Rahmetli anneannem felç olunca ona masaj yapsın/tedavi uygulasın diye her öğle arasında Ankara Tıp’tan bir “amca” bize gelirdi. Eline pudra dökerek yaptığı masaj yanında merhuma tatlı dille anlattıkları ve yaptığı şakalar hâlâ hatırımda. Bir ayda anneannemdeki gelişmeyi görmek beni çok etkilemiş ve büyüyünce ben de o “amca” gibi “sihirli ellere” sahip olmayı düşünmüştüm. Yıllar sonra geriye dönüp baktığımda tahmin ediyorum ki o “amca” fizyoterapist falan değildi.
Sadece “işi öğrenmiş” kabiliyetli bir sağlık memuru, belki de bir müstahdemdi. Belli ki öğle arasında yemek saatinden fedakârlık edip 3-5 kuruş kazanmak için bize geliyordu. Fakat bu, onun benim gözümde “sihirli ellere” sahip olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.
Daha sonra tıbbiyeye gidince gördüm ki bu “sihirli ellere” sahip kadın ve erkekler fiziksel tıp ve rehabilitasyon (FTR) bölümlerinde bulunurlarmış. Benim okuduğum fakültede “FTR’ci” olmanın en temel şartı kadın olmak, güzel olmak ve süslü olmaktı. Daha sonra gördüm ki erkek, az yakışıklı ve bakımsız tipler de “FTR’ci” olabiliyormuş. Ancak hangi gruptan olursanız olun ortak özelliğinizin fizyoterapistleri hakir görmek, onları ezmek ve onların sırtından maddi ve manevi kazanç elde etmek olması gerekiyormuş. Kimse kızmasın 20 yıllık hekimim, çok FTR’ci gördüm ve vardığım yargı bu. İstisnalar olabilir, onlar da seslerini çıkartmasın, bu branşın iftihar vesilesi olarak yaşamaya devam etsin.
Fizyoterapistleri hasta/hasta yakını olarak daha iyi tanıma fırsatını bulmam annelerin yaşlanması ve benim iki kolumu birden kırmama denk gelir. Hasta ile bu kadar yakın temas gerektiren, onların maddi ve manevi sıkıntılarını bu kadar uzun süre dinlemek zorunda kalan bir başka sağlık çalışanı bulmak oldukça zor olsa gerek. “FTR’ci”nin 10 dakikada muayene ve teşhis ettiği ile fizyoterapistlerin 10 saat, bazen 20 saat uğraşmalarını görmek beni oldukça etkiledi. Bu süreçte fizyoterapistlerin hemşireler ile ortak bir yönünü de keşfettim. Her iki meslek grubu da “her şeyi” bilmiyorlardı, ama “bildiklerini” de çok iyi biliyorlardı ve bu bildikleri bazen hekimlerin talimatları (order) ile çelişmekteydi, ama onlar “denileni yapmak” zorundaydılar. Dört yıllık bir fakülte bitiren ve “bazı şeyleri” iyi bilen bir meslek erbabı için zor bir durum, mesleki olarak da, etik olarak da.
Daha sonra medarı iftiharım bir yüksek lisans öğrencim oldu. O da fizyoterapistti. O, nezaketinden ve etik duyarlılığından çok fazla bahsetmiyordu ama, onun sayesinde (ve o gün için onun amiri olan hekimin şahsında) fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzmanlarının fizyoterapistlere yönelik amansız rekabet duygusunu ve düşmanlıklarını görme şansına sahip oldum. Bu konuyu biraz irdelemeye çalıştığımda aynı durumun Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde de eskiden var olduğunu, fakat AB süreci ve derneklerin mücadeleleri ile bunun belli ölçüde düzeldiğini öğrendim. Yani fizyoterapistlerin mücadelesi hemşirelerin mücadelesini yaklaşık 20 yıl geriden takip ediyordu. Tabii bu zaman aralığı, duyarlı bir Sağlık Bakanlığı ve stratejisi iyi belirlenmiş bir Dernek mücadelesi ile rahatça kapanabilir. Ancak bu işin bu Sağlık Bakanlığı döneminde olacağını düşünmüyorum. Zira kulaktan kulağa dolaşan söylentilere göre şu anda Sağlık Bakanlığında çok güçlü bir FTR Lobisi olduğu biliniyor. Her gün değişse de Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) fiyatlarının ilk günden bu yana FTR uzmanlarını diğer uzmanlık alanlarına göre çok fazla kayırdığı herkesin malumu.
Medimagazin’de çıkan bir habere göre de 25 Mart 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren SUT hastalar A, B, C, D şeklinde dört gruba ayrılırken, A ve B grubu hastalıklarda uygulanan fizik tedavi ve rehabilitasyon işlemlerinin faturalandırılabilmesi için, fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzman hekimi tarafından veya gözetiminde fizyoterapist tarafından yapılması gerekiyor.
Buna karşın C ve D grubu hastalıklardaki uygulamalar konusunda fizyoterapistlerin adına yer verilmiyor. Bu gruptaki uygulamaların sadece fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzman hekimi tarafından veya gözetiminde yapılabileceği ifade ediliyormuş.
Türkiye Fizyoterapistler Derneği Başkan Yardımcısı Murat Dalkılınç, söz konusu düzenlemeyle birlikte C ve D grubu hastalıklarda fizyoterapistlerin yapması gereken uygulamaların herkesçe yapabilmesine olanak tanındığına dikkat çekerek, durumun geçen yılki SUT’tan daha kötü olduğunu ve bunu protestoya hazırlandıklarını söylemiş.
Bir hekim olarak, hele ki bir Tabip Odası Başkanı olarak bunları söylemem abes karşılanır mı bilmem ama, genelde hekimler bütün tedavi ekip elemanlarının, özelde ise FTR uzmanları en yakın çalışma arkadaşları olan fizyoterapistlerin mağduriyetlerini önlemek adına verdikleri mücadeleye destek olmalı. Sağlık Bakanlığının da, içindeki o “güçlü lobiye” rağmen fizyoterapistlerin haklı taleplerini göz ardı etmemesi ve bir an önce modern bir devlete yakışır şekilde onların da Meslek Kanunlarını çıkartması gerekir.
Ben bir Tıp Tarihi ve Etik uzmanı olarak kendimi bütün klinik branşlara eşit mesafede hissediyorum. Bana “Seni en çok seven ve en çok nefret eden 3 kişiyi say” deseniz, her iki grupta da birer FTR uzmanı sayabilirim, ancak bu, “FTR’ci”lerin, Bakanlık destekli olarak, fizyoterapistlere büyük haksızlık yaptıklarını söylememe de mani değil. Bilmem mümkün mü, ama “FTR’ci”ler sayelerinde performanslarına tavan yaptırdıkları, onlar çaylarını yudumlarken hastalar ile saatlerce uğraşan en yakın çalışma arkadaşlarının sorunlarına sahip çıkmalılar.
Hak mutlaka bir gün sahibini bulur. Haksız kişi ve kurumlarsa hep yaptıkları haksızlık ile anılırlar. Bu haksızlığın giderilmesi konusunda eskilerden pek ümidim yok ama, genç FTR uzmanları ve hocaları buna sahip çıkmalılar.
Prof. Dr. Şahin AKSOY