Türkiye'nin çevresinde tarihi kırılmaların yaşandığı ve Türk dış politikasının büyük dinamizm kazandığı bir dönemde Başbakanlık Başmüşavirliği ve Dışişleri Bakanlığı görevleriyle Türk dış politikasının son 11 yılında etkili olan Ahmet Davutoğlu, küresel ölçekte yoğun bir diplomasi trafiğini yönetti.
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, partisinin Merkez Yürütme Kurulu toplantısı sonrasında, genel başkan adayı olarak açıkladığı Davutoğlu, 26 Şubat 1959’da, Konya'nın Taşkent ilçesinde dünyaya geldi.
Davutoğlu, ilk ve orta öğrenimini Konya'da tamamladıktan sonra eğitimine İstanbul Erkek Lisesi'nde devam etti. Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Ekonomi bölümlerinde çift anadal programı ile 1984 yılında mezun oldu. Aynı üniversitede kamu yönetimi bölümünde yüksek lisans, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler bölümünde de doktorasını yaptı.
Yardımcı doçent unvanı ile 1990'da Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi'nde çalışmaya başlayan Davutoğlu, burada 1993'e kadar başkanlığını yürüteceği siyaset bilimi bölümünü kurdu.
1995'te Türkiye'ye dönen Davutoğlu, akademik hayatına Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde devam etti. 1998-2002 arasında Silahlı Kuvvetler Akademisi ve Harp Akademisi'nde misafir öğretim üyesi olarak ders verdi. 1999-2004 döneminde profesör unvanı ile Beykent Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler Bölümü'nün başkanlığını üstlendi. Bu dönem aynı zamanda Abdullah Gül'ün başbakanlığındaki 58. hükümette başbakanlık başmüşavirliği görevini üstlendiği dönemdi.
Stratejik derinlikle dış politikada yeni inisiyatifler
Türkiye kamuoyu Ahmet Davutoğlu ismini ilk olarak, 2001'de yayımlanan "Stratejik Derinlik" kitabı ile daha yakından tanıdı.
Kitabında, Soğuk Savaş ve sonrasındaki dönemde ortaya çıkan uluslararası dengeleri ve Türkiye'nin uluslararası arenadaki konumunu ele alan Davutoğlu, Türkiye’nin sahip olduğu zengin tarihsel ve coğrafi derinliğin yeniden değerlendirilmesi gerektiğine dikkati çekerek, bunun başarılması durumunda yeni dengelerin ortaya çıkacağını ve Türkiye'nin uluslararası alanda merkez bir ülke konumuna yükseleceğini anlattı. Anadolu'nun hangi harita baz alınırsa alınsın merkezi niteliğini kaybetmeyen bir coğrafya olduğuna işaret eden Davutoğlu, Türkiye'nin "sözü dinlenen" bir ülke konumuna gelebilmesi için tarih-mekan-kimlik çelişkilerinin aşılması gerektiğine vurgu yaptı.
Davutoğlu'nun Başbakanlık Başmüşavirliği görevine başladığı dönem Türkiye'nin hızlı bir reform sürecine girdiği, diğer pek çok alanda olduğu gibi dış politikada da hareketliliğin ve atılımın öne çıktığı, başta Kıbrıs sorunu ve Ermeni meselesi gibi birçok konuda kararlı ve cesur adımların atıldığı yıllardı.
2003'ün ilk aylarında ABD'nin Irak'ı işgal planları sırasında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için hükümete yetki verilmesini ilişkin Başbakanlık tezkeresi, TBMM'de kabul edilmedi.
Kıbrıs sorunun çözümü konusunda ise dönemin Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından ortaya konan plana destek vererek Türkiye çözüm konusunda iradesini açıkça ortaya koydu. Nisan 2004'te KKTC'de ve Rum tarafında referanduma sunulan plan Türklerin desteğini alırken Rum kesiminde kabul görmedi. Referandumun sonuçları Türk tarafının çözüm iradesinin tüm dünyada açıkça görülmesi ve takdir edilmesini beraberinde getirdi. Uluslararası alanda Türk tarafı büyük bir diplomatik ve psikolojik üstünlük elde etti.
Bu dönemde Türkiye, Annan planındaki cesaretini aynı şekilde Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesinde de sergiledi. 2007'de İsviçre'nin arabuluculuğunda başlatılan süreç sonucunda Türkiye ve Ermenistan arasında Ekim 2009'da "Diplomatik İlişkilerin Tesisi Protokolü" ve "İkili İlişkilerin Geliştirilmesi Protokolü" imzalanarak her iki ülke meclislerine sunuldu. Ancak Ermeni tarafının çekinceli davranması üzerine protokoller yürürlüğe giremedi.
