Toplum sağlığı açısından büyük bir tehlike arz eden koronavirüs salgını, küresel ekonomiyi derinden sarsıyor. Kovid-19 olarak adlandırılan yeni tip koronavirüsün hem sağlık hem de ekonomi açısından taşıdığı en büyük risk, hiç kuşkusuz bunun küresel bir salgına dönüşmesi ve bahar aylarının ortasına gelindiğinde dahi tam anlamıyla kontrol altına alınamamasıydı. Maalesef bu tehlikeli senaryo gerçeğe dönüştü. Virüsün Avrupa ve ABD başta olmak üzere dünyanın her köşesine ilk tahminlerin çok ötesinde bir hızda yayılması, ekonomik anlamda tehlikenin boyutlarını arttırdı.
Arz ve talep şoklarının yanı sıra finansal piyasalarda büyük bir dalgalanma yaşanıyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bütün bu dengesizliklerin aynı anda bu denli sert yaşandığı bir dönem olmamıştı. 2020’nin ilk yarısı için konuşacak olursak, küresel ekonominin tarihi seviyelerde bir daralmaya doğru ilerlediğini söylemek abartılı olmayacaktır. Virüs krizini, 1929 Buhranı veya diğer krizlerle karşılaştırmak dahi çok sağlıklı olmayabilir. Küresel ekonomik aktivitedeki kaybı telafi etmek 1,5-2 sene sürebilir. Ekonomiler üzerinde oluşacak tahribata dair nokta atışı tahminde bulunmak halen çok zor. Çok fazla bilinmeyen değişken var. Ekonomik toparlanmanın ne kadar hızlı olacağı; virüsün ne sürede makul seviyelerde kontrol altına alınabileceği, olası ikinci bir dalganın hangi sertlikte gerçekleşebileceği ve ülkelerin açıkladığı kurtarma paketlerinin ne ölçüde etkili olabileceğine bağlı olacaktır. Ülkeler bu süreçte şirketleri ve istihdamı ayakta tutmayı başardıkları ölçüde Kovid-19 krizinden hem üretim hem de talep anlamında daha hızlı bir şekilde çıkmayı başaracaklardır. Ancak, salgın küresel boyutlarda olduğu için her bir ülkenin ekonomik performansının aynı zamanda küresel ekonominin genel gidişatına bağlı olacağı da unutulmamalıdır.
bilinmeyenlere rağmen, Kovid-19 salgınının küresel ekonomide büyük değişimlere neden olacağı aşikar. Farklı konu başlıkları altında küresel ekonominin orta ve uzun vadede ne gibi değişimlere gebe olabileceğini analize başlamadan önce birkaç hususun altını çizmek gerekiyor. Bir akademisyen olarak geleceğe yönelik değişim tahminlerinde bulunurken tabii ki farklı teorilerden ve disiplinlerden mümkün olduğunca yararlanmaya çalışılır. Karşılaştırma yapmak çok kolay olmasa da geçmişte yaşanan büyük şoklardan sonra küresel ekonominin ne tip kırılmalar yaşadığını görmek açısından tarihsel deneyimler de hesaba katılacak. Ancak, bütün bu teorik bilgilerin ve tarihsel deneyimlerin belli ölçülerde yetersiz kalacağını hatırlatmak gerekiyor. Bu yüzden analizdeki bazı noktaların spekülatif olması kaçınılmazdır.
