Zeytinyağı mı Hindistan cevizi yağı mı?

Baştan belirteyim: Hindistancevizi yağını zeytinyağı ile kıyaslamak zeytinyağına ayıp olur. Belki tereyağı ile kıyaslayabiliriz. Peki ‘Hindistancevizi yağı mı, tereyağı mı?” derseniz, yanıtı aşağıda...


Önce şunu bilelim: Zeytinyağı dünyanın en kaliteli, en sağlıklı, en güvenli yağıdır. Bu kesin! Sonra da şu cümleyi not düşelim: Soğuk sıkım sızma zeytinyağı tabiatın bize sunduğu bir armağandır. Nedeni çok: Yaşlanmanın temel nedeni inflamasyonun ilacı zeytinyağıdır. Bir başka yaşlanma tetikleyicisinin, oksidasyonun panzehri de yine bu yağdır. Kanser önleyici, damar koruyucu, ağrı kesici, cildi, saçları güzelleştirici etkilerini ise zaten biliyoruz. Zeytinyağı mükemmelliğini öncelikle harika bileşimine borçlu.

TEK EKSİK: OMEGA-3

Yapısının %70-75’ini tekli doymamış, %10-15’ini doymuş, %10’unu da çoklu doymamış yağlar oluşturuyor.

Peki, bir eksiği veya ayıbı yok mu? Maalesef var! Mesela içinde yeteri kadar omega-3 yağ asidi yok. Mesela fiyatı çok pahalı. Keşke daha ucuza satılsaydı.

Hindistancevizi yağına gelince. Onu zeytinyağı ile kıyaslamak zeytinyağına ayıp etmek olur. Belki tereyağı ile kıyaslayabiliriz o kadar! Çünkü içinde %60’tan fazla doymuş yağ var. Zaten bu nedenle de oda ısısında süratle katılaşıyor. Yapısında antienflamatuar laurik asit ve damar koruyucu kısa zincirli trigliseridler olsa da bu avantajlarıyla bile zeytinyağı ile yarıştırılamaz. Peki, “Hindistancevizi yağı mı, tereyağı mı?”

Burada da yanıtım net ve açıktır: Tereyağı!

EN ÇOK PREBİYOTİK NELERDE VAR

Bağırsaklarımızdakİ trilyonlarca dost bakterinin varlıklarını sürdürebilmeleri, işlerini doğru dürüst yapabilmeleri için onlara yeteri kadar PREBİYOTİK gıda yani “YEM” vermek zorundayız.

Çünkü onlarla aramızdaki ilişkide “besle kargayı oysun gözünü” durumu değil, “bir koy beş al” ilişkisi var.  Çoğu sağlık sorunundan (kilo, kanser, alerji, iltihap, ishal, kabızlık) onlar sayesinde korunuyoruz. Kısacası prebiyotik yemlerin neler olduğunu bilmemiz, sofralarımızı buna göre düzenlememizde fayda var. Prebiyotik bakımından güçlü olan besinlerin bazıları şunlar:

- Soğan ve sarımsak
- Yerelması
- Pırasa
- Muz (yarı olgun)
- Elma
- Kuşkonmaz
- Kakao
- Arpa ve yulaf
- Ketentohumu

LİMON SUYU NE YAPAR?

Sabah, öğle, akşam içmeniz fark etmiyor, 1/5 çay bardağı limon suyu (üzerine su ekleyebilirsiniz) size pek çok avantajı aynı anda sağlayabiliyor. Mesela mı?

1. Sizi C vitamini zengini yapar, potasyum ve folik asit gücünüze de güç katar.
2. Antioksidan sisteminizi destekler. 
3. İştahınızı dengeler.
4. Kabızlığa çare olabilir.
5. Enerji verir, egzersiz performansınızı yükseltir.
6. Ruhsal durumunuzu dengeler, belleğinizi destekler.
7. Vücudunuzu alkalize edip asit yükünüzü azaltır.
8. Kanserle mücadeleyi destekler. 
9. Detoks sistemlerinizi aktifleştirir.
10. Dikkatinizi keskinleştirir.

İŞTAH KONTROLÜNDE ON MÜHİM ÖNERİ

1. Daha çok protein: Kahvaltıda yumurta ve peynir. Öğle ve akşam et, balık, tavuk, yoğurt. İçecek olarak da ayran.

2. Daha çok posa: Kahvaltıda salatalık, yeşil biber, domates, yulaf ezmesi. Öğle ve akşamları sebze çorbası, bol salata, haşlanmış sebze ve/veya bakliyat.

3. Bol su: Fırsat buldukça (yemek yerken değil, aralarda) sık aralıklarla kaliteli, mineral zengini su.

4. Daha fazla omega-3: Yağlı balıklar, omega-3’lü yumurtalar, semizotu ve ceviz.

5. Bitter çikolata: En az %85’ten fazla kakao içeren siyah çikolata da iştahı baskılayabilir. Tabii ki miktarı abartmamanız koşuluyla. Tavsiyem 25 gramla yetinmenizdir.

6. Biraz daha zencefil: Çorbalara zencefil, aralarda da zencefilli çay.

7. Daha çok baharat: Özellikle de kapsaisin zengini kırmızıbiber ve de tarçın.

8. Daha çok ve sık egzersiz: Şu üç egzersiz daha çok tok tutuyor: Bir, yürümek. İki, yürümek. Üç, yürümek!

9. Daha uzun çiğneme çalışması: Lokmalar en az 20 kez çiğnenmeden yutulmayacak. Hedef 40’lı rakamlara ulaşmak olacak.

10. Daha az stres: Stres arttıkça duygusal açlık artıyor.

HİPERTANSİYON SALGINININ TEK SORUMLUSU TUZ MU?

Aşırı tuz tüketimi tabii ki mühim bir hipertansiyon tetikleyicisi. En önemli sorumlu da muhtemelen o.

Ama problem sadece ondan kaynaklanmıyor; bir bölümünü de “sodyum/potasyum oranının bozulması” ile “kilo salgını” oluşturuyor. Özeti şu: Son elli yılda besinlerle sadece gereğinden çok sodyum kazanmıyoruz.

Aynı zamanda yeteri kadar potasyumu da bedenimize dâhil edemiyoruz. Neticede sodyum/potasyum oranımız bozuluyor, oran bozulunca da tansiyonumuz yükselmeye başlıyor.

ÖZETİ ŞUDUR:

Ayrıca kilo salgını da mühim bir tetikleyici zaten.

Özellikle İNSÜLİN DİRENCİ ile birlikte olan ve bel çevresini genişletip ideal kiloyu %10 aşan kilo kazanımlarında hipertansiyon beklenen bir sonuç. Özeti şudur: Tuzu, sodyum içerikli paketlenmiş gıdaları azalt! Potasyum zengini gıdaları (muz, kayısı, portakal) çoğalt. Bedenine daha fazla magnezyum (ceviz, kabak çekirdeği, bakliyat) ve kalsiyum (yoğurt, peynir) kazandırmaya bak! Ve tabii ki kilonu dikkatle izleyip bel çevreni özenle takip etmeyi ve her gün 30-45 dakika “yürümeyi” sakın ihmal etme.


Osman MÜFTÜOĞLU
HÜRRİYET

 

Manşetler

DUYURU-4