Son dönemde, konumları ve sorunları oldukça benzeşen iki kesim bunlar. Bakkallar ve doktorlar.
Bakkallar
Bakkallar, Sayın Başbakan’ ın değerlendirmesiyle gündeme geldiler. Değerlendirmede, bakkalların bir araya gelerek, güçlerini birleştirmeleri çağrısı yapılıyordu. Bundan sonra ne yapacakları belirtilmiyordu. Ancak, tahmin edildiği üzere, büyük alışveriş merkezlerine (AVM) direnmemeleri, kendi işyerlerini tasfiye ederek, bu AVM’ ler içinde işçileşmeleri önerilmekteydi.
Bakkallar ve onları temsil eden organizasyonlar, bu değerlendirmelere katılmadıklarını, bu beyanların talihsiz açıklamalar olduğunu belirttiler ve sitemlerini dile getirdiler.
Bu konuda, birkaç sorunun yanıtını vermek gerekiyor. Bunlar:
1. Bakkallara gereksinim var mıdır ? Tabii ki vardır. AVM’ lerin yeri ayrı, bakkalların yeri ayrıdır. Herkes AVM’ lere gidecek zamanı ve imkanı bulamayabilir. İhtiyacını en yakınından ve en hızlı şekilde karşılamak isteyebilir. Bu durum oldukça da doğal ve gerçekçidir. İşte bakkallar, bu ihtiyacı karşılarlar. Bu nedenle, her mahallede, bazen her sokakta, bazen de bir sokakta birkaç tane olmak üzere, ihtiyaç oranında bakkal (veya market) olacaktır ve olmaya da devam edecektir.
2. Büyük AVM’ ler zararlı mıdır ? Bu durum sürekli tartışma konusudur. AVM’ lerin kuşkusuz yararları vardır. Daha çok ürünü aynı alan içinde görebilme, daha toplu ve ucuza satın alabilme gibi. Ancak, AVM’ ler sakıncalı yönleriyle de sürekli gündemdedirler.
Öncelikle, etraflarında büyük bir trafik yoğunluğu yaratmaktadırlar. Bu nedenle, gelişmiş ülkelerde şehir merkezine yapılmalarına izin verilmemektedir. Ayrıca, bu alanlara gidebilmek için, daha fazla araç trafiğe çıkmakta ve trafikte cepheden de, trafik sorununa olumsuz katkı yapmaktadırlar.
Aynı zamanda, bu nedenlerle hava ve çevre kirliliği yaratmaktadırlar.
Küçük ve orta ölçekli işletmeler olan bakkal ve marketleri ezdikleri için, bu alanda işsizliğe neden olmakta, istihdam sorununu negatif olarak etkilemektedirler.
Daha toplumsal diyaloga dayalı ve insancıl ilişkileri yaşatan bakkal-market benzeri kuruluşların sayısını azaltarak, büyük beton binalar içinde, insanı ezen mekanik yapıları öne çıkarmaktadırlar.
Bu nedenle, gelişmiş ülkeler çıkardıkları anti-tekel yasalarıyla, orta ve küçük işletmelerin ezilmesini engellemeye çalışmakta ve AVM’ leri şehir dışlarına çıkarmaktadırlar.
Maalesef Türkiye’ de, bu yöndeki toplumsal bilinç ve duyarlılık henüz yeterince olgun değildir. İktidarlar da, bu konularda orta ve küçük işletmeleri koruyacak önlemler alacaklarına, belirli rant gruplarının saldırılarına kayıtsız kalmakta ve hatta çoğu zaman onlara kolaylık sağlamakta ve işbirliği yapmaktadırlar.
Doktorların Durumu
Maalesef, onların şu andaki durumu da bakkalların durumuyla büyük benzerlik göstermektedir. Son dönemde bu alanda alınan kararlar, daha da acımasız ve talihsiz niteliktedir. Ülke ve toplum çıkarlarına da aykırıdır.
Benzer soruları burada da soralım:
1. Muayenehane, Poliklinik, Laboratuvar, Tıp Merkezi gibi küçük ve orta ölçekli sağlık kuruluşlarına toplumun ihtiyacı var mıdır ?
Kesinlikle evet. Çünkü bu kuruluşların kuruluş ve işletme maliyeti daha ekonomik olduğu için, her yerde açılabilirler. Bu nedenle, toplum içinde yaygın olarak konuşlanabilirler. Dolayısıyla da, halka en yakın sağlık üniteleri niteliğindedirler. Halkın bunlara erişimi çok kolaydır ve aynı zamanda da ekonomiktir. Ayrıca, bu nitelikte kuruluşlar ve hekimler, halk ile içli dışlı hale gelmişlerdir ve halkın sağlık sorunlarını çok iyi tanır haldedirler. Dolayısıyla, sağlık sorunlarını daha hızlı, kolay ve ekonomik biçimde çözmektedirler.
