Hekimler seçimlere hangi beklentilerle gidiyorlar

550 yeni milletvekilinin Meclis'e gireceği 12 Haziran Genel Seçimlerinde, üç farklı partiden 135 doktor milletvekilliğine aday gösteriliyor. Hekim adayların ülkenin genel sorunları kadar, biriken mesleki sorunlara da ilgi göstermesi bekleniyor.

Türkiye 12 Haziran 2011 tarihinde, yine bir yaz günü, yeni Meclis'i oluşturacak milletvekillerini seçmek üzere sandığa gidecek. “Seçimler yapılır, hükümetler değişir, yıllar böyle geçer gider” düşünceleri daha yaygın olsa da seçim dönemleri toplumun her kesiminde beklentilerin yükselmesine yol açar.

Demokrasi geleneğinin köklendiği örgütlü toplumlarda seçimler şenlik havasında geçer. Kimin lehine gelişeceği belli olmayan “değişim ihtimali” farklı topluluklar arasında barış havasını egemen kılar... Gerilim yaşanmaz çünkü oyların kime gideceğinin hiç garantisi yoktur... Gerçi, “uzun zamanlardır dünya bu tarz 'seçim atmosferlerinin' yabancısı oldu, seçime bir yıl kala hangi ülkede kimin iktidar olacağı belli oluyor” denebilir... Benzer karşı çıkışların örnekleri çoğaltılabilir... Yine de Türkiye'nin Batı sınırlarından dışarıya doğru ilerledikçe birçok ülkede hala “bayram havasında seçimler”e rastlamanın mümkün olduğunu biliyoruz...

Türkiye ne yazık ki seçimleri şenliğe dönüştürebilen ülkelerden biri olmaktan hızla uzaklaşıyor. Seçmenler bu durumdan pek rahatsız görünmüyor gibiler... Fakat gerçekten öyle olup olmadıklarını anlamanın sağlıklı bir yolu da yok... Çünkü sağlıklı “bilgilenme araçlarına”, sağlıklı “haber verme” kanallarına sahip değiliz. Survivor'a rating yaptıran kavgacı figürlerin cazibesine kapılmış görünen “haberciler” her akşam birbirinden enfes kavga haberlerini burnumuza dayamaktan kendilerini alıkoyamıyorlar... Seçim konuşmalarında, aslında, bir kaç saniyelik “akla zarar” kavga cümlelerinden çok daha fazla “akla yarar” ayrıntı ve bilgi olduğunu yakından izleyebilenler dışındakilerin, neyi seçeceklerine dair nasıl fikir oluşturabildikleri sorusu da havada asılı kalıyor...

Evet, 2011 genel seçimlerine çok az zaman kaldı. Çok partili siyasal yaşama geçtiği 1950 seçimlerinden bu yana 15 kez hep birlikte sandık başına giden Türkiye'den, 16. kez sandığa gitmesini ve ülkeyi 4 yıl boyunca idare edecek milletvekillerini seçmesini bekliyoruz... 13 Haziran sabahı hep birlikte öğreneceğiz kimler olduğunu. Toplumun her kesiminden farklı beklentilerin dile getirildiği şu günlerde, Doktor Dergisi olarak, belli bir meslek grubunun mensupları olan kendi okur kitlemizin genel seçimlerden neler beklediğini görmek istedik.

Hekim kamuoyunun son sekiz yıldır yürüttüğü tartışmaları yakından izleyen Doktor Dergisi'nde, meslek mensuplarının ilgi alanındaki tüm konuları gündemimize alıyoruz. Yıllar içinde; Sağlıkta Dönüşüm Projesi'nin tüm etapları, tam gün yasasındaki gelişmeler, performans sistemi hakkındaki tartışmalar, eğitim alanında yaşanan sorunlar gibi hekimlerin gündemini meşgul eden pek çok konuda geniş dosya çalışmaları yaptık. Bu sayımızda da yine hekimlerin son günlerde daha çok yükselen seslerine kulak veriyoruz. Bilindiği gibi geçtiğimiz 14 Mart Tıp Bayramı sırasında yükselen hekimlerin sesi, son olarak 19-20 Nisan “Görev-Grev” eylemiyle doruğa ulaştı.

