Meme kanserinden yılda 14 bin ölüm olduğunu, her yıl 1 milyon yeni vaka yaşandığına dikkat çeken Dr. Çebi, şöyle konuştu: "Meme hastalıkları içerisinde hastaları ve hekimleri en çok meşgul eden hastalık meme kanserleridir. Meme kanserleri ile ilgili yapılan çalışmalar bize bu hastalığa ait çeşitli bilgi vermektedir. Her yıl meme kanseriyle ilgili bir milyon yeni vaka bildirilmektedir. Meme kanserinden yılda on dört bin ölüm olmaktadır. 40-50 yaşları arasında kadınlarda ölümlerin en sık nedenidir. Kadın kanserlerinin yüzde 33'ünü oluşturur."
Sağlık Bakanlığı verilerine göre, bu oranın ülkemizde yüzde 23 ila yüzde 24 arasında olduğunu anlatan Çebi, şunları söyledi: "Batı toplumunda her dokuz kadından biri bu hastalığa yakalanır. Bu oran batıdan doğuya gidildikçe azalır. Batıya göre Uzakdoğu'da hastalığa yakalanma oranı beş kat daha azdır. Uzakdoğu'dan batıya göç etmiş göçmenlerde iki nesil sonra çevresel faktörlerin etkisiyle risk eşitlenir. Gerçekten de risk faktörleri açısından dünyanın farklı bölgeleri, özellikle doğu ve batı arasında anlamlı derecede farklılıklar görülmektedir. 2008 yılında Harward Üniversitesinde göçmenlerle yerliler üzerinde yapılan ve risk faktörlerini konu alan bir çalışmada meme kanserinin önlenebilir ya da azaltılabilir olduğuna dair sonuçlar elde edilmiştir."
Meme dokusunda oluşan kitlelerin iki gruba ayrıldığını belirten Dr. Çebi, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu kitleler memenin iyi huylu ve kötü huylu kitleleridir. İyi huylu kitleler hasta için zararı olmayan kitlelerdir. Hayatı tehdit etmezler. Çevre dokuya ve uzak organlara yayılmazlar. Bu nedenle bunlara iyi huylu kitleler deriz. İyi huylu kitlelerin aksine kötü huylu kitleler hasta için riskli kitlelerdir. Bunlar hastanın hayatını tehdit eder. Komşu dokuya ve uzak organlara yayılabilirler ve zarar verebilirler.Meme kanseri dediğimiz kitleler bu kitlelerdir. Kanser hücreleri orijinal tümörden ayrılabilir, kan ve lenf yoluyla vücudun diğer organlarına ulaşabilirler"
50 yaşın üzerinde meme kanseri görülme sıklığının dört kat fazla olduğunu kaydeden Dr. Çebi, sözlerine şöyle devam etti: "Geçmişten günümüze değin meme kanserli hastalar üzerinde yapılan çalışmalar neticesinde meme kanserine neden olan ya da meme kanseri olma riskini artıran bir takım faktörler tespit edilmiştir. Bu faktörlerin bir kısmı hastanın kendi biyolojik yapısından kaynaklanır. Bir kısmı hastanın kendi yaşam tarzı ve alışkanlıklarından kaynaklanır. Bir kısmı da hastanın içinde yaşadığı çevresel etkenlerden kaynaklanır. Bu risk faktörlerinin bir kısmından hastalar korunabilir. Bir kısmından da korunamaz. Hastalar meme kanserine en çok 40-50 yaş arası dönemde yakalanır. 50 yaşın üzerinde meme kanseri görülme sıklığı dört kat daha fazladır. Meme kanseri tanısı konulan kadınların yüzde 70'i 50 yaş üzerindedir.