Tüm dünya da bu durumun farkına varmış haldedir ve genel uygulama olarak, işletmesi daha kolay ve ekonomik olan bu nitelikteki sağlık kuruluşları devlet ve sigorta sistemi tarafından desteklenmekte, teşvik edilmektedir.
Hastaların % 80’ den fazlasının sorunları, bu nitelikteki ayaktan tanı ve tedavi kuruluşlarında çözülmektedir.
Türkiye’ de ise, bunun tam tersine bir uygulama söz konusudur. Alınan kararlarla, hastane tarzı kuruluşlar desteklenmekte ve adeta teşvik edilmektedir. Halbuki hastaneler, kuruluşu ve işletmeciliği pahalı olan yapılardır. Ayrıca, her yere hastane kuramazsınız. Büyük şehirlerde, buna uygun alanlar bulamazsınız. Bunun dışında, 24 saat hizmet sunumu zorunluluğu ve ek donanımlar nedeniyle, hizmet oldukça pahalı bir özellik kazanmaktadır. Hastaların birim maliyeti, ayaktan tanı ve tedavi kuruluşlarına göre yaklaşık 3-5 kat daha pahalıdır. Yani, hastaları böyle bir çarktan geçirmenin maliyeti kat kat daha fazladır.
Bunun dışında, her yerde hastane kurulamayacağı için, hastaların bu yerlere erişimi zordur. Zaman kaybı söz konusudur. Trafik sorununu daha da ağırlaştıracak bir insan ve araç hareketlenmesini gerektirir. Hastanelerde yığılma nedeniyle, kuyruklar oluşmaktadır.
Sonuç olarak, sağlık sorunlarının çözümünde özellikle hastane tarzı işletmeleri desteklemek ve teşvik etmek yanlıştır. Hastanelerin rolü ayrıdır, ayaktan tanı ve tedavi kuruluşlarının rolü ayrıdır. Ayaktan tanı ve tedavi kuruluşlarında sorunu çözülebilecek hasta oranı % 80’ den fazladır ve bu hastalar bu tür kuruluşlarda sağlık sorunlarını çözmelidirler. Yatış gerektiren hastalar da, hastanelere sevk edilmelidirler.
Ülkemizde, maalesef bu basit kural bile uygulanamamaktadır. Aksine, bunun tam tersine, akıl almayacak yasa ve yönetmelikler çıkarılmaktadır.
Örneğin, SGK yalnızca hastaneler ve bazı hastane benzeri tıp merkezleriyle sözleşme yapmaktadır. Muayenehaneler, poliklinikler, laboratuvarlar ve görüntüleme merkezleri sözleşme kapsamı dışındadır. Bu durum, açık şekilde hastaneciliği teşvik niteliğindedir.
Yine çıkarılan yönetmeliklerle, poliklinik ve tıp merkezi gibi kuruluşların açılabilmeleri zorlaştırılmaktadır.
Son olarak çıkarılan Tamgün Yasası ile, doktorların bağımsız olarak işletmeler oluşturabilmeleri ve bağımsız çalışabilmeleri pratikte çok zor hale getirilmiştir. Doktorların, kendi muayenehane ve polikliniklerini kapatarak, devlet hastanelerine dönmeleri için bir dizi zorlama kararlar getirilmektedir.
Tüm bunlar, ülkenin ve toplumun çıkarlarına aykırı kararlardır. Kararların ekonomik bedeli daha ağır olacaktır. Aynı zamanda, dünyadaki evrensel uygulamalara da aykırıdır. Basit akıl-mantık kurallarına da aykırıdır.
Şemsiye tersine çevrilmiş durumdadır.
Peki, bu kadar hatalı, ülke ve toplum yararına olmayan düzenlemeler neden yapılabilmektedir ?
Acaba bakkallara karşı AVM’ lerin acımasız saldırılarının benzeri, sağlık alanında da doktorlara karşı, ucu dışarıda birtakım rant grupları tarafından sürdürülüyor olmasın ?
Hiç kuşkunuz olmasın ki, “Teşbihte hata olmaz !”. Birazcık düşünür ve gözlerseniz, yürütülmekte olan programın, kimler tarafından zorlandığını ve hangi rant gruplarının yararına geliştiğini kolaylıkla görürsünüz.
Acaba bu durumda Türkiye’ nin milli kurumları olan Sağlık Bakanlığı, SGK, Maliye Bakanlığı, TBMM, hükümet gibi kuruluşların görevi küçük ve orta ölçekli sağlık kuruluşlarını korumak mı, yoksa onları uluslararası rant kuruluşlarının önüne yem olarak sunmak mı olmalıdır ?
Temel tercih burada yatmaktadır.
Ancak emin olduğumuz ve kesinlikle inandığımız bir durum vardır ki, o da yanlış ve toplum yararına olmayan politikaların kalıcı olmayacağı ve bir gün geri döneceğidir.
12-02-2010
Doç. Dr. Paşa Göktaş
Tel/Fax : 0216-348 26 12
GSM : 532 243 84 74
e-mail : tiplab@tiplab.org
web : www.tiplab.org