastanın tedavisini takip etmektir. Böylece herhangi bir aksamaya meydan verilmez ise hastalığın nüksetmesi ihtimali en aza indirgenmiş olur. Bu doğrultuda günümüzde aylık ve hatta 3 aylık zaman aralıklarıyla iğne yapmak suretiyle tedaviyi garanti altına almaya dönük ilaç seçenekleri vardır. Ayrıca şizofreni hastalarının alkol ve madde kullanımı eğilimlerinin fark edilerek denetlemesi, şiddet eğilimi açısından çok önemli bir tedbir olacaktır." önerisinde bulunuyor.
“İLAÇ TEDAVİSİ ÖMÜR BOYU SÜRMELİ”
Şizofreni tedavisinde birinci sırayı ilaçların aldığını ve tedavinin ömür boyu sürmesi gerektiğini aktaran Psikiyatri Uzmanı, hastanın genetik yapısına göre belirlenen, “kişiye özel tedavi” anlayışı çerçevesinde, hastaya en uygun ilaç ve dozun verilmesine yardımcı olan farmakogenetik analizler yapılabildiğini söylüyor.
Hastalığın alevli dönemlerinde hastanın tedaviyi reddetmesi nedeniyle ilaç tedavisinin çok zor olabildiğine vurgu yapan Dr. Alper Evrensel’in verdiği bilgiye göre böyle zamanlarda hastaneye yatış gerekebiliyor ve ilaçlara ek olarak elektroşok tedavisi uygulanabiliyor. Ayrıca son yıllarda kullanım alanına giren derin TMU (Transkraniyal Manyetik Uyarım) yöntemiyle de şizofreni tedavisinde başarılı sonuçlar almak mümkün olabiliyor.