Türkiye 12 Haziran 2011 tarihinde, yine bir yaz günü, yeni Meclis'i oluşturacak milletvekillerini seçmek üzere sandığa gidecek. “Seçimler yapılır, hükümetler değişir, yıllar böyle geçer gider” düşünceleri daha yaygın olsa da seçim dönemleri toplumun her kesiminde beklentilerin yükselmesine yol açar.
Demokrasi geleneğinin köklendiği örgütlü toplumlarda seçimler şenlik havasında geçer. Kimin lehine gelişeceği belli olmayan “değişim ihtimali” farklı topluluklar arasında barış havasını egemen kılar... Gerilim yaşanmaz çünkü oyların kime gideceğinin hiç garantisi yoktur... Gerçi, “uzun zamanlardır dünya bu tarz 'seçim atmosferlerinin' yabancısı oldu, seçime bir yıl kala hangi ülkede kimin iktidar olacağı belli oluyor” denebilir... Benzer karşı çıkışların örnekleri çoğaltılabilir... Yine de Türkiye'nin Batı sınırlarından dışarıya doğru ilerledikçe birçok ülkede hala “bayram havasında seçimler”e rastlamanın mümkün olduğunu biliyoruz...
Türkiye ne yazık ki seçimleri şenliğe dönüştürebilen ülkelerden biri olmaktan hızla uzaklaşıyor. Seçmenler bu durumdan pek rahatsız görünmüyor gibiler... Fakat gerçekten öyle olup olmadıklarını anlamanın sağlıklı bir yolu da yok... Çünkü sağlıklı “bilgilenme araçlarına”, sağlıklı “haber verme” kanallarına sahip değiliz. Survivor'a rating yaptıran kavgacı figürlerin cazibesine kapılmış görünen “haberciler” her akşam birbirinden enfes kavga haberlerini burnumuza dayamaktan kendilerini alıkoyamıyorlar... Seçim konuşmalarında, aslında, bir kaç saniyelik “akla zarar” kavga cümlelerinden çok daha fazla “akla yarar” ayrıntı ve bilgi olduğunu yakından izleyebilenler dışındakilerin, neyi seçeceklerine dair nasıl fikir oluşturabildikleri sorusu da havada asılı kalıyor...
Evet, 2011 genel seçimlerine çok az zaman kaldı. Çok partili siyasal yaşama geçtiği 1950 seçimlerinden bu yana 15 kez hep birlikte sandık başına giden Türkiye'den, 16. kez sandığa gitmesini ve ülkeyi 4 yıl boyunca idare edecek milletvekillerini seçmesini bekliyoruz... 13 Haziran sabahı hep birlikte öğreneceğiz kimler olduğunu. Toplumun her kesiminden farklı beklentilerin dile getirildiği şu günlerde, Doktor Dergisi olarak, belli bir meslek grubunun mensupları olan kendi okur kitlemizin genel seçimlerden neler beklediğini görmek istedik.
Hekim kamuoyunun son sekiz yıldır yürüttüğü tartışmaları yakından izleyen Doktor Dergisi'nde, meslek mensuplarının ilgi alanındaki tüm konuları gündemimize alıyoruz. Yıllar içinde; Sağlıkta Dönüşüm Projesi'nin tüm etapları, tam gün yasasındaki gelişmeler, performans sistemi hakkındaki tartışmalar, eğitim alanında yaşanan sorunlar gibi hekimlerin gündemini meşgul eden pek çok konuda geniş dosya çalışmaları yaptık. Bu sayımızda da yine hekimlerin son günlerde daha çok yükselen seslerine kulak veriyoruz. Bilindiği gibi geçtiğimiz 14 Mart Tıp Bayramı sırasında yükselen hekimlerin sesi, son olarak 19-20 Nisan “Görev-Grev” eylemiyle doruğa ulaştı.