Her iki süreç de çözümsüzlüğün kaynağının Türkiye olmadığını açıkça ortaya koydu. Bu dönemde Türkiye'nin AB üyeliği konusundaki çabaları da arttı.
Türk dış politikasının hızlı bir değişim geçirdiği bu süreçte Davutoğlu isminin sık sık gündeme gelmesi, kendisi hakkında "gölge dışişleri bakanı" yorumları yapılmasına sebep oldu.
Türkiye, arabuluculuk faaliyetleriyle öne çıktığı 2002 sonrası dönemde Filistin-İsrail sorununun çözümü konusunda açık bir irade ortaya koydu ve tarafları Ankara'da bir araya getirdi.
İsrail'in 2008'de Gazze'ye düzenlediği saldırı sonrasında Türk hükümetinin sergilediği diplomatik çabanın önde gelen aktörlerinden biri de Davutoğlu'ydu.
Aynı yıl Ekim ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda düzenlenen 2009-2010 dönemi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) geçici üyeliği oylamasında Türkiye'nin grubunda en fazla oyu alarak seçilmesi de diplomatik başarı olarak tarihe geçti.
Bakanlık dönemi
Davutoğlu, 1 Mayıs 2009'da mecliste yemin ederek TBMM dışından Dışişleri Bakanı oldu.
Türkiye, 2010'da Brezilya ile birlikte İran'ın zenginleştirilmiş uranyumunun nükleer yakıtla takas edilmesi konusunda arabuluculuk rolü üstlendi. Müzakereler başarıyla sonuçlandırılırken, ABD'nin anlaşma şartlarına itiraz etmesi ve BMGK nezdinde İran'a yönelik ek ekonomik yaptırım arayışına girmesi nedeniyle süreç tamamlanamadı. Nükleer programıyla ilgili İran'a yeni yaptırımların uygulanması için BMGK'da yapılan oylamada Türkiye ve Brezilya ret oyu kullanarak müzakere sürecinin arkasında durdu.
Davutoğlu etkisi
Davutoğlu'nun bakanlık koltuğuna oturması o dönemde "Davutoğlu etkisi" olarak anılan Türk dış politikasında köklü bir değişimin de başlangıcıydı.
Davutoğlu, Foreign Policy için kaleme aldığı makalede, yeni dönemde Türkiye'nin dış politikasının "güvenlik-demokrasi dengesi", "komşularla sıfır sorun", "proaktif ve önleyici barış diplomasisi", "çok boyutlu dış politika" ve "ritmik diplomasi" olmak üzere beş temel prensip üzerinde yürüdüğüne yer veriyor ve Türkiye'nin bölgedeki rolünü öne çıkararak siyasi, ekonomik ve güvenlik konularını da içine alacak şekilde komşular arasında en üst düzey işbirliği ihtiyacına dikkat çekiyordu.
Türk dış politikasının son dönem öne çıkan ve olaylar karşısında harekete geçmek anlamında kullanılan "tepkisel diplomasi"ye alternatif olarak ortaya çıkan "proaktif dış politika"yı Davutoğlu, "kriz ortaya çıkmadan ve kritik seviyeye gelmeden gerekli tedbirleri almak " şeklinde özetliyordu.
Davutoğlu, "ritmik diplomasi" kavramıyla da Türkiye'nin BMGK'dan NATO'ya, Güneydoğu Asya Uluslar Topluluğu'ndan (ASEAN) Afrika Birliği'ne kadar hemen hemen bütün uluslararası oluşumlarda yer alarak daha aktif bir diplomasi sergilemesi çabası içinde olduğunu gösteriyordu.
Bu dönemde Türkiye, proaktif politika konsepti çerçevesinde bir taraftan Sünni-Şii, Sırp-Boşnak, Afganistan-Pakistan arasındaki anlaşmazlıkların diyalogla çözülmesi için çaba harcarken, diğer taraftan da Medeniyetler İttifakı, Barış İçin Arabuluculuk ve Terörle Mücadele Küresel Forumu gibi çeşitli platformlarda diplomasi yürüttü.
Türkiye'nin dış politikasındaki dinamizmin ortaya çıkardığı bir diğer sonuç da yurt dışı temsilciliklerinin sayısının artmasıydı.
Dışişleri Bakanlığı'nın verilerine göre, 2002’de 163 olan temsilcilik sayısı 2013'e gelindiğinde 129'u büyükelçilik, 80'i başkonsolosluk, 11'i daimi temsilcilik ve 1'i de ticaret ofisi olmak üzere 221’e çıkarken, Afrika ülkeleri başta olmak üzere pek çok ülkede temsilcilikler büyükelçilik seviyesine çıkarıldı. Türkiye dünya genelinde en çok temsilciği olan ülkeler sıralamasında 7'inci sıraya yükseldi. Buna bağlı olarak Türkiye'de bulunan yabancı temsilcilik sayısı 237'e çıktı. İstanbul, 64 başkonsoloslukla New York'tan sonra en fazla sayıda başkonsolosluğa ev sahipliği yapan şehir oldu.