- Küresel hegemonya mücadelesi
Virüs salgını ABD ve Çin arasındaki küresel hegemonya mücadelesinin gidişatını etkileyebilecek büyüklükte bir gelişmedir. Bu kritik dönem, her iki ülke açısından ciddi bir test olacak. Bu testin hem ulusal ve hem de küresel ayağı var. Bu iki ülkenin salgınla mücadele konusunda kendi sınırları içinde gösterecekleri performans, iç siyasetin gidişatı açısından oldukça belirleyici olacak. İçeride başarı yakalayamadığınız müddetçe salgınla küresel mücadelenin ana aktörü olmanız zorlaşır. Çin’in iç siyaset boyutuyla ilgili şu an için iki avantajı varmış gibi gözüküyor. Birinci olarak, Çin yaptığı açıklamalarla salgını kontrol altına alma konusunda önemli mesafe kat ettiğini iddia ediyor. Çin’de ortaya çıkan yeni vakaların yurtdışı kaynaklı olduğu söyleniyor. İkinci olarak, ülke yönetiminin rakipsiz sahibi olan Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) içeriyi kontrol altında tutmasının çok daha kolay olacağı düşünülüyor. Ancak, bu iki avantajla ilgili bir garantinin olmadığını belirtelim. Uluslararası kamuoyunda Çin’den gelen virüs bilgilerinin ne derece doğru olduğuna yönelik ciddi şüpheler var. Bununla birlikte, uzmanlar tarafından önümüzdeki aylarda yükselme ihtimali olabileceği düşünülen virüsün ikinci dalgası gerçekleşirse, bunun Çin’i siyasi ve sosyal olarak nasıl etkileyeceğini bilemeyiz. Salgının merkez üssü haline gelen ABD’de sağlık sisteminin kapasitesi ve kapsayıcılığı ciddi bir sorun. İçerideki siyasi kutuplaşma da salgınla mücadelede konsantrasyonu dağıtıyor.
Sınavın ikinci boyutu küresel. Uluslararası toplum, tedavinin hızlandırılmasından aşının bulunmasına, ülkeler arasında koordinasyonun sağlanmasından ihtiyaç sahibi ülkelere verilecek desteğe kadar birçok farklı konuda ABD ve Çin’in göstereceği liderlik performansını yakından izliyor. Liderlikle ilgili her iki ülkenin ciddi yetersizlikleri söz konusu. ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrası şekillendirdiği uluslararası sistemi ve onun kurumlarını son yıllarda adeta kendi eliyle zayıflattı. Washington, içerideki siyasi kargaşanın da etkisiyle küresel meselelerin çözümüne destek olma konusunda eskisi kadar istekli değil. Öte yandan, Çin’in diplomatik kapasitesinin henüz liderlik için tam hazır olmaması ve şeffaflıkla ilgili karşılaştığı ikilemler uluslararası etkinliğini azaltıyor. Virüsün insan psikolojisi üzerindeki etkilerinden dolayı bazı toplumlarda salgının çıkış noktası olan Çin’e yönelik negatif tutumların yaygınlaştığına şahitlik edebiliriz. Böylesi bir durum, Çin’in küresel imajına zarar verebilir. Günün sonunda kendi içinde bu virüs salgınının toplum sağlığı ve ekonomi üzerindeki etkilerini daha iyi yönetecek ve virüsle uluslararası mücadelenin farklı boyutlarında daha fazla ön plana çıkacak ülke, küresel hegemonya mücadelesine yönelik bu kritik testten daha yüksek bir puanla ayrılacaktır.
- AB’nin geleceği
Büyük oranda Almanya’nın nüfuz ettiği Avrupa Birliği (AB) kurumlarının 2008’deki küresel finans krizinden sonra Yunanistan, İspanya ve İtalya gibi Güney Avrupa ülkelerine kemer sıkma politikalarını dayatması sonucunda artan ekonomik maliyetler, AB projesine olan inancın sarsılmasına neden olmuştu.
Avrupa ülkesinde AB kurumlarına olan güven azalmış ve bunun bir yansıması olarak AB karşıtı popülist ve milliyetçi partilerin oy oranları kayda değer oranlarda artmıştı. AB kurumları virüs krizine yönelik koordineli bir şekilde hareket ederek İtalya ve İspanya gibi zor durumda olan ülkelere gerekli desteği verselerdi, güven erozyonunun önüne set çekilebilirdi. Şu ana kadar yaşananlar dikkate alındığında, bu fırsatın kaçtığı görülüyor. Eğer bu büyük hayal kırıklığını unutturacak adımlar atılmazsa, AB projesi temellerinden sarsılabilir. Avrupa, sadece siyasi olarak değil ekonomik ve güvenlik açısından da tehlikeli bir yola savrulabilir.