Çalıştıkları işyerlerinde iki gün süreyle iş bırakma eylemi yapan doktorlar, görüş farklılıklarını bir yana bırakarak, Türk Tabipler Birliği ve Tabip Odaları öncülüğünde ortak taleplerini hep birlikte dile getirdiler. “Sağlık çalışanlarının haklarının korunması ve sağlık hizmetinin nitelikli verilmesi” için iki gün süreyle hizmet vermeyerek greve giden hekimlerin talepleri arasında; “iş güvencesi, insanca yaşamak ve emekliliklerine yansıyacak temel ücret, sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı ile herkese eşit, ücretsiz, nitelikli sağlık hizmeti sunumu” talepleri öne çıkarıldı. Türkiye genelinde iş bırakan hekimler ve sağlık çalışanları Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın hemen tüm uygulamalarına karşı çıktılar. Hükümete yönelik uyarılarını sıraladılar. Ayrıca, eylem sürdüğü sırada, Türk Tabipleri Birliği, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği ve 494 Öğretim Üyesi tarafından birlikte açılan davada, 18.2.2011 tarihinde yürürlüğe konulan 'Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Tesisleri ve Üniversitelere Ait İlgili Birimlerin Birlikte Kullanımı ve İşbirliği Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik'in iptali istendi.
“Nüfusu 850.000'nin altında olan illerde üniversite sağlık uygulama ve araştırma merkezlerinin Sağlık Bakanlığı'na bağlı sağlık kuruluşları ile birleşmesini zorunlu tuttuğu” belirtilen yönetmelikle; ortak kullanım ve işbirliği yapmak zorunda olan yerlerin idari ve mali işleyişinde Sağlık Bakanlığı'nın yetkili kılınmasının sakıncaları vurgulandı.
Yönetmeliğe karşı açılan iptal davasında; tıp fakültelerinde görevli eğitim, araştırma ve sağlık hizmeti sunumu alanlarında görev alan hekimlerin yanı sıra Sağlık Bakanlığı eğitim araştırma hastanelerinde tıpta uzmanlık eğitimi ve sağlık hizmeti sunumunda görev alan hekimleri olduğu kadar mezuniyet öncesi ve mezuniyet sonrası tıp eğitimini olumsuz etkilediği ileri sürüldü.
550 yeni milletvekilinin Meclis'e gireceği 12 Haziran Genel Seçimlerinde, basında yer alan bilgilere göre üç farklı partiden 135 doktor milletvekilliğine aday gösteriliyor. Hekim adayların ülkenin genel sorunları kadar, biriken mesleki sorunlara da ilgi göstermesi bekleniyor. Geçtiğimiz günlerin yukarıdaki kısa özetine bakıldığında, doktorların genel seçimlerden beklentilerinin neler olduğunun ipuçlarını yakalamak mümkün. Ancak genel seçimler öncesinde hekimlerin mesleki örgütleri olan Tabip Odaları'nın sesine de kulak vermekte yarar var. Türkiye genelindeki birçok Tabip Odası temsilcisine “genel seçimlerden beklentilerinin neler” olduğunu soran Doktor Dergisi'nin sorularını yanıtlayan hekimlerin hemen hepsi; öncelikli olarak kitlesel demokratik taleplerin bu seçimlerde çok daha fazla ön plana çıktığını vurguladılar. İlk sıralarda dile getirilen sorunların başında “Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın çalışanlar ve hastalar açısından son derece zararlı uygulamalara yol açtığı” uyarısı da yer aldı.
