Sağlık Hukuku, son yıllarda hukukçuların karşısına yeni bir uzmanlık alanı olarak çıkıyor; hasta hakları, hekim sorumlulukları gibi kavramlar daha sık telaffuz ediliyor. Konuyla ilgili olarak Dr. Av. Mert Van hekim ile hasta ilişkisi ve sağlık hukukuna ilişkin bilgi ve tecrübelerini paylaşıyor.
Üç yıl önce sağlık sektöründe hukuksal bilgi ihtiyacının artacağı öngörüsü ile başlattığım sağlık hukuku çalışmalarıma hız kazandırarak devam etmekteyim. Bu güne kadar tarafımdan 1000'e yakın doktora sağlık hukuku eğitimi verilmiştir. Halen sektöründe markalaşmış sağlık kuruluşlarına ekibimle birlikte hukuki danışmanlık hizmeti vermekteyiz. Ayrıca en kısa zamanda baskıya sunulacak "Sağlık Hukuku ve Hasta-Hekim Hakları" isimli bir kitapla da piyasada bulunan sağlık hukuku kitaplarının aksine sağlık hukukuna, hem halkın anlayabileceği hem de hekimlerin bilgilenebileceği bir nitelik kazandırmayı amaçlamaktayım.
Hasta ne umuyor, ne buluyor?
Hastanelerden adliyelere ve ardından basın aracılığıyla kamuoyuna ulaşan, kimi zaman skandal boyutuna varan sağlık hukuku ihtilaflarına her gün bir yenisi eklenmektedir.
Eskiden, özel ve üçüncü kişilerce pek de dikkate değer bulunmayan hasta-hekim ilişkisi, güncel düzenlemelerin de etkisiyle bambaşka bir yapıya bürünmüş ve hemen hepimizin müdahil olduğu bir görünüm kazanmıştır.
Bugün hastalar karşısında hekimlerin yanı sıra işinde uzman sağlık kuruluşları yer almaktadır. Sağlık sektörü bir kamu hizmeti olma kimliğinden yavaş yavaş sıyrılmakta ve rekabetçi yapının hüküm sürdüğü, kar gayesinin "sağlık hakkı" kavramının üstünü örttüğü bir hal almaktadır.
Sağlık hizmetini özelleştirme hedefi ve bunun sonucunda hekim hasta ilişkisinin aldığı kaotik görüntü, hekimle müzakere edecek tıbbi bilgiye sahip olmaması sebebiyle hali hazırda teşhis ve tedavi sürecinin dışında kalan hastayı, hekim karşısında daha da edilgen kılmaktadır.
Türk Sağlık Sistemi'nin işleyişindeki aksaklıklar göz önüne alındığında, bu konuda hekimi suçlayabilmek çok da mümkün görünmemektedir. Hekimlerin iş yükü, çalışma koşullarının ağırlığı ve üstlendikleri stresli ve zor göreve karşılık ellerine geçen düşük ücretler hekimin, hastalıktan ziyade hastaya odaklanmasını ne yazık ki zorlaştırmaktadır.
Hekimin görev tanımı "doğru teşhisi koymak ve doğru tedaviyi uygulamak" olarak yapılıyor. Hekim, hastalığı belirliyor / hastanın şikâyetini dinliyor ve tüm tıbbi bilgi ve tecrübesini de kullanarak o hastalığı yok etmek /şikâyeti gidermek için çaba sarf ediyor.
Bu arada ne yazık ki hasta gözden kaçıyor. Hastalık, hastanın önüne geçiyor ve sonuçta "hasta"ya vakit kalmıyor. Çünkü hekimin muayene etmek, rahatsızlığını anlamak ve tedavi etmek zorunda olduğu onlarca "hastalık sahibi" hala kapısının önünde bekliyor oluyor.
Sağlık sisteminin hali hazırdaki durumu göz önüne alındığında hekimlerden bundan fazlasını beklemenin çok da adil olamayacağı görülüyor.
Ne var ki artık hastanın beklentileri, kendisine sunulabilenin çok daha üstünde. Hasta, anlatmak istiyor, ilgi görmek, aydınlatılmak ve hatta teselli edilmek istiyor. Teşhis ve tedavi sürecinde "bilgilendirilen" olmaktan öteye geçmek, hekimiyle birlikte tüm süreci değerlendirmek, tartışmak, süreç içinde etkin rol almak istiyor.