Çalıştıkları işyerlerinde iki gün süreyle iş bırakma eylemi yapan doktorlar, görüş farklılıklarını bir yana bırakarak, Türk Tabipler Birliği ve Tabip Odaları öncülüğünde ortak taleplerini hep birlikte dile getirdiler. “Sağlık çalışanlarının haklarının korunması ve sağlık hizmetinin nitelikli verilmesi” için iki gün süreyle hizmet vermeyerek greve giden hekimlerin talepleri arasında; “iş güvencesi, insanca yaşamak ve emekliliklerine yansıyacak temel ücret, sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı ile herkese eşit, ücretsiz, nitelikli sağlık hizmeti sunumu” talepleri öne çıkarıldı. Türkiye genelinde iş bırakan hekimler ve sağlık çalışanları Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın hemen tüm uygulamalarına karşı çıktılar. Hükümete yönelik uyarılarını sıraladılar. Ayrıca, eylem sürdüğü sırada, Türk Tabipleri Birliği, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği ve 494 Öğretim Üyesi tarafından birlikte açılan davada, 18.2.2011 tarihinde yürürlüğe konulan 'Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Tesisleri ve Üniversitelere Ait İlgili Birimlerin Birlikte Kullanımı ve İşbirliği Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik'in iptali istendi.

“Nüfusu 850.000'nin altında olan illerde üniversite sağlık uygulama ve araştırma merkezlerinin Sağlık Bakanlığı'na bağlı sağlık kuruluşları ile birleşmesini zorunlu tuttuğu” belirtilen yönetmelikle; ortak kullanım ve işbirliği yapmak zorunda olan yerlerin idari ve mali işleyişinde Sağlık Bakanlığı'nın yetkili kılınmasının sakıncaları vurgulandı.

Yönetmeliğe karşı açılan iptal davasında; tıp fakültelerinde görevli eğitim, araştırma ve sağlık hizmeti sunumu alanlarında görev alan hekimlerin yanı sıra Sağlık Bakanlığı eğitim araştırma hastanelerinde tıpta uzmanlık eğitimi ve sağlık hizmeti sunumunda görev alan hekimleri olduğu kadar mezuniyet öncesi ve mezuniyet sonrası tıp eğitimini olumsuz etkilediği ileri sürüldü.

550 yeni milletvekilinin Meclis'e gireceği 12 Haziran Genel Seçimlerinde, basında yer alan bilgilere göre üç farklı partiden 135 doktor milletvekilliğine aday gösteriliyor. Hekim adayların ülkenin genel sorunları kadar, biriken mesleki sorunlara da ilgi göstermesi bekleniyor. Geçtiğimiz günlerin yukarıdaki kısa özetine bakıldığında, doktorların genel seçimlerden beklentilerinin neler olduğunun ipuçlarını yakalamak mümkün. Ancak genel seçimler öncesinde hekimlerin mesleki örgütleri olan Tabip Odaları'nın sesine de kulak vermekte yarar var. Türkiye genelindeki birçok Tabip Odası temsilcisine “genel seçimlerden beklentilerinin neler” olduğunu soran Doktor Dergisi'nin sorularını yanıtlayan hekimlerin hemen hepsi; öncelikli olarak kitlesel demokratik taleplerin bu seçimlerde çok daha fazla ön plana çıktığını vurguladılar. İlk sıralarda dile getirilen sorunların başında “Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın çalışanlar ve hastalar açısından son derece zararlı uygulamalara yol açtığı” uyarısı da yer aldı.

Hekimlerin talep ve beklentilerine dikkatli bir gözle bakıldığında, aslında, sağlık alanında hükümetin özellikle son 6 yıllık uygulama ve tasarımlarının neredeyse tamamına karşı çıkıldığı gözleniyor. Bu genel karşı çıkışın temelindeyse, “sağlıkta sosyal devlet ilkelerinden hızla uzaklaşılıyor” kaygısının egemen olduğu görülüyor. Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın moda ifadeyle artık “şifresinin” çözüldüğünü söyleyen Türk Tabipler Birliği Başkanı Dr. Eriş Bilaloğlu yeni bir hükümetten beklentilerinin neler olabileceğini şöyle ifade ediyor;

“Talepler özde piyasacı sağlık politikalarının sonlandırılması olarak somutlanabilir. Dolayısıyla bu politikaları uygulayan mevcut iktidara ve uygulama niyeti olanlara 'vazgeçin' demiş oluyoruz. Çünkü bu politikaların kamu-özel bütün alanlarda iş güvencesi, gelir güvencesi, (iş kazaları-meslek hastalığı-sağlıkta şiddet'i kaldırmak/azaltmak için iş yeri sağlık birimleri kurulması) can güvencesi, mesleki bağımsızlığı ortadan kaldırdığını, tehdit ettiğini biliyoruz. Kuşkusuz bu talepler biz dahil herkes için katkı-katılım payının kaldırılmasından, herkese sağlık güvenli gelecek hedefinden bağımsız değil.”

Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın sosyolojik, ekonomik ve politik açıdan dikkatle analiz edilmesi ve Türkiye'deki sağlık sistemini gerçekte neye dönüştürdüğünün ortaya konulması gerektiğini belirten İzmir Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Erdener Özer'in değerlendirmeleriyse şöyle;

Mevcut iktidarın güç kaybetmesi, elinde tuttuğu toplumsal memnuniyet alanlarını yitirmesi ile mümkündür. Bu alanlardan biri de aslında sağlıktır. Sağlıkta Dönüşüm Programı halka sunulan bir elma şekeri iken, elde artık sapı kalmıştır. Yapılan anketlerin ortaya çıkardığı veriler değerlendirildiğinde mevcut iktidar tarafından uzun yıllardır sağlık alanında uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Programı'na karşı halkımızın memnuniyeti olduğu görülmektedir. Hatta bu memnuniyetin önceki seçimlerde iktidar partisine 10-15 puan kadar bir avantaj sağladığı söylenmektedir.

Sağlık alanındaki bu durum karşısında, mevcut iktidarın oylarını aşağı çekmeyi hedefleyen muhalefet partileri yaklaşan seçimlerde sağlık alanında ne söylemelidir? Seçim bildirilerini oluştururken ve geliştirirken, iktidarın sağlık alanındaki başarısını kabullenerek başka alanlar üzerinden iktidara alternatif olduklarını mı ortaya koymalıdır, yoksa Sağlıkta Dönüşüm Programı'nı sosyolojik, ekonomik ve politik açıdan dikkatle analiz edip, Türkiye'deki sağlık sisteminin gerçekte neye dönüştüğünü mü?.. Bunu uygun dille halka anlatmalıdır. Sağlıkta Dönüşüm Programı halka sunulan bir elma şekeri iken, elde artık sapı kalmıştır. Türkiye'de sağlığın geldiği nokta sanıldığının aksine, toplumcu ve sosyal devletçi değildir. Bu nedenle başta ana muhalefet partisi olmak üzere, iktidara alternatif olmak isteyen tüm partilerin bu gerçeği görmesi, gerçekleri halkın anlayacağı bir dile dönüştürmesi ve seçim sürecinde bu konuda AKP ile vuruşmaktan çekinmemesi gerekmektedir.

Hekimlerin önemli bir kesiminin halen piyasanın azgın sularına kapılıp, kâr mücadelesi vermek yerine; iyi hekimlik ve sağlık hakkından söz etmeye çalıştığına dikkat çeken Bursa Tabip Odası Başkanı Doç. Dr. Kayıhan Pala; meslek örgütlerinin öncülüğünde can güvencesi, iş güvencesi, gelir güvencesi ve mesleki bağımsızlık istediklerini vurgulayarak taleplerini şöyle dile getiriyor;

“Sağlık Bakanı'na üç saate varan canlı yayınlar ile ulusal kanallarda propaganda yapmak üzere güçlü destekler sağlandığı, ancak 30 bin sağlık çalışanının yürüyüş ve mitinginin neredeyse görmezden gelindiği bir ortamda; seçimlerle ilgili beklentilerin konuşulması kolay görünmüyor. Sağlıkta Dönüşüm Programı adı ile yürütülen neoliberal sağlık reformları, giderek sağlık alanını daha fazla piyasalaştırıyor. Artık 'pazarlama', 'müşteri', 'kâr' gibi kapitalizmin kâr maksimizasyonuna hizmet eden kavramlar, sağlık alanında daha fazla konuşuluyor ve en kötüsü hekimler de içinde olmak üzere sağlık çalışanları tarafından daha az yadırganıyor, daha az reddediliyor.

Bir tür öğrenilmiş çaresizlik, sağlık hakkı ve iyi hekimlik kavramlarının önüne geçirtilmeye çalışılıyor; deyim yerindeyse, zorla...”

