Pazartesi benim gazete günlerimden biri. Haftada dört yazı yap yeter dediklerinden beri (yönetim değişti ya gazetemizde) ben de çalışma günlerimi dörde indirdim.
-Dinlenmene bak, iyi etmişsin, demekte acele etmeyin lütfen. Benim günümün en az beş saati gazete ve dergi okumakla geçiyor her gün. Başka işlere benzemez, bizim yıllık mesaimiz daima 365 gündür. Cumartesi, pazar, bayram, seyran, yıllık tatil demez, biz her gün gazetelerimizi okuruz.
Allah eksiltmesin yerli yabancı, yayımlanan kitap sayısı durmadan artıyor. Gene de en merakla okuduklarımız günbegün okurlarımızdan gelen okur mektuplardır.
İşte bütün bu meşgaleyi bir yana bırakıp, 30 mayıs pazartesi sabahı gazeteyi de asarak Harbiye’deki İstanbul Kongre Merkezi’nde bir toplantıya katıldım.
Katılamasam çok üzülürdüm, ailece gittik zaten. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 2011 yılı mezunlarının diploma töreni vardı. Diploma alacak 381 genç hekimden biri de benim ortanca torunum Eren Çağlıyor. Yüksel oğlumla kızım Zeynep’in tek çocukları. Bebeklik çağında her gün birlikte olabildiğim torunum. Hatıradan yana zengin bir ilişkidir bizimki.
Doktor kavramı benim için aile hekimi Refet Beyamca ile başlar. Aslında dedemin arkadaşı. Ama biz önemlice bütün hastalıklar için Kızıltoprak’a geçer, ona görünürdük. Ameliyat kararlarını ve operatörün adını o verirdi mesela. Lisedeyken gözlük ihtiyacım başlayınca, bizi Abdülhamid’in de gözcüsü olan eski Saray hekimi Dr. Tahinci’ye de o göndermişti. Tünel’de, Hachette Kitabevi’nin üstündeydi muayenehanesi. (Abdülhamit Han ile ortak bir yanımızdır.)
Sonra sıra babam yaşındaki hekimlere geldi. 27 Mayıs İstanbul Üniversitesi tasfiyesinden, hani 147’ler diye meşhur olan hâdiseden sonra, gazeteciler ile fakülteden kovulmuş hocalar arasında yakınlıklar kuruldu. Ben de bu arada her yaştan hekim hoca dostlar edindim. Cihat Abalıoğlu, Sabahattin Kerimoğlu, Osman Barlas, Bediî Gorbon, Halit Ziya Konuralp, Kâzım İsmail Gürkan, İhsan Doğramacı, Naşit Erez, Kâzım Dağyolu gibi... Hepsini hatırlayamam.
Şimdi sıra kızımın ve oğlumun arkadaşlarında, demekten hoşlanıyordum. Bana Hakkı Amca diyen profesör hekimler. Sonunda sıra torun yaşında hekimlere geldi diye memnun ve biraz da mağrurum.
Yani pazartesi günü diploma töreninde gördüklerime hiç de tanımadığım gençler gözüyle bakmadım. Dayanabilirsem onlar arasından da hastası olacağım hekimler çıkacaktır.
381 genç hekime ödülünü veren hoca sayısı da 100’e yakındı sanıyorum
Ara yaşlarda olanlar alınmasın, ben yaşıtlarımdan sonra gençlere –yani torun takımına- ayrı bir ilgi duyarım. Kongre Merkezi’nde o sabah terütaze 381 hekim vardı. Neredeyse salon kadar kalabalık bir sahnedeydiler, diyebilirim.
Hukuk mezununa hâkim diye, avukat diye hitap etmezler. Eren ve arkadaşları o gün hocaları tarafından diploma almaya Doktor Ahmet, Doktor Ayşe, diye çağrıldılar.
Ana-babalar, elbette kardeşler, diğer (nineler ile dedeler de dahil) akrabalar için unutulmayacak bir gün ve tören oldu. Başarılı ve mutlu 381 genç hekim bir arada başlıbaşına bir güzellik oluşturmaktaydılar.
Rektörle dekandan ibaret değil. Saymadım ama herhalde 100’e yakın hoca, sahneye çıkıp öğrencilerine ödüllerini elleriyle verdiler. Yanaklarını öpmeyi de ihmal etmeden. Asıl kendileriydi elbette kutlanmayı hak edenler.
