'Sağlık' merceğinden görünen 'kim'liğimiz

Günümüzde hastalar/müşteriler/tüketiciler tıbbi bilgiler ve kendi sağlıklarıyla ilgili yaklaşımlar üzerinden bir kimlik geliştiriyorlar. Tıbbi bakımın alıcıları olarak hastalar ...

Bir bebek daha doğmadan dualarımıza eklenir sağlıklı bir ömür dileği. Ama uzun ve sağlıklı ömür dileklerine, hayır ve bereket dileklerinin eklenmesi de itiyattandır.



Çünkü sağlık ve uzun ömür, maddi olarak görülebilen parametreleridir hayatın. Hayır ve bereketse bizi ötelere bağlayan manevi ve uhrevi hayatla ilgili unsurlardır ve bunlardır hayata gerçek anlamını veren. Son günlerde dikkat ettim de sağlıklı ömür dileklerimizde bir vurgu değişimi yaşıyoruz. "Kaliteli yaşam" terkibinde kendisini izhar eden sağlık odaklı bir hayat anlayışı sadece tıbbi alanla sınırlı değil, kimlik kurucu bir öge olarak tedavülde.

Günümüzde hastalar/müşteriler/tüketiciler tıbbi bilgiler ve kendi sağlıklarıyla ilgili yaklaşımlar üzerinden bir kimlik geliştiriyorlar. Tıbbi bakımın alıcıları olarak hastalar, ciddi bir "müşteri bilinci" sergiliyorlar. Televizyondaki tıp programları bir yandan, internetteki enformasyon yığını diğer taraftan, hastalar sorumlu biyolojik vatandaşlar, bilinçli müşteriler olmak için pek çok imkâna sahipler. Yani günümüzde sağlık, bireysel kimliğin ayrılmaz bir bileşeni.

Geçtiğimiz yüzyılda sosyal politikaların konusu, ulus devletin kurucu ögesi ve vatandaşı kontrol etmenin bir aracı olarak işlev görüyordu sağlık. Bu nedenle de sağlıktan refah devleti ve kurumlar sorumluydu. Ama Z. Bauman'ın da vurguladığı üzere günümüzde "hastalık suçu" kurumlardan alınmış ve postmodern stratejilerle uyumlu bir şekilde bireyin yetersizliğine atfedilmeye başlanmıştır. (Parçalanmış Hayat, 2001) Nasıl ki küresel iktisadi yapının ortaya çıkardığı esnek iş dünyasındaki başarısızlık bireyin yetersizliğine bağlanıyorsa, sağlık alanındaki "başarısızlık" da tamamen bireyin yetersizliğine bağlanır hale gelmiştir. Yani sağlıklı olmak bireyin sorumluluğunda olan bir şeydir. Diyetinde dikkatli olmalı, sağlıklı beslenmeli, spor yapmalı, kontrolleri zamanında yaptırmalı, erken teşhis imkânını gözden kaçırmamalı, verilen tedavileri harfiyen uygulamalı vs. Bunlar yapıldığında sağlıklı olmak adeta garanti altındadır.

Yaygın olan bu kabulde bireyin yaşadığı ekonomik ve sosyal çevre, hatta ekolojik çevre, sanki sağlığı belirleyen bağlamın dışında gibi telakki edilir. Oysa, mesela Çernobil kazası sonrası aldığı radyasyon sonucu kanser olanlar için hangi bireysel ihmalden bahsedilebilir? Ya da Somali'de protein yetersizliğinden pek çok hastalıkla pençeleşen ve erken yaşlarda hayata veda edenler, yanlış bir hayat tarzı seçtikleri için mi bu akıbete düçar olmuşlardır? Küresel ısınmada payı olan gelişmiş ülkelerin, sömürge geçmiş nedeniyle bozulan iktisadi ve siyasi yapının, dünya çapındaki adaletsiz paylaşımın rolünü sorgulamalı değil miyiz? Esasında bu radikal soruların üzerini örtmek ve sağlığı bir tüketim unsuru olarak kullanmak üzere bireyselleştirilmektedir sağlık.

Biz Müslümanlar olarak sağlık meselesine, sadece dünyevi açıdan, yani toplumsal, siyasal ya da ekonomik düzlemden bakamayız elbette. Nimet, emanet, ahiret gibi kavramlardır paradigmamızı belirleyecek olan. Dünyanın bildiği adla Muhteşem Süleyman'ın "Olmaya cihanda devlet bir nefes sıhhat gibi" mısrası, sağlığın ne derece kıymetli bir nimet olduğuna işaret ediyor. Aynı hususu vurgulayan pek çok kelamı kibar, beyit, deyim var dilimizde. Allah'ın her derdin devasını da yaratmış olduğunu vurgular bir hadisi şerifinde Efendimiz. Ama unutmamalıyız ki Müslümanlar için yaşanan her şeyin bir de "ibtila" boyutu vardır. Hastalıklar bazen bize lutfedilen dertlerdir. Eyyub Aleyhisselam, hastalığa sabrı sonucunda ulaşmamış mıdır derecei âlâya? Günümüzde yaşamın her alanı tıbbileştirildiği ve sağlıklı olmak bir fetiş gibi peşinden koşulan bireysel bir çaba haline geldiği için, hem yaşama hem de sağlığa emanet perspektifinin dışında, tamamen seküler gözle bakılıyor.