Adana-Osmaniye Tabip Odası Başkanı, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cem Kaan PARSAK'ın konuyla ilgili değerlendirmeleri şöyle;

“Hekimler genel seçimlerden ne bekliyorlar sorusuna verilecek en iyi yanıt; huzur ve istikrar olacaktır. Evet, hekimler artık huzur istiyor, önlerini görebilmek ve anlık politik manipülasyonlara alet edilmeksizin geleceklerini programlayabilmek istiyorlar. Hekimliğin sanat olduğu bilincinin süregeldiği gelişmiş toplumlarda, sanatın apolitik icrası da kültür gereği halini almıştır. Ancak ülkemizde hekimler ve sağlık uygulamaları yoğun şekilde ve bilinçsizce siyasetin unsurları haline getirilmiştir. Bunun da ötesinde meslektaşımız olan üst düzey siyasetçiler söylemlerinde halk ile hekimleri ayrı iki taraf ilan ederek 'ben halkımın yanındayım' mesajını verebilmiştir.

Ancak unutulan noktalar şunlardır. Biz hekimler her zaman halkın yanında, onlarla iç içe olduk. Bunu yaparken oy değil ettiğimiz yemin vardı, ilham noktamızda... Zira o bizim anamız, canımız bazen canımıza kasteden hastamızdı... Ama insandı işin özü ve biz insanlık adına içmiştik, 'Hipokrat' andını... Hekimin ve sağlık çalışanlarının mutsuz ve bunun da ötesinde umutsuz olduğu sağlık sisteminde uzun vadede halk memnuniyeti imkansız olacaktır. Temel felsefe 'mutlu hekim, mutlu hasta' olmalıdır. Mesleğimizi diğerlerinden ayıran en önemli unsur manevi hazzın ölçülemez ve karşılaştırılamaz düzeyidir. Hiç kimse hasta mutluluğunu hekimden daha çok isteyemez.”

Mevcut iktidarın IMF ve Dünya Bankasının istemi doğrultusunda Sağlıkta Dönüşüm Programı'nı; geliştirdiğini öne süren Diyarbakır Tabip odası Başkanı Dr. Şemsettin Koç; bu durumun, sağlık hizmetinin ticarileştirilmesine, çalışanları iş güvencesiz konuma getirmesine ve çalışanları sosyal dayanışma anlayışından uzaklaştırmasına zemin hazırladığını söyleyerek görüşlerini şöyle aktarıyor;

“Sağlıkta dönüşüm halk ve sağlık çalışanlarında sağlıkta yıkıma yol açmıştır. Ülkeyi değiştirecek, dönüştürecek ve öncülük yapması gereken üniversiteler hakkaniyetli, liyakatli bilimsel ve özerk olmaktan ziyade birer “tek tipliğin” ve “tek düşüncenin” oluşturulduğu merkezler haline getirilmek istenmektedir. Türkiye'de özellikle Kürtlerin yaşadığı topraklarda her açıdan geri kalmışlık tüm hızıyla devam etmektedir. Bölgemiz kişi başına düşen yatak sayısı, uzman veya pratisyen doktor sayısı, hemşire ve ebe sayısı açısından Türkiye'nin en geri kalmış bölgesi konumunda. Anne ölümleri, yeni doğan, çocuk ölümleri ve bulaşıcı hastalık oranları ile geri kalmış ülkelerin düzeyinde istatistikî verilere sahibiz. Bizlerin, bu ülkeyi önemseyen, ülkenin sosyal ekonomik değerlerini emperyalist ülkelere peşkeş çekmeyen ve sorunları çözme hedefi olan seçilmişlere ihtiyacımız vardır.”

12 Haziran 2011 Tarihinde yapılacak olan Genel Seçimlere giderken ülkemizde, bir devletin durumunu gösteren en önemli üç alanda; sağlık, eğitim ve hukuk alanlarında ciddi sorunlar bulunduğunu ifade eden İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. M. Taner Gören ise konuyla ilgili yaklaşımını şöyle dile getiriyor;

“Bir parça aydın olduğunu düşünen insanların bunu fark etmemesi mümkün değildir. Bir doktor olarak, dolaylı dolaysız, toplumun sağlığını ilgilendiren her şey beni ilgilendirmektedir. Bu anlamda, her türlü ayrımcılığın kışkırtıldığı; hukuksuzluğun hukuk haline getirildiği; nüfusun büyük bir bölümünün açlık sınırının altında gelirle geçinmek durumunda kaldığı; insan emeğinin, taşeron işçilik sistemi ile alınıp satılan mal haline getirilerek sömürüldüğü bir toplumsal düzende yaşamak, bakış açısı geniş bir dünya görüşüne sahip olması beklenen doktorlar için ıstırap verici olmaktadır.”