- Küresel tedarik zincirleri
Bu salgın, imalat sanayi üretiminde Doğu Asya’ya aşırı bağımlılığın küresel tedarik zincirleri için çok ciddi bir risk teşkil ettiğini bizlere gösterdi. Çok uluslu şirketler bundan sonrası için yatırım stratejilerini gözden geçireceklerdir. Çok uluslu şirketler, üretim tesislerinin bir kısmını Çin’den diğer bölgelere doğru kaydırabilirler. İmalat sanayiinde üretim yelpazesi geniş, beşerî sermaye seviyesi yüksek ve lojistik avantajlara sahip diğer gelişmekte olan ülkeler, uzun vadede daha fazla doğrudan yabancı sermaye çekerek küresel tedarik zincirlerine daha sıkı bir şekilde eklemlenebilirler. Ancak, gelişmiş Batılı ülkelerde yükselen yeni korumacılık ve küreselleşme karşıtlığının bir yansıması olarak, Amerikan ve Avrupa menşeli bazı çok uluslu şirketler fabrikalarını kendi ülkelerine kaydırmayı tercih edebilirler. Maliyetler açısından gelişmiş ülkelere doğru böylesi büyük çaplı üretim transferini mümkün ve sürdürülebilir kılmak için fabrikalardaki mavi yakalı çalışanların ağırlığının azaltılması gerekecektir. Bu durumda fabrikalarda akıllı robotların kullanımının yaygınlaşmasının daha önceki tahminlerden çok daha hızlı oranlarda gerçekleşmesi sürpriz olmayacaktır.
- Ekonomi politikaları
Ekonomide kamunun ağırlığının artacağı bir döneme giriyoruz. Böylesi dönemlerde ülkeler liberal politikalardan korumacı politikalara doğru geçiş yaparlar. Zaten buna dair ilk adımlar bir süredir devam eden ticaret savaşlarıyla birlikte atılmıştı. Virüs kriziyle birlikte bu süreç daha da hızlanabilir ve korumacılığın kapsamı genişleyebilir. Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler sermaye ve yatırımların içeride kalması için çeşitli düzenleyici mekanizmaları devreye sokabilir. Bununla birlikte, Kovid-19 krizinden etkilenen bazı büyük şirketleri ayakta tutmak için kamulaştırma politikaları devreye girebilir.
- Şirket yönetimi
Kovid-19 salgını süresince birçok şirket, uzaktan çalışmaya dair değişik yöntemleri deneyimleme fırsatı buldu. Salgın sonrasında özellikle hizmetler sektöründe uzaktan çalışmanın daha yaygın olarak kullanılmaya başlandığını göreceğiz. Bu deneyim, özellikle büyük şirketlerin bazı departmanlarındaki işleri dışarıdan daha fazla hizmet satın alarak gerçekleştirmelerinin önünü açabilir. Virüs kaynaklı ortaya çıkan arz şoku bazı kritik sektörleri hazırlıksız yakaladı. Japonların iş dünyasına kazandırdıkları, sıfır stokla çalışma yönteminin (just-in-time) bazı sektörlerde iyice gözden düşmesi de söz konusu olabilir.