Somatik kimlik

İçinde yaşadığımız ortamı analiz ederken sadece sosyolojik gözlemler değil, bizi müteal olana bağlayan duruş ve bakış açımız da devreye girmelidir elbette. Ama sadece sosyolojik gözlemler bile, tıbbi alanda yaşanan değişimlerin kişilerin kendilerini tanımlamada köklü dönüşümlere yol açtığını gözler önüne seriyor. Mesela yeni üreme teknolojileri daha önceleri var olmayan yeni birtakım kategoriler ortaya çıkardı: biyolojik anne, psikolojik anne, taşıyıcı anne, ailevi baba, sperm bağışçısı, yumurta bağışçısı. Kişinin kimlik anlatısında ve algısında önemli bir yeri olan akrabalık ilişkilerinde keskin bir dönüşümün yaşandığını gösteriyor bu yeni kategoriler.

Farmakolojideki, yani ilaçlarla ilgili gelişmeler de kişiliğin algılanışında ciddi dönüşümlere yol açıyor. Karakter, eğilim, kişilik tipleri vs. tüm bunlar birtakım kimyasal ilaçlarla belli formlara sokulabilir nitelikler haline geliyor. Mesela Prozac içe dönük kişileri dışa dönük ve özgüvenli hale getirirken, hiperaktivite tedavisinde kullanılan Ritalin, dikkati dağınık kimseleri dikkatli ve titiz hale getirebiliyor. Böyle olunca da kişilik ve kimlikle ilgili hem dışardan tanımlamalar hem de kişinin kendi kimlik algısı, biyokimyasal süreçlerin izinde tayin edilebiliyor ancak.

Kadim çağlarda kişiliği belirlediğine inanılan ruh ya da modern döneme hakim olan kartezyen düşüncenin ortaya koyduğu ikilik dahilindeki zihin, günümüzde tamamen bedenin bir fonksiyonu olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Yani kişiliği belirleyen zihin ya da ruh değil, beyindeki kimyasal terkiptir. Zihin de zaten beynin bir işlevidir bu anlayışta. Ve bu işlevin terkibi ilaçla değiştirilebildiği için insan oluş da "iyi hayat" da tamamen kimyasal ve somatik bir düzeye indirgenmiş olur. C. Novas ve N. Rose bu gelişmeyi "somatik kimlik" kavramlaştırmasıyla açıklamaya çalışır. ("Genetic Risk and the Birth of the Somatic Individual")

Genetik kimlik

Son on yıldır daha fazla gündem oluşturan yeni genetik de çağdaş kimlik pratiklerine bağlanıyor bir şekilde. Yaşam stratejik bir girişim olunca, hastalık ve sağlık kategorileri de seçim ve irade yetileri ile donatılmış kendini üretme, kendini inşa etme ve öznelliğini sergilemenin araçları olarak tedavüle giriyor. Bu bağlamda genetiğin de hayatı ve benliği tanımlayıcı düşünceye dahil oluşu, sadece yaşam stratejilerine genetik bir renk vermekle kalmıyor. Genetikle ilgili bilgi sahibi olmak, aynı zamanda yeni etik sorumluluklar da yüklüyor insanlara.

Mesela bir hastalığın genetik olduğu tespit edilirse, bu artık bireysel bir mesele olmaktan çıkıyor ve öncelikle ailevi bir mesele haline geliyor. Böylece genetik düşünce yeni bir genetik sorumluluk yüklüyor kişilere. Kişi geçmişini bu yeni bilgi eşliğinde kurmakla kalmıyor, evlenip evlenmeyeceğine, çocuk sahibi olup olmayacağına, genetik hastalık riskini dikkate alan bir yaşam tarzını sürdürüp sürdürmeyeceğine karar vermek zorunda kalıyor. Böylece genetik bilgi, riskli bireyin kendini tanımlamasını ve faaliyet tarzını da şekillendiriyor.

Bu ne demektir? Kim olduğumuz, ne yapmamız gerektiği ve neyi ümit edebileceğimizle ilgili belirleyici değerler arasına moleküler bilginin de dahil olması demektir. Sekülerlik ve kimlik konularında kendisine referans göstermeden geçemeyeceğimiz Charles Taylor, kimliği "özdeşleşmeler ve bağlanmalar" üzerinden tanımlayabileceğimizi söyler. Bu bağlanmalar ve özdeşleşmeler, "duruma göre neyin iyi ya da değerli olduğunu, neyin yapılması gerektiğini, ya da neye onay verdiğimi ya da karşı çıktığımı belirlemeye çalışabileceğim çerçeveyi ya da ufku sağlar." (Sources of the Self, 1989).Bu manada kimlik, sadece kim olduğumuz duygusu değildir, yani sadece bir tanımlama değildir. Aslında Friedman'ın ifadesiyle "dünyaya bakmak için kullandığımız mercektir." (Yatay Toplum, 2002)

Bu açıdan bakıldığında "tıbbileştirme ve sağlık fetişizmi" bir taraftan, genetik bilgilenme diğer taraftan dünyanın eskisi gibi görülmediği bir görüş açısı sunmaktadır. O halde şu sorular üzerinde düşünmeli değil miyiz: Tıp endüstrisinin sunduğu "sağlık" merceğinden bize ulaşan, sadece bu dünyaya odaklı görüntü ne kadar hakikattir? "Kendini bilen, Rabbini bilir" sözünde ifadesini bulan hakikate ulaşmak ise maksudumuz, kendimizi somatik ve moleküler gerçeklikte bulabilir miyiz?


Nazife Şişman Sosyolog-Yazar

Manşetler

DUYURU-4