Gıda sektöründe ‘obezite pazarı'na yatırım yapmak için şimdi pek çok neden var. Malum vücutta yağ dokusu rezervinde aşırı artışa neden olan şişmanlığa tıp dilinde ‘obezite' deniyor. Bir insanın ‘ağırlık (kg)/boy (m)2' şeklindeki formülle ifade edilen ‘vücut kitle indeksi' 30'u geçti mi ‘obez' (aşırı şişman) sayılıyor.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin en önemli sağlık sorunu şişmanlık. Aşırı kiloların yol açtığı obezitenin hızla arttığı ülkelerin başında Amerika geliyor. Halen 75 milyonu aşkın obez hastanın yaşadığı Amerika'da, bir o kadar da şişmanlığa meyilli nüfus var.
Ne yazık ki ülkemizde de benzer bir eğilim mevcut. Sayılar henüz yüksek değil ancak tehlike sinyalleri hayli korkutucu.
Birçok soruna yol açan şişmanlığın en büyük riski, kalitesiz yaşamla birlikte kalp damar hastalıkları için tetikleyici rol oynaması. ‘Tip II' diyabet hastalarının da yüzde 80'i oldukça şişman bir vücuda sahip.
Sağlık Bakanlığı'nca yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, Türkiye'de erkeklerin yüzde 21'i obez sayılabilecek düzeyde şişman. Bu oran kadınlarda yüzde 42 seviyesinde ve tehlike sınırı aşılmış durumda. Türkiye'de düzenli fiziksel aktivite yapan kişi sayısı ise yok denecek kadar az. Aktif olanlar sadece yüzde 3,5!
Nüfusun yüzde 96,5'i fiziksel aktiviteden yoksun. Başta düzensiz beslenme olmak üzere; ofis yaşamı ve televizyon başında geçirilen saatler şişmanlığın görünürdeki en büyük nedeni! Orta yaş grubunda hareketsiz erkeklerin (özellikle de ofis ortamında çalışanların) kalp damar hastalıklarından ölüm riski diğerlerine göre tam 11 kat daha fazla. Kısacası Türkiye, yanlış beslenme ve hareketsiz bir yaşam sonucu bir sağlık felaketine doğru gidiyor.
Obeziteye yol açan olaylar zincirinin başında doğal liflerden arındırılmış endüstriyel gıdalar var. Market raflarından aldığımız rafine ürünlerin çoğu (ekmek dahil) ‘metabolik sendrom' olarak adlandırılan sürecin tetikleyicisi. Ağırlıklı olarak taze ürünle beslenmeye alışmış insanımızda hızlı kent yaşamıyla birlikte metabolizma yavaşlıyor ve şişmanlık başlıyor. Bu süreç kırsal kesimde yaşayan kadınlarda da var.
Bu ulusal tehlikenin çaresi ise unlu gıdalardan et ürünlerine kadar tüm gıda mamullerine sonradan doğal lif eklemekte. Süreç, başta Amerika olmak üzere bazı Batı ülkelerinde uygulamaya konmuş. Bunun yakın bir gelecekte bizde de devreye gireceği söylenebilir. Çünkü 2030 yılında şişman sayısı ülkemizde tam iki kat artacak!
Doğal lifler birçok besinin içinde bulunan ve bağırsakların düzenli çalışmasını sağlayan maddeler. Kan yağlarını ve kan şekerini dengeliyor; metabolizmayı düzenliyor, kabızlığı önlüyor. Doğada meyve, sebze, tahıl ve baklagiller doğal lif içeriyor. Bu doğal lifler genel olarak çözünebilen ve çözünmeyen şeklinde ikiye ayrılıyor. Bağırsakta çözünenler yağ ve şeker metabolizma üzerinde etkiliyken, çözünmeyenler bağırsaklar üzerinde tesirli.
Doğal liflerin bir kısmı sindirim sisteminde bulunan bakterilerin de besin kaynağı. Bunlar yararlı bakteri sayısını arttırarak bağırsak florasını normal düzeyde tutuyor. Günümüzde 30 gram kadar lif alınması sağlıklı yaşam için neredeyse bir zorunluluk.
Yakın gelecekte lifli besin katkıları ve diyet ürünleri ayrı bir endüstri halini alacak gibi görünüyor. Bu konuya dikkatle eğilenlerin daha şimdiden kazançlı çıkacağı söylenebilir.
Et, süt, şekerleme gibi gıda üreticileri bu maddelerin endüstriyel tüketicisi. Zamanla bu tüketim daha da artacak. Bu yolu tercih edenlerin bir marka yaratmaları ve ara madde olarak tüketiciye sundukları lif çeşitlerini tescil ettirmeleri yeterli. Bu alanda büyük ihraç şansı da bulunuyor.
Yatırım için iki yol var: İlki doğal lifleri üreten bitkileri yetiştirmek suretiyle lif katkı maddelerinin üretim ve ticaretini yapmak. İkincisi ise doğal liflerle zenginleştirilmiş diyet ürünlerini imal ederek piyasaya sürmek. Bu konuda ekmekten yoğurda kadar binlerce mamulün yeniden konumlandırılması ve ayrı bir segment yaratılması mümkün.
Nur Demirok