Hekimlerin talep ve beklentilerine dikkatli bir gözle bakıldığında, aslında, sağlık alanında hükümetin özellikle son 6 yıllık uygulama ve tasarımlarının neredeyse tamamına karşı çıkıldığı gözleniyor. Bu genel karşı çıkışın temelindeyse, “sağlıkta sosyal devlet ilkelerinden hızla uzaklaşılıyor” kaygısının egemen olduğu görülüyor. Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın moda ifadeyle artık “şifresinin” çözüldüğünü söyleyen Türk Tabipler Birliği Başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu yeni bir hükümetten beklentilerinin neler olabileceğini şöyle ifade ediyor;
“Talepler özde piyasacı sağlık politikalarının sonlandırılması olarak somutlanabilir. Dolayısıyla bu politikaları uygulayan mevcut iktidara ve uygulama niyeti olanlara 'vazgeçin' demiş oluyoruz. Çünkü bu politikaların kamu-özel bütün alanlarda iş güvencesi, gelir güvencesi, (iş kazaları-meslek hastalığı-sağlıkta şiddet'i kaldırmak/azaltmak için iş yeri sağlık birimleri kurulması) can güvencesi, mesleki bağımsızlığı ortadan kaldırdığını, tehdit ettiğini biliyoruz. Kuşkusuz bu talepler biz dahil herkes için katkı-katılım payının kaldırılmasından, herkese sağlık güvenli gelecek hedefinden bağımsız değil.”
Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın sosyolojik, ekonomik ve politik açıdan dikkatle analiz edilmesi ve Türkiye'deki sağlık sistemini gerçekte neye dönüştürdüğünün ortaya konulması gerektiğini belirten İzmir Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Erdener Özer'in değerlendirmeleriyse şöyle;
Mevcut iktidarın güç kaybetmesi, elinde tuttuğu toplumsal memnuniyet alanlarını yitirmesi ile mümkündür. Bu alanlardan biri de aslında sağlıktır. Sağlıkta Dönüşüm Programı halka sunulan bir elma şekeri iken, elde artık sapı kalmıştır. Yapılan anketlerin ortaya çıkardığı veriler değerlendirildiğinde mevcut iktidar tarafından uzun yıllardır sağlık alanında uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Programı'na karşı halkımızın memnuniyeti olduğu görülmektedir. Hatta bu memnuniyetin önceki seçimlerde iktidar partisine 10-15 puan kadar bir avantaj sağladığı söylenmektedir.
Sağlık alanındaki bu durum karşısında, mevcut iktidarın oylarını aşağı çekmeyi hedefleyen muhalefet partileri yaklaşan seçimlerde sağlık alanında ne söylemelidir? Seçim bildirilerini oluştururken ve geliştirirken, iktidarın sağlık alanındaki başarısını kabullenerek başka alanlar üzerinden iktidara alternatif olduklarını mı ortaya koymalıdır, yoksa Sağlıkta Dönüşüm Programı'nı sosyolojik, ekonomik ve politik açıdan dikkatle analiz edip, Türkiye'deki sağlık sisteminin gerçekte neye dönüştüğünü mü?.. Bunu uygun dille halka anlatmalıdır. Sağlıkta Dönüşüm Programı halka sunulan bir elma şekeri iken, elde artık sapı kalmıştır. Türkiye'de sağlığın geldiği nokta sanıldığının aksine, toplumcu ve sosyal devletçi değildir. Bu nedenle başta ana muhalefet partisi olmak üzere, iktidara alternatif olmak isteyen tüm partilerin bu gerçeği görmesi, gerçekleri halkın anlayacağı bir dile dönüştürmesi ve seçim sürecinde bu konuda AKP ile vuruşmaktan çekinmemesi gerekmektedir.
Hekimlerin önemli bir kesiminin halen piyasanın azgın sularına kapılıp, kâr mücadelesi vermek yerine; iyi hekimlik ve sağlık hakkından söz etmeye çalıştığına dikkat çeken Bursa Tabip Odası Başkanı Doç. Dr. Kayıhan Pala; meslek örgütlerinin öncülüğünde can güvencesi, iş güvencesi, gelir güvencesi ve mesleki bağımsızlık istediklerini vurgulayarak taleplerini şöyle dile getiriyor;
“Sağlık Bakanı'na üç saate varan canlı yayınlar ile ulusal kanallarda propaganda yapmak üzere güçlü destekler sağlandığı, ancak 30 bin sağlık çalışanının yürüyüş ve mitinginin neredeyse görmezden gelindiği bir ortamda; seçimlerle ilgili beklentilerin konuşulması kolay görünmüyor. Sağlıkta Dönüşüm Programı adı ile yürütülen neoliberal sağlık reformları, giderek sağlık alanını daha fazla piyasalaştırıyor. Artık 'pazarlama', 'müşteri', 'kâr' gibi kapitalizmin kâr maksimizasyonuna hizmet eden kavramlar, sağlık alanında daha fazla konuşuluyor ve en kötüsü hekimler de içinde olmak üzere sağlık çalışanları tarafından daha az yadırganıyor, daha az reddediliyor.
