Günümüzde 350 milyon kişide şeker hastalığı mevcut.
Bu sayı önümüzdeki 20 yıl içerisinde yarım milyara çıkması tahmin ediliyor. Şeker hastalığının bu kadar yaygınlaşması şişmanlık ile sıkı bir bağlantı içinde olmasından sorumludur. Şişmanlık, 10 hastanın dokuzunda görülen “insülin direnci” dediğimiz tablo ile birliktelik göstermektedir.
İnsülin direnci nedir?
Vücudumuzun temel yakıtı şekerlerdir. Glukoz ve meyve şekeri denilen fruktoz başlıca kullanılan şekerleri oluşturmaktadır. Glukoz, enerjinin en çok üretildiği kaslara insülin denilen, pankreastan salgılanan bir hormon aracılığı ile girer. Kilo alımı sonrasında yağ dokusundan salgılanan bazı hormonlar, kasların şekeri kullanmasını engeller. Bu engelleme nedeniyle insülin hormonu daha fazla salgılanır. Bu tabloya insülin direnci denir.
İnsülin direncinin zararı nedir?
Normal kan şekeri 70 ila 100mg/dl aralığındadır. İnsüline duyarlı olan kimselerde bu değerleri tutabilmek için bir birim insüline ihtiyaç duyulurken, insülin direnci olan bireylerde 10 birim insülin gerekmektedir. Pankreasın fazla çalışması sonucunda bir süre sonrasında yeterli insülin salgılanamamakta ve kan şekeri normal değerlerin üstüne çıkmaktadır. Bu tabloya da “şeker hastalığı” denilmektedir. Kanda yüksek düzeyde bulunan şekerler karaciğere giderek yağlara dönüşmekte ve yağlı karaciğere neden olmaktadırlar. Yine fazla şeker miktarı kan yağlarının oluşumunu etkilemekte, kötü kolesterol düzeyinin artmasına yol açmaktadır. Kötü kolesterol damar tıkanıklığı ve damarların işlevini yapamaması nedeniyle yüksek tansiyona sebep olmaktadır. İşte bu tabloya “ölümcül sendrom” veya “Sendrom X” denilmektedir.
Tedavi nasıl olmalı?
İnsülin direncinin nedeni yağ dokusundan salgılanan hormonların yaptığı bozukluk olduğundan yağ dokusunun azaltılması tedavideki ana hedeftir. Kilo kontrolü için uygulanan diyet ve egzersizin yanısıra ilaç kullanımı da tedavinin önemli bir parçasıdır. Kan şekerinin 126mg/dl üzerine çıktığı durumda, pankreasın insülin salgılama yeteneği % 90 kaybolmuştur. Ağızdan alınan ilaçlar ile geri kalan %10’luk rezervi korumak ve kan şekerini uzun süreyle normal sınırlarda tutmak mümkün değildir. Hastalar bir süre sonra dışarıdan insülin tedavisine ihtiyaç duymaktadırlar.
Hangi insülin tedavisi?
Toplumda “insülin bağımlılık yapar” inanışı tamamen yanlıştır. Hormon salgılayan bir organ eğer yeteri kadar işlevini yapamıyorsa dışarıdan vücudun ihtiyacı kadarını ilaç formunda vermek gerekmektedir. Tiroid bezi az çalışırsa tiroid hormonu, böbrek üstü bezi az çalışırsa kortizon hormonu verilmesi gibi, şeker hastalığında da vücutta insülin yeteri kadar salgılanamadığından bu hormonu yerine koymak esastır. Günde bir kez yapılan insülin tedavisinde temel ihtiyaç düzeyinde olan insülin verilmektedir. Bu tedavinin yetmediği durumlarda yemek öncesi kan şekerini kontrol etmek amacıyla etki süresi kısa olan insülinler tedaviye eklenir. Yapılmaya çalışılan pankreasın görevini taklit etmekten başka birşey değildir.
Sonuç olarak, şeker hastalığı tanısı konulduktan sonra pankreasın kan şekerini normal düzeyde tutması için gerekli olan rezerv çok azalmıştır. Ne yazık ki vücudumuz insülin salgılayan hücreleri tekrar yerine koymak gibi bir özelliği yoktur. O yüzden şeker hastalığının yapacağı tahribatların önlenmesinde zaman geçirilmeden eksikliği çekilen insülin hormonunun yerine konulması yaşam kalitesini ve süresini uzatmaktadır. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte iğne yapmak artık çok kolay ve acısız olmaktadır.
Amerikan Hastanesi
Endokrinoloji, Diyabet ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı
Dr. Sinan Tanyolaç