Eren’in büyük dedesi diyelim, yani babaannesinin babası da tıp hocasıydı, Prof. Murat Cankat. Yaşı gereği ve askerî hekim olduğu için cepheden cepheye koşmuş bir cerrah. Tıbbiyenin hocalar ve öğrencileri için farklı bir yuva olduğunu, onun hikâyelerinden biliyorum. Dedelikten gazeteciliğe geçersek, izlenimlerimi ve aklımdan geçenleri rasgele yazacağım.
? Çocuklarının diploma törenine gitmek, insanoğlu için başlıca bir mutluluk sebebidir. Haberi benden alın: yanınızda çocuklarınızla torunlarınızın diploma töreninde bulunmanın tadı daha bir başka.
? Hemen dikkati çeken bir fark, genç hekimler arasında kızlarımızın sayıca az olmayışıydı. Netleştirelim isterseniz. Cerrahpaşa’nın Türkçe veya İngilizce eğitim görmüş son mezunlarının sayısı 230 erkek ve 151 kızdan oluşuyordu.
(Araya bir not sıkıştırayım. 1947’de İst. Ü. Hukuk Fakültesi’nin birinci sınıf mevcudu 1500 öğrenci kadardı. Kız öğrencilerin sayısı ise 150’nin altında. Ben biraz da bu yüzden Hukuk Fakültesi’nde imtihanlara girer, vaktimin kıyas kabul etmeyecek kadar çoğunu Fındıklı’daki Edebiyat Fakültesi’nde geçirirdim. Bitişiğinde ne var? Güzel Sanatlar Akademisi. Arada ortak bir kantinleri vardı ki cıvıl cıvıl, dostlar başına!)
? Diploma töreninde bir kere daha su yüzüne çıkan gerçek, kız öğrencilerin erkek arkadaşlarından daha başarılı olduklarıydı. (Ben de yazılı imtihanlarda, en yakınımda olan kız arkadaşım Gülseren’den çok kopya çekmişimdir. Sağlığında, onun yanında çocuklarıma da söylerdim bunu. O sıkılır, nedense çocuklar imtihanda da benim ona muhtaç olmamı hiç de yadırgar görünmezlerdi. İki diploma hâlâ durur bir yerlerde: birinin notu pekiyi, diğerinin orta’dır.)
Rakamla vereyim. Pazartesi günü öğrendik ki Türkçe Tıp Fakültesi’nin ilk on dereceye giren öğrencilerinden 7’si, İngilizce Tıp Fakültesi’nin ilk beş dereceye giren öğrencilerinden de 3’ü kız doktorlarımızdır. (Toplam sayıları 151 kız ve 230 erkek öğrenciden oluştuğu halde.)
? Radikal’in yayım dünyasına girdiği yıllardı. Tıp öğrencisi üç genç kız geldi bana. Başörtüleri fakültede başlarının derdi olmuştu.
-Ne olursa olsun, bu sebeple sakın tıp tahsilinden vazgeçmeyin. Söz verin ve yemin edin işiteyim, diye ısrar etmiştim.
Sonradan aramadılar. Telefon numaralarını da sormamıştım. Merak ettim, hatta bana bir ses verin diye köşeme not düştüm, ama cevap alamadım. Bu kere başı örtülü doktor kızlarımızı görerek sevindim. Keyifleri de yerindeydi.
*
Son olarak size, Hippokrates Yemini diye bildiğimiz, MÖ V.yy dili metnin, doğru dürüst Türkçe’ye (İstanbul Tabip Odası tarafından) çevrilmiş kesin metnini vereceğim.
Hekimlik Andı
Hekimlik mesleği üyeleri arasına katıldığım şu anda, yaşamımı tüm insanlığın iyiliğine adıyorum.
Yaşantım boyunca, hekimlik mesleğini, onurunu koruyarak yerine getireceğime, hastanın sağlığını en önemli kaygım sayacağıma, hastalarımın sırlarını hiçbir biçimde açığa vurmayacağıma, hocalarıma gerekli saygıyı göstereceğime, hekimlik mesleğinin yerleşmiş kurallarına uyacağıma söz veririm.
Bütün meslektaşlarımı kardeşim sayacağıma; inanç, milliyet, cinsiyet, dil, ırk, parti ya da sosyal sınıf ayrımlarının hastamla görevim arasına girmesine izin vermeyeceğime,
İnsan hayatına her koşulda mutlak saygı duyacağıma,
Baskı altında bile olsam, tıp bilgilerimin insan haklarına aykırı olarak kullanılmasını asla kabul etmeyeceğime,
Hocalarım ve meslektaşlarım huzurunda and içerim!
Hakkı Devrim