Bir tür öğrenilmiş çaresizlik, sağlık hakkı ve iyi hekimlik kavramlarının önüne geçirtilmeye çalışılıyor; deyim yerindeyse, zorla...”
Adana-Osmaniye Tabip Odası Başkanı, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cem Kaan PARSAK'ın konuyla ilgili değerlendirmeleri şöyle;
“Hekimler genel seçimlerden ne bekliyorlar sorusuna verilecek en iyi yanıt; huzur ve istikrar olacaktır. Evet, hekimler artık huzur istiyor, önlerini görebilmek ve anlık politik manipülasyonlara alet edilmeksizin geleceklerini programlayabilmek istiyorlar. Hekimliğin sanat olduğu bilincinin süregeldiği gelişmiş toplumlarda, sanatın apolitik icrası da kültür gereği halini almıştır. Ancak ülkemizde hekimler ve sağlık uygulamaları yoğun şekilde ve bilinçsizce siyasetin unsurları haline getirilmiştir. Bunun da ötesinde meslektaşımız olan üst düzey siyasetçiler söylemlerinde halk ile hekimleri ayrı iki taraf ilan ederek 'ben halkımın yanındayım' mesajını verebilmiştir.
Ancak unutulan noktalar şunlardır. Biz hekimler her zaman halkın yanında, onlarla iç içe olduk. Bunu yaparken oy değil ettiğimiz yemin vardı, ilham noktamızda... Zira o bizim anamız, canımız bazen canımıza kasteden hastamızdı... Ama insandı işin özü ve biz insanlık adına içmiştik, 'Hipokrat' andını... Hekimin ve sağlık çalışanlarının mutsuz ve bunun da ötesinde umutsuz olduğu sağlık sisteminde uzun vadede halk memnuniyeti imkansız olacaktır. Temel felsefe 'mutlu hekim, mutlu hasta' olmalıdır. Mesleğimizi diğerlerinden ayıran en önemli unsur manevi hazzın ölçülemez ve karşılaştırılamaz düzeyidir. Hiç kimse hasta mutluluğunu hekimden daha çok isteyemez.”
Mevcut iktidarın IMF ve Dünya Bankasının istemi doğrultusunda Sağlıkta Dönüşüm Programı'nı; geliştirdiğini öne süren Diyarbakır Tabip odası Başkanı Dr. Şemsettin Koç; bu durumun, sağlık hizmetinin ticarileştirilmesine, çalışanları iş güvencesiz konuma getirmesine ve çalışanları sosyal dayanışma anlayışından uzaklaştırmasına zemin hazırladığını söyleyerek görüşlerini şöyle aktarıyor;
“Sağlıkta dönüşüm halk ve sağlık çalışanlarında sağlıkta yıkıma yol açmıştır. Ülkeyi değiştirecek, dönüştürecek ve öncülük yapması gereken üniversiteler hakkaniyetli, liyakatli bilimsel ve özerk olmaktan ziyade birer “tek tipliğin” ve “tek düşüncenin” oluşturulduğu merkezler haline getirilmek istenmektedir. Türkiye'de özellikle Kürtlerin yaşadığı topraklarda her açıdan geri kalmışlık tüm hızıyla devam etmektedir. Bölgemiz kişi başına düşen yatak sayısı, uzman veya pratisyen doktor sayısı, hemşire ve ebe sayısı açısından Türkiye'nin en geri kalmış bölgesi konumunda. Anne ölümleri, yeni doğan, çocuk ölümleri ve bulaşıcı hastalık oranları ile geri kalmış ülkelerin düzeyinde istatistikî verilere sahibiz. Bizlerin, bu ülkeyi önemseyen, ülkenin sosyal ekonomik değerlerini emperyalist ülkelere peşkeş çekmeyen ve sorunları çözme hedefi olan seçilmişlere ihtiyacımız vardır.”