Hiç doğum yapmamış kadınlarda risk faktörünün yüksek olduğunu ifade eden Dr. Çebi, şunları söyledi: "İlk çocuğunu 30 yaşından sonra doğuran kadınlarda meme kanseri görülme oranı daha yüksektir. Mesela 20 yaşından önce doğum yapmış kadınlara oranla iki kat fazladır. Hiç doğum yapmamış kadınlarda risk daha da yüksektir. İlk adet görme yaşı 12'den küçük olanlarda, 55 yaşından sonra menopoza girenlerde, menopozdan sonra hormon tedavisi alan hastalarda risk daha yüksektir. Meme kanseri beyaz ırkta siyah ırktan daha fazla görülür. Meme dokusu yağlı ve yoğun kadınlarda kendi yaşıtlarına göre meme kanseri olma riski daha fazladır. Menopozdan sonra obez ve kilolu kadınlarda risk yüksektir. Günlük hayatta hareketleri az ve kısıtlı olan kadınlarda risk daha fazladır.
Çalışmalar alkol alan kadınların meme kanserine yakalanma riskinin içmeyenlere göre daha yüksek olduğunu göstermiştir. Menopoz sonrası kullanılan hormonlar meme kanseri riskini yüzde 30 artırır.Bir kadında risk faktörlerinden herhangi bir tanesinin ya da birkaç tanesinin olması o kişinin meme kanseri olacağı anlamına gelmez. Kaldı ki risk faktörlerinin bir çoğunu taşıyan kadınlarda meme kanseri çoğu kez görülmez."
BELİRTİLERİ
Hastalığın belirtileri konusunda bilgi veren Dr. Çebi, şöyle konuştu: "Meme dokusunda ele gelen ya da bir şekilde hissedilebilen kitle. Meme dokusunun hacminde değişiklik. Meme derisinde çökme, kırışıklık, renk değişikliği. Meme başının içeri çekilmesi. Meme başından kanlı akıntı gelmesi. Meme derisinde pullanma, kızarıklık ya da şişkinlik." Meme kanseri tanısı konulmuş hastaların yüzde 33'ünün memesinde bir kitle şikayeti nedeniyle doktora geldiğini anlatan Çebi, sözlerine şöyle devam etti: "Daha çok doktora geliş şikayeti memelerde ağrıdır. Ancak, meme ağrısı genellikle iyi huylu meme hastalıklarında olur. Aslında özellikle 40 yaşından sonra bayanlar şikayetleri olsa da olmasa da belirli aralıklarla kontrol için meme muayenelerini yaptırmalıdırlar. Meme kanserinin tanısı muayene bulguları ve laboratuvar bulguları ile birlikte hastanın değerlendirilmesi sonucu konulur. Muayenede doktor önce meme başlarında ve meme derisinde herhangi bir değişiklik olup olmadığını inceler. Daha sonra koltuk altları ile birlikte her iki meme dokusunu muayene eder. Muayenede koltuk altlarında lenf bezleri olup olmadığına bakar. Meme dokusunda elle hissedilebilir kitlelerin olup olmadığını varsa bunların özelliklerini tespit etmeye çalışır"
Meme kanseri tedavisinden sonra hastaların düzenli bir şekilde kontrollerini yaptırmaları uyarısında bulunan Dr. Çebi, sözlerini şöyle sürdürdü: "Hastanın sağlığı ile ilgili değişiklikler izlenmeli, gelişmelerle ilgili doktora bilgi verilmelidir. Ağrı, yorgunluk, kilo kaybı, adet değişiklikleri, beklenmedik kanamalar gibi değişiklikler doktora bildirilmeli. Baş ağrısı, baş dönmesi, nefes darlığı, öksürük ya da sindirim sistemi ile iznın içinde yaşadığlgili problemlerin olması ve bu problemlerin geçmemesi halinde hasta doktoruna başvurmalıdır. Bu değişiklikler tedaviden aylar ya da yıllar sonra ortaya çıkabilir. Hastalığın tekrarladığına ait belirtiler ya da başka bir hastalığa ait belirtileri olabilir. Bu değişiklikleri doktora bildirmek mümkün olduğunca erken teşhis ve tedavi açısından önemlidir. Kontrol muayeneleri genellikle boyun, koltuk altları, göğüs duvarı ve meme bölgesini kapsar. Hasta düzenli bir şekilde kontrollerini yaptırmalıdır.Hasta tedavileri bittikten sonra sosyal yaşam içerisinde hem ailesinden hem de çevresinden destek alabilir. İşine ve günlük aktivitelerine devam edebilir. Sosyal organizasyonlara katılabilir. Kısacası hayata kaldığı yerden devam edebilir."