- İşsizlik, hanehalkı borcu ve gelir dağılımı
Salgından dolayı ekonomik aktivitenin çok sert bir şekilde daralması sonucunda maalesef işsizlik artacak. Dünya Çalışma Örgütü (ILO), en kötü senaryoda bu virüs kaynaklı olarak dünya genelinde işsizlikte 25 milyonluk bir artış yaşanabileceğini öngörüyor. Öte yandan, işlerini kaybetmeseler de bazı insanların gelir seviyeleri bir süre normalin altında seyredebilir. Yüksek işsizlik ve düşen gelir zamanla küresel ölçekte hanehalkı borç seviyesinin artmasına ve gelir dağılımının bozulmasına neden olabilir. Dar gelirli insanların artan sorunları, ülkelerin iç siyasetlerinde ciddi kırılmalara yol açabilir. Eğer merkez partiler toplumsal sorunlara çözüm üretemezlerse, bir süredir yükselmekte olan popülist partiler siyaset arenasında çok daha geniş bir alana hükmedebilirler.
- Küreselleşmenin sosyal boyutları
sadece üretim ve ticaret açısından değil, sosyal boyutlarda da zarar görebilir. İnsanların yurtdışı tatillerini daha az tercih etmesi, uluslararası fuar ve konferanslara katılımın azalması ve yabancı karşıtlığının artması gibi ihtimaller, turizm sektörünün ciddi boyutlarda yara almasına neden olabilir. Böylesi bir senaryonun gerçekleşmesi durumunda ülkeler ve insanlar arasındaki bilgi ve deneyim paylaşımı da belli ölçülerde azalabilir.
- Demografi
Virüs hiç kuşkusuz en çok toplumdaki yaşlıları etkiledi. Birçok Avrupa ülkesi, yüksek yaş ortalamasının sağlık sisteminde yönetilmesi zor krizlere yol açabileceğini acı bir şekilde deneyimledi. Gelişmiş ülkeler, hızla artan yaş ortalamasının emeklilik sistemi ve kamu maliyesi üzerindeki olumsuz etkilerini zaten bir süredir yaşıyorlardı. Sağlık sistemi ve ekonomik yapı üzerine baskı yapan bu trendi durdurmak için bazı ülkeler, çocuk sahibi olmayı özendirici sosyal politikalarını çeşitlendirebilir. Avrupa, nüfusunu gençleştirmeye yönelik politikalar uygulayarak bu krizi düşük üretkenlik artışı ve zayıf büyüme patikasından çıkış için kullanabilir. Bu, Avrupa’nın ekonomik dinamizmini yeniden kazanması için son bir fırsat olabilir. Ancak, yukarıda AB’nin geleceğiyle ilgili bahsedilen riskler ve Avrupa’nın genelindeki liderlik sorunu göz önünde bulundurulduğunda, yaşlı kıtanın bu sorunu aşmaya takati kalıp kalmadığını büyük bir soru işareti olarak karşımıza çıkıyor.
- Sağlık harcamaları
1980’li yıllarla birlikte hayatın neredeyse her alanına etki eden neoliberal politikalar, birçok ülkede kamunun sağlık sistemi içindeki ağırlığının önemli ölçüde azalmasına neden olmuştu. Gelişmiş Batılı ülkelerde kamunun sunmaktan geri kaldığı sağlık hizmetlerinde, kalan boşluğu özel sağlık sigortaları doldurmaya çalışmıştı. Ancak, burada da ciddi eksiklikler söz konusu. Örneğin, ABD’de 27,5 milyon insanın sağlık sigortası yok. Barack Obama, en önemli seçim vaatlerinden biri olan sağlık reformunu güç-bela gerçekleştirmeyi başarmıştı. Ancak, Donald Trump başkanlık koltuğuna oturduktan sonra kamuya aşırı bir yük getirdiği ve verimsiz olduğu gerekçesiyle “Obamacare” adıyla bilinen sağlık reformunu delik deşik etti. Avrupa’da ise kamunun sağlık harcamalarına olan desteği, küresel finans krizi sonrası devreye giren kemer sıkma politikalarıyla birlikte azaldı. Sonuç olarak bazı Batılı ülkelerin sağlık sistemi bu krizi kaldıramadı. Bu aşamadan sonra kamuoyundan gelecek eleştirileri ve baskıları düşünecek olursak birçok ülkede sağlık sistemi reformunun hızlı bir şekilde yeniden gündeme gelmesi sürpriz olmayacaktır.