Vicdani diplomasi
Irak'ın işgali ile başlayan ve Arap Baharı ile devam eden dönemde Türkiye'nin bölge ülke halklarına gösterdiği yardım ve buralardaki insani trajedilerin engellenmesine yönelik faaliyetler de dünya kamuoyu tarafından yakından takip edilen konular arasında yer aldı.
Türkiye'nin etnik, dini ve mezhebi ayrım gözetmeden herkese yardım etmesinin "Erdemli Güç" olmanın ve "Vicdani diplomasi"nin gereği olduğunu sıklıkla dile getiren Davutoğlu'nun dışişleri bakanlığı dönemindeki dış yardımlarda da yoğun bir artış yaşandı.
Küresel İnsani Yardım Raporu'na göre, Türkiye, 1 milyar doları aşan yardımıyla Acil İnsani Yardım sıralamasında dünya ölçeğinde ABD, Avrupa Birliği ve İngiltere’nin ardından 4’üncü sıraya yükseldi.
Türkiye, son 3 yılda dünyada dış yardımlarını en çok artıran ülke olarak, Dünya Gıda Programı tarafından "yükselen donör" olarak nitelendirildi. BM tarafından 2016’da ilk kez düzenlenecek Dünya İnsani Yardım Zirvesi'ne de ev sahipliği yapacak Türkiye’nin 2012'deki toplam dış yardımı 3,4 milyar doları aştı.
Uyanışın beyni
Son dönem Türk dış politikasının mimarı olarak görülen Davutoğlu'nun icraatları yurt dışında da ilgiyle izlendi.
Foreign Policy'nin 2010'da yayımladığı "Dünyanın En Etkili 100 Entellektüeli" listesinde 7. sırada yer verilen Davutoğlu'ndan, "Türkiye'nin küresel uyanışının arkasındaki beyin" olarak bahsedildi. Time dergisi tarafından da 2012'nin en etkin 100 insanı arasında gösterilen Davutoğlu, Türk dış politikasına katkısı sebebiyle Ürdün'deki Kraliyet İslami Stratejik Çalışma Merkezi ve ABD'deki Georgetown Üniversitesi'nin ortak çalışmasıyla 2009'dan bu yana yayımlanan "Dünyanın En Etkili 500 Müslümanı" listesinde de düzenli olarak yer aldı.
ABD eski Dışişleri Bakanlarından Hillary Clinton, anılarını anlattığı "Zor Seçimler" adlı kitapta Davutoğlu'ndan şöyle bahsetti:
"Başbakan Erdoğan ile çoğu zaman yanında çevirmen olarak Ahmet Davutoğlu'nun olduğu ortamda saatlerce konuştuk. Davutoğlu akademisyenlik tarafı yüksek, sonradan diplomat ve politikacıya dönmüş biriydi. Türkiye'nin yeniden küresel önemini kazanması hakkındaki yazıları Erdoğan'ın düşünceleri ile uyuşmuştu. Davutoğlu, bulunduğu makama tutku ve bilgelik getirdi, yapıcı ve dostça bir çalışma ilişkisi geliştirdik ve çok defa gerginlik olmasına rağmen hiçbir zaman kopmadık."
Yurt dışında yoğun diplomasi trafiği
Davutoğlu, 5 yıl 3 ay süren dışişleri bakanlığı döneminde alanda gösterdiği performansla da dikkat çekti.
Nisan 2014'te Japonya'daki Nükleer Yayılmanın Önlenmesi ve Silahsızlanma Girişimi'nin 8. Bakanlar Toplantısına katılmak üzere Ankara'dan ayrılan Davutoğlu, oradan Meksika-Endonezya-Güney Kore-Türkiye-Avustralya Oluşumu'nun (MIKTA) Gayriresmi Dışişleri Bakanları Toplantısı'na katılmak üzere Meksika'ya geçmiş, Başkent Mexico City'deki toplantının ardından Dominik Cumhuriyeti ve Haiti'de temaslarda bulunmuş ve ABD üzerinden Türkiye'ye dönerek dünyanın etrafından tam bir tur atmıştı.
Dış politika, uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi ve tarih konularında çok sayıda kitap ve makale kaleme alan Davutoğlu, İngilizce, Almanca ve Arapça biliyor.
Sare Davutoğlu ile evli olan Ahmet Davutoğlu'nun Sefure, Meymune, Mehmet, Hacer Bike adlarında dört çocuğu var.