Poliklinikler yaşanılan ülke ve “zamanın ruhuna” dair önemli ipuçları sunar.
Bu “zamanın ruhu” meselesini açmak için, artık nadirattan olmayan bir hasta hekim diyaloğunu aktarmak isterim öncesinde:
-Nasıl yardımcı olabilirim?
-Biraz kilo fazlam var. Şeker, kolesterol ve guatr tahlillerini istiyorum. Tabi ki insülin düzeyimi de!
-Bunlara neden gerek duydunuz?
-Endokrin uzmanına doğrudan randevu alamadığımız için iç hastalıkları bölümü olarak size mecburen geldik. Yoksa endokrinoloji uzmanına gidecektik ama neyse!
-Yakın akrabalarınızda şeker hastalığı, kalp hastalığı var mı?
-Yok. Ha, bir de vitamin düzeylerime baktırmanızı istiyorum.
(Hekim sabırla hastanın laboratuvar arşiv verilerini bilgisayardan kontrol eder)
-Herhangi bir yakınmanız var mı?
-Yok, ama dedim ya kilo fazlam var. Ha, bu da arkadaşım. Benden sonra da onun randevusu vardı. Aynı tetkikleri ona da istiyoruz.
Oysa hastanın ilk kez gelmediğini anlamıştır hekim. Çok sayıda tetkik yapılmıştır öncesinde. Hekimin önünde iki yol vardır. Birincisi en basiti olup tüm talepleri 10 saniye içinde bilgisayara işleyip laboratuvara göndermektir. Maliyeti herbir hasta için yüz lirayı geçer. İkincisi biraz çetrefildir, sabrınız varsa birlikte izleyelim:
-Daha iki ay önce tahlil yaptırmışsınız, neden tekrar talep ediyorsunuz?
-Onlar eskimişti.
-Ama onunla sınırlı değil tetkikleriniz. Son üç yılda nerede ise iki/üç ayda bir tahlil yapılmış. Sadece kolesterolünüz hep aynı seviyede yüksek o kadar. Bu bolca tetkik yaptırıp hiç diyet ve egzersiz yapmadığınızın kanıtı.
-O kadar olmuş mu tetkiklerim?
-Her ne kadar bana hekimliğe dair bir alan bırakmadınızsanız da size bir soru soracağım. Üç kilo fazlanız için yemeğinizi sınırlamayı, yürümeyi veya başka bir egzersizi hiç denediniz mi? Bence bir hekim veya diyetisyene ilk aşamada danışacak hiçbir şeyiniz yok. Bunca tetkik talep etmeye yetecek enerjinizi neden kilonun nedenlerini bilmeye, önlemeye ayırmıyorsunuz?
Diyalog bu kadar sakin geçmeyebilir her zaman. Hasta adayı barkodu fırlatabilir, bağırmaya başlayabilir, kapıyı çarpıp gidebilir.
"Satılık hastalıklar" çağının topluma "sağlıkta dönüşüm" diye pazarlandığı sistem bu kadar çarpık işte. İnsanlara kaygı yükleyip, çözüm yolları konusunda özgüvenlerini sıfırlayarak tıbbi teknoloji ile bir tür bağımılık ilişkisi geliştirildi son yıllarda. Eğer tetkik taleplerini yerine getirmezse hekimler müthiş bir gerginlik sarabiliyor ruhlarını.
Misal bir hasta eşi ve çocukları ile hastanenin yolunu evhamla tutabiliyor. Mesele nedir diye sorduğunda hekim, "karaciğer yağlanması" diyebiliyor aynı anda üç ses birden. Bu sefer hekim soruyor:
-Başka hastalığınız var mı?
-Yok.
-Peki, sizce kilo fazlanız var mı?
-Evet, 15 kg fazlam var diye düşünüyorum.
-Sizce bu kilo kas mı yoksa yağ mı?
-Spor yapmıyorum ki! Olsa olsa yağdır herhalde.
-Sizce bu yağlı 15 kg fazlanızın karaciğerde birikmesine engel var mı?
-Bunu hiç düşünmemiştim.
Evet, sorunu "karaciğer yağlanması" olarak pazarlayınca mevcut sağlık sistemi, hasta bir anda alıcısı oluyor. Oysa hiç gelmeseydi bu sağlığın metalaştırıldığı kurumlara kendisi zaten kilolu olduğunun farkındaydı ve karaciğerin yağlanması konusunda kafası karışmamış olacaktı. Üstelik yüzyıllardır bildiği gibi insan evlatları "kilo fazlası obur ve tembel işidir" çözümü ise farkındalığında saklıdır.
Tüketim toplumu kılınmanın yolu, yordamını az da olsa paylaşmak istedim bugün. Tüketilen ve değersizleştirilenlerden birisi de hekim emeği. Televizyon ekranından heybesine topladığı bilgi parçacıkları ile "bilen" haline geldiğine inanan insanlar, misal 3-5 kg fazlaları için 6 yıllık tıp eğitimi alan hekimi bir kenarda tutalım üzerine 4 yıl daha uzmanlık eğitimi yapan dahiliyeciyi de denk görmüyorlar kendileri ile. Üzerine üç yıl daha yan dal olarak endokrinoloji eğitimi almış hekim arıyorlar. Hasılı toplamda lise sonrası onüç yıl tıp eğitimi almışlığı ancak kabul eyliyorlar.
Bilgi toplumu mu dediniz?
Şen ola hayat, şen ola!
Dr. Zeki Gül / Evrensel