Sağlık alanındaki sorunların, doğal olarak en çok doktorları etkilediğine dikkat çeken Prof. Dr. Gören, sözlerine şöyle devam ediyor;

“Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altında, 2002 Yılından bu yana hızla hayata geçirilen değişiklikler, doktoru evrensel bilime dayalı gerçek sağlık hizmeti veremez duruma getirmiştir. İlk olarak Aile Hekimliği sistemi ile Devletin Topluma sağlamakla yükümlü olduğu en temel sağlık hizmeti olan koruyucu hekimlik hizmetleri, bir doktor ve bir aile sağlığı elemanının çalışma performansına terk edilmiştir. Böyle bir durumda hekimler mutsuz ve biraz da umutsuz bir şekilde, seçim sürecini izlemektedirler. Doktorların bu seçimlerden beklentisi elbette ki; Sosyal Devlet anlayışı ile herkese, eşit, nitelikli, ulaşılabilir ve ücretsiz sağlık hizmeti sağlayacak bir sistemi hayata geçirmeyi hedef olarak koyan; böyle bir sağlık sisteminin işleyebilmesi için hekimin, can güvenliği, çalışma güvenliği ve gelir güvenliği sağlanmış bir şekilde çalışmasını sağlayan bir programla işbaşına gelecek bir hükümettir.”

Hekimlere yönelik saldırıların artık dayanılmaz boyutlara ulaştığını hatırlatan Samsun Tabip Odası Başkanı Yrd. Doç. Dr. Mithat Günaydın, biraz umutsuz olmakla birlikte, genel seçimlerle ilgili değerlendirmelerini şöyle aktarıyor;

“Gazetelerde, televizyonlarda ya da internette saldırılmış ya da mahkemelerde süründürülme durumunda bırakılmış bir doktor haberini artık öylesine kanıksadık ki, vaka-ı adiyeden, yani sıradan oldu. Her gün bir yerden doktora saldırı, darp haberi duyuyoruz. Başka hiçbir meslek grubuna yönelik bu derecede yoğun bir saldırı görmek herhalde mümkün değildir. Olaylar hak aramanın, mağduriyetin giderilmesini istemenin çok ötesine geçmiştir.

Hekimlerin, seçimlerden bir şey bekleyecek moral-motivasyonu kalmamıştır. Hekimlerin seçimlerden yine de beklentileri şöyle özetlenebilir; hekim odaklı yeni bir tam gün yasası yazılması, önlerindeki belirsizliğin giderilmesi, emekliliğe yansıyan, eşdeğer meslek gruplarıyla aynı düzeyde maaş ve döner sermaye verilmesi, mesleklerini icra ederken yaptıkları işten dolayı yargılanılmaması, hastaların kendilerine karşı kışkırtılmaması, hekim haklarının da olduğunun kamu oyuna anlatılması ve mesleki saygınlığının kazandırılması, hepsinden öte sağlık sisteminin hekimler olmadan çökeceğinin anlaşılması, sağlığı yönetenlerin 'benim çalışkan, fedakar hekimim' sözünü kalben söyleyebilmesini ve bu düşünce, duyguyla hekimlere sahip çıkılmasını seçilecek yeni meclisten ve oluşacak hükümetten beklemektedir.”

Hekimlerin, öncelikle sağlık alanında yaşadığımız temel sorunların çözümünü istediklerini ve “Herkese eşit, nitelikli, ulaşılabilir, ücretsiz sağlık hizmeti” istediklerini belirten Ankara Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Selçuk Atalay'ın sıraladığı seçim beklentilerinin bir kısmı şöyle;

“İyi hekimlik ve nitelikli sağlık hizmeti için acil taleplerimiz: Hekimler arasında dayanışma yerine rekabete yol açan, hekimlik uygulamalarını değersizleştiren, hastaları 'puan'a dönüştüren 'performansa göre ücretlendirme' sisteminden vazgeçilmelidir. Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği'nde yer alan ve yurttaşların sağlık hakkını engellemenin yanı sıra hekimlerin mesleki ve klinik bağımsızlığını yok eden bütün kısıtlamalar kaldırılmalı, hekimlerin tedaviyi düzenlemesine yönelik bütün düzenlemelerin, Türk Tabipleri Birliği ve uzmanlık derneklerinin katılımı ve bilimsel çalışmalarına dayalı yapılması sağlanmalıdır.”