12 Haziran 2011 Tarihinde yapılacak olan Genel Seçimlere giderken ülkemizde, bir devletin durumunu gösteren en önemli üç alanda; sağlık, eğitim ve hukuk alanlarında ciddi sorunlar bulunduğunu ifade eden İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. M. Taner Gören ise konuyla ilgili yaklaşımını şöyle dile getiriyor;
“Bir parça aydın olduğunu düşünen insanların bunu fark etmemesi mümkün değildir. Bir doktor olarak, dolaylı dolaysız, toplumun sağlığını ilgilendiren her şey beni ilgilendirmektedir. Bu anlamda, her türlü ayrımcılığın kışkırtıldığı; hukuksuzluğun hukuk haline getirildiği; nüfusun büyük bir bölümünün açlık sınırının altında gelirle geçinmek durumunda kaldığı; insan emeğinin, taşeron işçilik sistemi ile alınıp satılan mal haline getirilerek sömürüldüğü bir toplumsal düzende yaşamak, bakış açısı geniş bir dünya görüşüne sahip olması beklenen doktorlar için ıstırap verici olmaktadır.”
Sağlık alanındaki sorunların, doğal olarak en çok doktorları etkilediğine dikkat çeken Prof. Dr. Gören, sözlerine şöyle devam ediyor;
“Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altında, 2002 Yılından bu yana hızla hayata geçirilen değişiklikler, doktoru evrensel bilime dayalı gerçek sağlık hizmeti veremez duruma getirmiştir. İlk olarak Aile Hekimliği sistemi ile Devletin Topluma sağlamakla yükümlü olduğu en temel sağlık hizmeti olan koruyucu hekimlik hizmetleri, bir doktor ve bir aile sağlığı elemanının çalışma performansına terk edilmiştir. Böyle bir durumda hekimler mutsuz ve biraz da umutsuz bir şekilde, seçim sürecini izlemektedirler. Doktorların bu seçimlerden beklentisi elbette ki; Sosyal Devlet anlayışı ile herkese, eşit, nitelikli, ulaşılabilir ve ücretsiz sağlık hizmeti sağlayacak bir sistemi hayata geçirmeyi hedef olarak koyan; böyle bir sağlık sisteminin işleyebilmesi için hekimin, can güvenliği, çalışma güvenliği ve gelir güvenliği sağlanmış bir şekilde çalışmasını sağlayan bir programla işbaşına gelecek bir hükümettir.”
Hekimlere yönelik saldırıların artık dayanılmaz boyutlara ulaştığını hatırlatan Samsun Tabip Odası Başkanı Yrd. Doç. Dr. Mithat Günaydın, biraz umutsuz olmakla birlikte, genel seçimlerle ilgili değerlendirmelerini şöyle aktarıyor;
“Gazetelerde, televizyonlarda ya da internette saldırılmış ya da mahkemelerde süründürülme durumunda bırakılmış bir doktor haberini artık öylesine kanıksadık ki, vaka-ı adiyeden, yani sıradan oldu. Her gün bir yerden doktora saldırı, darp haberi duyuyoruz. Başka hiçbir meslek grubuna yönelik bu derecede yoğun bir saldırı görmek herhalde mümkün değildir. Olaylar hak aramanın, mağduriyetin giderilmesini istemenin çok ötesine geçmiştir.
