Ahmet Ünlü
Ak Parti Hükümetinin ilk yıllarında bürokrasinin büyük bir direnciyle karşı karşıya kalınmıştı. Bakanlar haklı olarak bazı değişiklikler yapmaya ve güven içerisinde çalışmak istediği ekipler kurmaya çalışıyor, ancak yargı adeta mevcut kadrolara kalkan oluyordu.
Bu durum hükümette yeni arayışlara zemin oluşturdu. Bu zeminde, birçoğumuzun hatırlamakta zorlanabileceği “Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun” büyük bir hevesle Meclis'e sevk edilmiş ve Meclis tarafından da kabul edilmişti. Dönemin Cumhurbaşkanı, kanunu bir daha görüşülmek üzere iade etmişti. Ancak, bu kanun tekrar görüşülmemiş ve kadük kalmıştı. Belki de bu halde kalan ilk kanundu.
Bu kanunun iyi niyetle hazırlanmış 46'ncı maddesinde bakan değişikliğiyle üst düzey kamu görevlilerinin görevlerinin sona ereceği ifade ediliyordu. Bu maddede; “Hükümetin görevi sona erdiğinde, Millî Savunma Bakanlığı Müsteşarı hariç müsteşarlar ile başkanlık ve genel müdürlük şeklinde kurulan bağlı ve ilgili kuruluşlarda kendi genel kurullarının seçimiyle gelenler dışındaki başkan veya genel müdürlerin görevi kendiliğinden sona ermiş sayılır. Ancak bu görevlere yeni bir atama ya da görevlendirme yapılıncaya kadar bu kişiler görevlerine devam ederler. Bu şekilde görevi sona erenlerden başka bir göreve atanmayanlar, özlük hakları saklı kalmak üzere, kadro şartı aranmaksızın bakanlık müşaviri olarak atanırlar” hükmü yer almaktaydı.
İşte bu hüküm, her bakan değişikliğinde bürokrasinin hallaç pamuğu gibi savrulmasına sebep oldu. Maalesef öyle bir noktaya gelindi ki bürokratın niteliği veya kapasitesi görevde kalmasının teminatı olmaktan çıkar hale geldi. Bürokratın siyasi desteği varsa ayakta kalıyor, aksi durumda ise zevali oluyor.
Geçmiş tecrübe ve birikim iyi bir geleceğin yapı taşlarıdır
Elbette bakan değişikliklerinde bürokratik değişiklikler olabilir ve olmalıdır da. Ancak, bu durum kıyım noktasına gelirse geçmiş tecrübe ve birikimler berheva olur ki bunun telafisi imkansız zararlara sebep olunması kaçınılmazdır. Nitelikli bürokratları bırakın görevden almayı daha iyi görevler için bunlara zemin açılmalı ve bunlar el üstünde tutulmalıdır.
Her bakanlıkta yorulan ve tempoya ayak uyduramayan bürokratlar olabilir. Bunların değiştirilmesi ve yerlerine daha dinamik ve birimli kişilerin atanması kadar doğal bir durum olamaz. Ancak, görevden alınanların yerlerine getirilenlerin zayıf nitelikler taşıması ve işportacı bürokrat karakteri taşıması adeta bakanlıkların içerisine saatli bomba konulması gibidir.
Son zamanlarda kamuda kötü bürokratın iyi bürokratı kovmaya başladığı sıklıkla görülür olmaya başlamıştır. Tek derdi iyi işler çıkarmak olan bir yöneticiyle, bütün derdi ayakta kalmak için üstlerine sürekli yağcılık yapmaya çalışan bir yöneticinin baş etmesi mümkün değildir. Çok kısa sürede iş odaklı çalışan yönetici sıkıntıya girmeye başlamaktadır. Her işten anlayan ve yok kavramı literatüründe olamayan işportacı yöneticiler uzun vadede kamu bürokrasinin kanserli hücresi haline gelmiştir. Bunların iş takipleri zeminlerini güçlendirmekte ve iyi adam kavramını iyi iş yapandan ziyade iyi iş takibi yapana çevirmeye başlamıştır.