İlk olarak seçimlerin hilesiz, şaibe olmadan yapılmasını beklediklerini öne çıkaran Antalya Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Yavuz İpekli diğer talepleriniyse şöyle dile getiriyor;

“Bilgisayar oyunlarıyla 1-2 saate sonlanan, oyların çöplerden toplandığı, seçmenin iradesinin sandığa yansımadığı, sandık başlarında hilelerin. Yaşanmadığı bir seçim dilerken burada başta seçim kurulları, sandık kurulları ve siyasi partileri etiğe ve hile ve entrikalara karşı uyanık olmaya davet ediyoruz. Ülkemizin içinde bulunduğu durumda her ne kadar değiştiremesek de uyarılarımızı, kaygılarımızı ve neler yapılması gerektiğini üyelerimiz ve halkımızla paylaşırken; kurumların yok edildiğini, 'ileri demokrasi' söylemi ağızlarda sakız gibi çiğnenirken antidemokratik tüm uygulamaların ışık hızıyla devam ettiğini içimiz burkularak, üzülerek görmekte ve yaşamaktayız.

Genel seçimlerden beklentimiz A, B veya C partisi değil, asıl beklentimiz iktidara gelecek partinin gerçek anlamda ülkemiz için bir sağlık politikası gütmesidir. Yani bir programı olmalı ve bu program da sağlık alanının gerçek temsilcileri hekimler, diğer sağlık çalışanları, Tabip Odaları, Türk Tabipleri Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacıları Birliği ile konsensüs ve işbirliği içinde oluşturulmalıdır. Ülkemizdeki bugün yürütülen, yürütülürken de dayatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı'nı benimsemiyoruz. Sağlıkta özelleştirme ve performansa dayalı sistem, ne halkın ne de sağlık çalışanın faydasına değildir. Sağlıkta, işçi sağlığında taşeronlaşmanın sadece kartellere, özel şirketlere rant, çıkar sağlayacağını, sağlık göstergelerinin daha da geriye gideceğini, halkın cebinden daha fazla çıkacak parayla daha kötü bir hizmete maruz kalmasını getireceğini, etik olmayan uygulamalara neden olacağını yaşayarak göreceğimizi ve bunu bize reva görenleri asla affetmeyeceğimizi belirtmekte yarar görüyoruz.”

 

 

 

Herkes İçin Eşit, Nitelikli, Ulaşılabilir, Ücretsiz Bir Sağlık Hizmeti

Türk Tabipler Birliği Başkanı Dr. Eriş BİLALOĞLU görüşlerini şöyle ifade ediyor;

Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın moda ifadeyle artık “şifresi” çözüldü. Daha doğru ifadeyle maksadı artık herkesçe bilinir oldu. O nedenle de bütün sağlıkçılar ama özel olarak da biz hekimler giderek artan oranda tutum alıyor, tepkimizi ve yanı sıra da taleplerimizi dile getiriyoruz. Talepler özde piyasacı sağlık politikalarının sonlandırılması olarak somutlanabilir. Dolayısıyla bu politikaları uygulayan mevcut iktidara ve uygulama niyeti olanlara “vazgeçin” demiş oluyoruz. Çünkü bu politikaların kamu-özel bütün alanlarda iş güvencesi, gelir güvencesi, (iş kazaları-meslek hastalığı-sağlıkta şiddet'i kaldırmak/azaltmak için iş yeri sağlık birimleri kurulması) can güvencesi, mesleki bağımsızlığı ortadan kaldırdığını, tehdit ettiğini biliyoruz.

Kuşkusuz bu talepler biz dahil herkes için katkı-katılım payının kaldırılmasından, herkese sağlık güvenli gelecek hedefinden bağımsız değil.