Otuz hekimden biri şikayet ediliyor
Sağlık Hukuku alanında toplumsal bilinci oluşturmak için yürütülen faaliyetlerin neticesinde hastaların konuya ilişkin bilgileri büyük oranda artmış, dolayısıyla hak arama yetileri de gelişmiş durumda. Son yıllarda tıbbi uygulama hataları nedeniyle hekimler aleyhine açılan dava sayısındaki büyük artış, eminim hepimizce fark ediliyor.
Sağlık hukukundaki değişimler, yeni uygulamalar, Türk Ceza Kanunu'nun yeni düzenlemeleri insan değerini ön plana çıkarmış olmakla beraber, hekimlere ağır sorumluluklar yüklemiştir. Mevcut ihtilafların bir tarafını, hastalar oluştururken, diğer tarafta, yeni yasalar karşısında kendilerini tehdit altında hisseden hekimler yer almaktadır.
Hastaların haklarını arama yönündeki becerileri ile hekimlerin yeni düzenlemeler ile pasifize edilişi eş zamanlı olarak gelişmiş ve hekimler, adeta birer hedef haline gelmişlerdir. Gazeteleri açıp baktığımızda hekimin, toplum tarafından hiç olmadığı kadar çok sorgulanır hale geldiği, mercek altına alınmış olduğu hepimizce fark edilecektir. Hekimler aleyhine başlatılan her hukuki süreç, aleyhe çıkan her mahkeme kararı veya yeni yasal düzenlemeler kamuoyunu, hekimi biraz daha sıkıştırmak konusunda teşvik eder niteliktedir. Nitekim gelinen noktada, ülkemizde görev yapan her 30 hekimden 1'i şikayet edilmektedir.
Hekimin eli kolu bağlı
Şüphe yok ki hekimlik mesleği en ufak hatanın dahi tolere edilemediği ender meslek dallarından biridir. Hekim, mesleğinin sujesi "insan" olduğundan, diğer birçok mesleğin gerektirdiğinden çok daha geniş bir özen yükümlülüğü ile sarmalanmıştır. Hekimin en ufak kusurundan dahi sorumlu tutulması görüşü Yargıtay tarafından da benimsenmekte; vermiş olduğu ilacın yan etkisinden dahi hekimin sorumlu tutulması gerektiğini öngören ve hekim sorumluluğunun sınırlarını giderek genişleten kararlar sık sık medyada yer almaktadır.
Fakat unutulmamalıdır, hekimlik aynı zamanda, yaşam hakkının teminini sağlayan, insan haklarının sağlık alanındaki yansıması olan sağlık hakkının sunumuna vesile olan kutsal bir meslektir.
Geçtiğimiz hafta gazetelere yansıyan, down sendromlu doğan çocuğunun ailesinin hekime karşı açtığı tazminat davasına ilişkin haberde davaya konu hekimin isyanı dikkate değerdir:
"Bu korkularla hekimlik görevimizi yapamayız."
Ne yazık ki hekimleri mesleklerini yaparken sürekli tedirgin eden, diken üstünde tutan bir noktaya gelmek üzereyiz.
Hekimlere yöneltilen tüm bu suçlayıcı yaklaşımlar, maruz kaldıkları yargılamalar bu kutsal ve bir o kadar da zor mesleğin mensuplarını yıpratmakta, itibarlarını zedelemekte; onları gerçekten sevmeksizin yapılamayacak kadar fazla fedakârlık gerektiren hekimlik mesleğinden soğutmaktadır. Basından izlediğimiz kadarı ile hekimlere yönelen ve büyüyerek yükselen bu yeni sorgulayıcı dalga; hasta yakınları tarafından hekimlere karşı yapılan tehditlere, linç girişimlerine ve hatta cinayetlere kadar varmaktadır.
Oysa hasta - hekim ilişkisinin en önemli unsuru güvendir. Sağlık personeli ve hastalardan oluşan, birbirini tamamlayan bu iki grubun birbirleri için birer tehdit, tehlike unsuru olarak görüldüğü bir manzara son derece üzücü ve toplumun geneli için endişe vericidir.
En iyiye ulaşmak ancak hekim, hasta ve hukukçunun el ele verdiği bir düzenle mümkündür.