Kamuda öyle bir noktaya gelinmiştir ki her şartta vicdanlarının sesini dinleyen ve bildiklerinden şaşmayan yöneticilerin işleri her geçen gün zorlaşmaktadır. Bunlar iyi iş takibi yapamadıkları için siyasetle de arasındaki mesafe açılmaktadır.
Doğruları söyleyen bürokratların sesi kısılmamalı
Tepe yöneticilerindeki nitelik zafiyeti her geçen gün bürokrasi kazanını kaynatıyor. Zayıf idareciler genel olarak kendilerine rakip olamayacaklarla çalışma eğilimine giriyor ve niteliklileri harcama yöntemi geliştiriyorlar.
Maalesef haklı gerekçelerle itiraz eden bir amirin, yerini muhafaza etme şansı çok zayıflamıştır. Bunlardan boşalan meydanın yağcı ve dalkavuklara kalması ise kaçınılmaz hale gelmiştir. Yani, doğru yanlış demeden her talimatı yerine getirenler yerlerini muhafaza ederken, işini layıkıyla yerine getirmeye çalışanlar diken üstünde olmaktadırlar. Bunun sonucunda kural tanımayan bir idare anlayışı ortaya çıkmaktadır. İşi bilenler ve kısa vadeli çözümlerden ziyade uzun vadeli ve kalıcı çözümler getirmeye çalışanlar adeta takoz muamelesi görmektedirler.
Hele hele maaşından başka geliri olmayan bir idarecinin görevine veya idareciliğine son verilme şıkkı karşısında doğruları savunması giderek zorlaşmaktadır. Maaşından başka geliri olmayan bir memurun okuyan çocuklarının ve evinin kira olması halinde bu memurun düşeceği mağduriyeti kimse hayal dahi edemez.
Ancak, nitelikli yöneticiler ise kendilerine rakip olsalar da nitelikli bürokratlarla çalışma arzusu içerisinde olmaktadırlar. Akıllı yöneticinin kendisinden daha akıllıları idare eden olduğu kuralından hareket edenler hem kendilerine güvenmekte hem de kalıcı çözümlere odaklanmaktadırlar. Kısa vadeli ve palyatif çözümlerin sorunları ötelediği bunlarca bilindiğinden kalıcı çözümlere ağırlık vermektedirler.
Yönetimdeki uyumsuzluk ya da dehşet dengesi
Evde dahi karı koca arasındaki uyumsuzluk çocuklar üzerinde travma oluşturmaktadır. Bu uyumsuzluğu bir de karı kocanın aileleri körüklerlerse tam bir facia oluşmaktadır. Her organizasyon gibi kamu kurumlarını da büyük bir aileye benzetebiliriz.
Düşünün ki büyük bir holding te uyumsuz bir yönetim vardır. Yönetimde birinin ak dediğine diğeri kara diyorsa bu holdingin başarıyı yakalaması ve ayakta kalması imkansızdır.
Aynı durumu bir bakanlık için uyarladığımızda, bakanın istemediği müsteşarla veya müsteşarın istemediği ve anlaşamadığı yardımcılarıyla ve genel müdürlerle çalışmak zorunda olduğu bir bakanlıkta işlerin iyi gitmesini beklemek tam bir hayaldir.
İşte bu bakanlıklarda tam bir dehşet dengesi oluşmuştur. Çünkü, her birinin farklı bir dengeyi temsil ettiğini söylemek kehanet değildir. Bu kurumlarda işten başka şeylerin konuşulması ve zamanın kavgalarla harcanması kaçınılmazdır. Böyle bir kurumda iyi yönetim ve yönetişimin olduğunu kim iddia edebilir. Bu kurumlarda rutinin dışına çıkılamaz ve iyi işler sadece gariban memurların gayretlerinin ötesine geçemez. Kötü yönetimlerde holdingler batar, ancak kötü yönetilen bakanlıklarda ise fatura vatandaşa çıkar, tek fark bu olsa gerektir.