Emsey Hospital Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Erkan Topuz, kanser vakalarının eskiye nazaran hızla artmasının altında yatan nedenleri sıraladı.DNA kırılmalarının sadece yüzde 5 ila 7’sinin genetik faktörlere bağlı olduğunu ve yine az bir kısmının enfeksiyon sebebiyle ortaya çıktığını belirten Erkan Topuz, bunların dışında kalan kırılmaların ise doğrudan doğruya toprak, hava ve sulardaki kirlilikten kaynaklandığını vurguladı.
"TOPRAK BİLE DDT’Yİ YOK EDEMİYOR"
Dünyanın Endüstri Devrimi’nden itibaren hızla sanayileşmeye gittiğini söyleyen Topuz, özellikle 1950'den sonra bir yığın kimyasalın dünyaya saçıldığını ve günümüzde de saçılmaya devam ettiğini kaydetti. Toksik durumunun çok kısa sürede değerlendirildiğinin altını çizen Topuz, zararsız olduğu düşüncesiyle piyasaya sürülen ilaç ve kimyasalların aslında toksik ve kanserojen olduğunun yıllar sonra anlaşıldığını belirtti.
Bu duruma 1939’da bulunan ve mucizevi bir ilaç olarak sunulan DDT’yi örnek gösteren Topuz, "Bütün kitaplarda çok zararsız, sıtmanın kökünü kurutan, böcekleri yok eden ilaç olarak tanımlanan DDT’nin, bir süre sonra başta karaciğer olmak üzere, insan vücudundaki bütün organlara çok büyük zararlar verdiği görüldü ve yasaklandı. Ülkemizde 30 yıl önce yasaklanmasına rağmen, bugün hala toprakta DDT mevcut. Toprak bile DDT’yi yok edemiyor. O zehirli topraklarda yetişen bitkiler doğrudan vücudumuza giriyor ve DNA kırılmalarına yol açarak kanserin başlangıcını teşkil ediyor" diye konuştu.
HAVA KİRLİLİĞİ KANSERİ TETİKLİYOR
Yapılan araştırmalarda saatte 20 bin aracın geçtiği bir bölgeye 1 kilometre mesafede yaşayanlarda, beyin tümörleri ile lenfoma ve löseminin 3 kat daha fazla görüldüğünü bildiren Topuz, otobanlardaki egzoz gazı kirliliğinin insanlarda kanseri 3 katına çıkarabildiğini aktardı.
"TARIM İLAÇLARI DOĞRUDAN İÇME SULARINA KARIŞIYOR"
Kırsal bölgelerde ikamet edenlerde kanserin daha az görüldüğü yönünde genel bir kanının olduğunu dile getiren Erkan Topuz, bunun gerçeği yansıtmadığını söyledi. Topuz, köylerde tarım ilaçlarının çok miktarda ve bilinçsizce kullanıldığını, bu ilaçların doğrudan içme sularına karıştığını hatırlattı ve şöyle devam etti:
"Bu yüzden beyin tümörleri, lenfoma, lösemi ve mide kanseri köylülerde 3 kat fazla karşımıza çıkıyor. Zehirli ilaçları bilinçsizce kullanan çiftçiler, kendi sonlarını hazırlamış oluyor. Kısacası, biz tabiatı zehirliyoruz. Tabiat da bize geri dönüyor ve bizi kansere hazırlıyor."
"KOZMETİK ÜRÜNLERDE KANSEROJEN ‘PARAFEN’ MADDESİ VAR"
Çevresel faktörlerin yanı sıra, evlerde kullandığımız deterjanların ve kozmetik ürünlerin de kansere davetiye çıkardığına işaret eden Topuz, şunları söyledi:
"Bulaşık ve çamaşır makinelerinde kullandığımız deterjanlar kanserojen maddeler ihtiva ediyor. Erkekler günde 20, kadınlar ise günde ortalama 30 çeşit kozmetik ürün kullanıyor. Bütün bunların içinde ‘parafen’ adlı madde var. Bu madde kozmetik ürünlerin bozulmasına mani oluyor. Şampuanlar, pudralar, kremler, rujlar, vücut nemlendiricileri, bazı sabunlar… Hepsinde parafen var ve hepsi kanserojen. İçeriklerinde pek çok toksik madde var. Amerika’da sıvı sabunların sperm sayısını azalttığını gösteren bazı çalışmalar var."
"TIRAŞ MAKİNELERİNDE BİLE RADYASYON VAR"
Sürekli olarak radyasyona maruz kaldığımızı sözlerine ekleyen Topuz, “Cep telefonlarından bilgisayarlara, televizyonlardan tıraş makinelerine kadar bütün elektronik aletlerde radyasyon var. Bu açıdan bakacak olursak, tıraş makinesi yerine jilet kullanmak bile daha sağlıklı görünüyor. Teşhis imkanları gelişti ama bu tabiatın kanunu. Dünyada olduğu gibi, ülkemizde de kanser son süratle artıyor. Eskiden bu kadar kanser vakası yoktu. Şimdi her 4 kişiden biri kansere yakalanacak, burası kesin" diye konuştu.