- Küresel iklim değişikliğine bakış
Bu salgın hastalık bize, göz ardı ettiğimiz risklerin ne derece sarsıcı sonuçlar doğurabileceğini gösterdi. Bu ders, özellikle küresel iklim değişikliği gibi bütün canlıların hayatını derinden etkileme riski barından problemlere karşı bireylerin ve ülkelerin daha duyarlı hareket etmesini sağlayabilir. Dünyanın yaşadığı bu travma; bilinçli tüketimi teşvik etmek, geri dönüşümü hayatın bir parçası haline getirmek, yeni nesil teknolojilerle karbon salınımını azaltmak, ormansızlaşmanın önüne geçmek ve daha birçok önleyici ve düzenleyici adımın titiz ve istikrarlı bir şekilde atılmasının önünü açabilir. İklim değişikliğiyle ilgili olarak bireylerin ve ülkelerin kendi başlarına aldıkları önlemler yetersiz kalacağı için ulusal ve küresel ölçeklerde koordineli stratejilerin ve politikaların hayata geçmesi hayati öneme sahiptir. Uluslararası kamuoyu, iklim değişikliğine yönelik koordineli adımları koşulsuz olarak atmaları için G20 ülkelerine yoğun baskılar uygulayabilir.
- Su talebi
İnsanlar virüsten korunmanın bir yöntemi olarak sık sık ellerini ve dışarıdan eve getirdikleri ürünleri yıkıyorlar. Bu alışkanlıkların psikolojik açıdan virüsten sonra da devam etmesi kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla, dünya genelinde suya olan talep, önümüzdeki yıllarda kayda değer bir artış gösterebilir. Birçok çevre sorunlarından ötürü temiz su kaynaklarına erişimin zorlaştığı bir yüzyılda suya olan talebin daha da fazla artması bazı ülkeler arasında anlaşmazlıkların derinleşmesine ve hatta sıcak çatışmalara dönüşmesine yol açabilir.
- Ekonomik paketlerin finansmanı
Kovid-19 krizinin ekonomiye etkilerini asgari seviyelerde tutmak için ortaya konulan destek paketlerinin toplam miktarı 7 trilyon doları buldu. Salgın kontrol altına alınıp ekonomik aktivite normale dönene kadar bu ekonomik paketlerin kamu maliyesi üzerine getirdiği yük sorun edilmeyecektir. Ancak, artan bütçe açıklarının nasıl finanse edileceği ve yükselmesi beklenen kamu borcunun nasıl kontrol altına alınacağı belli bir süre sonra tartışılmaya başlanacaktır. Bütçe açıklarını kapatmak için ülkeler vergi sistemlerinde reform hazırlıkları yapabilirler. Vergi gelirlerini arttırmak adına ultra zengin kesimlere yönelik servet vergisi veya virüs krizi zarfında aşırı kâr elde eden sektörlerden alınabilecek ilave vergiler maliyecilerin radarına girebilir. Öte yandan halihazırda 250 trilyon doları aşmış olan küresel borç stoku yeni kamu borçlarıyla birlikte daha fazla artacağı için bazı borçların silinmesine yönelik talepler ortaya çıkacaktır. Vergi reformları ülkelerin iç siyasetinde, borç silme planları ise uluslararası ölçekte sert güç mücadelelerini beraberinde getirebilir.