Hekimlerin, seçimlerden bir şey bekleyecek moral-motivasyonu kalmamıştır. Hekimlerin seçimlerden yine de beklentileri şöyle özetlenebilir; hekim odaklı yeni bir tam gün yasası yazılması, önlerindeki belirsizliğin giderilmesi, emekliliğe yansıyan, eşdeğer meslek gruplarıyla aynı düzeyde maaş ve döner sermaye verilmesi, mesleklerini icra ederken yaptıkları işten dolayı yargılanılmaması, hastaların kendilerine karşı kışkırtılmaması, hekim haklarının da olduğunun kamu oyuna anlatılması ve mesleki saygınlığının kazandırılması, hepsinden öte sağlık sisteminin hekimler olmadan çökeceğinin anlaşılması, sağlığı yönetenlerin 'benim çalışkan, fedakar hekimim' sözünü kalben söyleyebilmesini ve bu düşünce, duyguyla hekimlere sahip çıkılmasını seçilecek yeni meclisten ve oluşacak hükümetten beklemektedir.”
Hekimlerin, öncelikle sağlık alanında yaşadığımız temel sorunların çözümünü istediklerini ve “Herkese eşit, nitelikli, ulaşılabilir, ücretsiz sağlık hizmeti” istediklerini belirten Ankara Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Selçuk Atalay'ın sıraladığı seçim beklentilerinin bir kısmı şöyle;
“İyi hekimlik ve nitelikli sağlık hizmeti için acil taleplerimiz: Hekimler arasında dayanışma yerine rekabete yol açan, hekimlik uygulamalarını değersizleştiren, hastaları 'puan'a dönüştüren 'performansa göre ücretlendirme' sisteminden vazgeçilmelidir. Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği'nde yer alan ve yurttaşların sağlık hakkını engellemenin yanı sıra hekimlerin mesleki ve klinik bağımsızlığını yok eden bütün kısıtlamalar kaldırılmalı, hekimlerin tedaviyi düzenlemesine yönelik bütün düzenlemelerin, Türk Tabipleri Birliği ve uzmanlık derneklerinin katılımı ve bilimsel çalışmalarına dayalı yapılması sağlanmalıdır.”
İlk olarak seçimlerin hilesiz, şaibe olmadan yapılmasını beklediklerini öne çıkaran Antalya Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Yavuz İpekli diğer talepleriniyse şöyle dile getiriyor;
“Bilgisayar oyunlarıyla 1-2 saate sonlanan, oyların çöplerden toplandığı, seçmenin iradesinin sandığa yansımadığı, sandık başlarında hilelerin. Yaşanmadığı bir seçim dilerken burada başta seçim kurulları, sandık kurulları ve siyasi partileri etiğe ve hile ve entrikalara karşı uyanık olmaya davet ediyoruz. Ülkemizin içinde bulunduğu durumda her ne kadar değiştiremesek de uyarılarımızı, kaygılarımızı ve neler yapılması gerektiğini üyelerimiz ve halkımızla paylaşırken; kurumların yok edildiğini, 'ileri demokrasi' söylemi ağızlarda sakız gibi çiğnenirken antidemokratik tüm uygulamaların ışık hızıyla devam ettiğini içimiz burkularak, üzülerek görmekte ve yaşamaktayız.
Genel seçimlerden beklentimiz A, B veya C partisi değil, asıl beklentimiz iktidara gelecek partinin gerçek anlamda ülkemiz için bir sağlık politikası gütmesidir. Yani bir programı olmalı ve bu program da sağlık alanının gerçek temsilcileri hekimler, diğer sağlık çalışanları, Tabip Odaları, Türk Tabipleri Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacıları Birliği ile konsensüs ve işbirliği içinde oluşturulmalıdır. Ülkemizdeki bugün yürütülen, yürütülürken de dayatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı'nı benimsemiyoruz. Sağlıkta özelleştirme ve performansa dayalı sistem, ne halkın ne de sağlık çalışanın faydasına değildir. Sağlıkta, işçi sağlığında taşeronlaşmanın sadece kartellere, özel şirketlere rant, çıkar sağlayacağını, sağlık göstergelerinin daha da geriye gideceğini, halkın cebinden daha fazla çıkacak parayla daha kötü bir hizmete maruz kalmasını getireceğini, etik olmayan uygulamalara neden olacağını yaşayarak göreceğimizi ve bunu bize reva görenleri asla affetmeyeceğimizi belirtmekte yarar görüyoruz.”