- İnovasyona bakış
Bu salgın baş döndürücü teknolojik gelişmelere ve inovasyonlara rağmen insanoğlunun basit gözüken bazı meselelerde ne kadar aciz kaldığını gözler önüne sermiştir. Tıpkı solunumu cihazı eksikliğinde olduğu gibi. Teknoloji odaklı şirketlerin gerçekleştirdikleri Ar-Ge harcamalarının ve aldıkları patentlerin insan sağlığı ve üretkenlik artışı gibi ekonomik gelişmenin ana bileşenlerine ne derece olumlu etki yaptıkları daha fazla sorgulanacaktır. İlaç şirketlerinin aldıkları patentlerin yüzde kaçının ulaşılabilir fiyatlarda satılan faydalı ilaçlara dönüştüğü büyük bir soru işareti olarak karşımıza çıkıyor. Küresel ilaç şirketleri, toplumsal faydayı ana motivasyonlarından çıkararak piyasa paylarını koruma güdüsüyle hareket ettikleri için eleştiriliyorlar. Neoliberalizm ve küreselleşmeyle birlikte son 40 yılda yaşadığımız illüzyon, bizi gerçeklikten o kadar çok kopardı ki neyin faydalı neyin faydasız olduğunu ayırt edemez hale geldik. Dünya genelinde insanlar paralarını, çalışanlar beşerî sermayelerini ve şirketler Ar-Ge yatırımlarını çoğunlukla verimi ve faydası düşük alanlara harcıyorlar. Pozitif etkileri sınırlı olan ve çoğu zaman gösteriş amaçlı kullanılan “makyajlı inovasyonlar”dan ziyade insanoğlu ve dünyanın gerçek inovasyonlara ihtiyacı var. Özellikle küresel iklim değişikliği gibi büyük sorunları çözmemiz için inovasyona bakışımızı değiştirmemiz gerekecek.
- İnsanların interneti
Kovid-19’un yayılma hızını azaltmaya yönelik olarak akıllı cep telefonu uygulamaları bazı Asya ülkelerinde efektif bir şekilde kullanılmıştır. İsrail hükümeti ise benzer bir amaç doğrultusunda insanları cep telefonları araçlığıyla takip edip gözetlemesi için istihbarat örgütüne daha geniş yetki verdi. Bu virüsün meydana getirmiş olduğu korku; gözetim ve denetlemeye yönelik bu ve benzeri uygulamaların hızla yayılmasına neden olabilir. Akıllı telefonlar, giyilebilir cihazlar, deri altına yerleştirilen teknolojiler ve yeni nesil otomobiller bazı ülkeler tarafından farklı amaçlar doğrultusunda daha sık kullanılabilir. Makineleri birbirine bağlayan “nesnelerin internetini” konuştuğumuz bir çağda insanları birbirine ve belli merkezlere bağlayan “insanların internetinin” yaygınlık kazandığına şahit olabiliriz. Olası uygulamalar insan hakları ve özgürlükler başta olmak üzere birçok açıdan hararetli bir şekilde tartışılacaktır.
krizi, yukarıdaki satırlarda ifade edildiği gibi, küresel ekonomik yapıyı farklı kanallardan etkileyebilir. Bu şok dalgasının ülkeler üzerindeki etkisi farklı derecelerde hissedilecektir. Devlet kapasitesi ve sosyal sermayesi yüksek olan ülkeler, bu krizi atlama konusunda daha başaralı olacaklardır. Devletlerin önümüzdeki haftalara yönelik en önemli amaçları; sağlık sisteminin direncini korumak, şirketleri ayakta tutmak ve işsizliği önlemek olacaktır. Daha sonraki süreçte ise, bu yaşananların küresel sistemdeki olası etkilerini iyi analiz ederek orta ve uzun vadeli politikaları hayata geçirmek, politika ajandasının bir numaralı gündem maddesi olacaktır. Bunları başarabilen ülkeler ilerleyen yıllarda küresel ekonomideki ağırlıklarını kayda değer oranlarda artıracaklardır.
[İstanbul Medipol Üniversitesi Ekonomi ve Finans Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Nurullah Gür, ekonomik gelişme, finans-reel sektör ilişkisi ve uluslararası politik iktisat alanlarında yazılar kaleme almaktadır]