Dikkatle okunduğunda bu taleplerin Türkiye'de yaşayan büyük çoğunluk için geçerli olduğu anlaşılır. Bu talepleri “doktorların seçimlerden beklentileri” başlığına sığdırmak ne kadar uygun bilemiyorum. Çünkü yüzde 10 barajının olduğu bir ülkede “seçim” yapmanın olanaklılığı bile tartışmalı. Kaldı ki içinde bulunduğumuz koşullarda “marka” olmuş bir uygulama olarak “basılmamış kitabın toplatıldığı” ve sınavlarda “şifre”li çözümlerin mevcut kurumlara “güveni” bütünüyle kaldırdığı düşünülünce seçimlerin güvenliği bile bu iktidarla soru işaretli. Kısacası kendimizden beklentimizi konuşmak daha gerçekçi görünüyor.

Yine de eşit, özgür, bağımsız, adil, laik, demokratik bir cumhuriyette yaşamak istediğimizi, sağlığın bir hak olarak kabulü temelinde herkes için eşit, nitelikli, ulaşılabilir, ücretsiz bir sağlık hizmetini talep ettiğimizi, insanca yaşayabileceğimiz böylesi bir Türkiye'de herkesin emeğine hürmet edileceğini ve hekimler olarak bizim de emeğimizin değerinin bilineceğini düşünüyoruz. Bu beklentimizi gerçekleştirmenin ise her hangi bir siyasi partinin vaatlerini aşan ölçüde bize bağlı olduğunu bilerek seçim öncesi süreçte üzerimize düşenleri yerine getirmeye çalışıyoruz.

 

İyi Hekimlik Ve Sağlık Hakkı

Bursa Tabip Odası Başkanı Doç. Dr. Kayıhan PALA konuyla ilgili değerlendirmelerini şöyle ifade ediyor;

Bilindiği gibi, genel seçimler, ülkemizi yönetmek üzere mevcut parti liderlerinden biri ya da bir kaçına bir süreliğine yetki vermek amacıyla yapılıyor. Bu koşullarda, halkın ne tümünün iradesinin bu sürece etki etmesi mümkün, ne de kendi adına karar vermesi beklenen kişileri belirlemesi. Baraj adı verilen bir sınırlama ile toplumun neredeyse üçte birinin seçimlerde belirleyici olma olasılığı yok; milletvekillerine gelince, parti başkanları tarafından belirleniyorlar, halk tarafından değil.

Bir önceki seçimden bugüne dek sağlık alanında yaşanılanların nesnel bir zeminde ortaya konulamadığı, tartışılamadığı; Sağlık Bakanı'na üç saate varan canlı yayınlar ile ulusal kanallarda propaganda yapmak üzere güçlü destekler sağlandığı, ancak 30 bin sağlık çalışanının yürüyüş ve mitinginin neredeyse görmezden gelindiği bir ortamda; seçimlerle ilgili beklentilerin konuşulması kolay görünmüyor. Sağlıkta Dönüşüm Programı adı ile yürütülen neoliberal sağlık reformları, giderek sağlık alanını daha fazla piyasalaştırıyor.

Artık “pazarlama”, “müşteri”, “kâr” gibi kapitalizmin kâr maksimizasyonuna hizmet eden kavramlar, sağlık alanında daha fazla konuşuluyor ve en kötüsü hekimler de içinde olmak üzere sağlık çalışanları tarafından daha az yadırganıyor, daha az reddediliyor. Bir tür öğrenilmiş çaresizlik, sağlık hakkı ve iyi hekimlik kavramlarının önüne geçirtilmeye çalışılıyor; deyim yerindeyse, zorla. Geçen yıl 70 milyondan daha fazla acil servislere başvuru yapılıyor, acil salgını gibi. Dört yılda dört kat artıyor acile başvuru. Başvuranların büyük çoğunluğu acil olgular değil, katkı payı ödeyemeyecek durumda olan yoksul, işsiz, dar gelirli yurttaşlarımız. Sağlık hizmetlerine erişimi kolaylaştırdık ve artırdık diyenlere bu durumla ilgili bir çift söz söylemek olanağı, ne bilim insanlarına, ne de meslek örgütlerine tanınmıyor. Bu ülkede artık, acile başvuru sayısı, neredeyse her yurttaş yılda bir defa başvuruyormuş kadar yüksek; kimse merak etmiyor mu, dünyada başka böyle bir ülke daha olup olmadığını?

Son beş yılda kişi başına düşen cerrahi operasyon sayısı üç kat arttı, artık her yıl nüfusun onda biri kadar cerrahi girişim yapılıyor. Tomografi, MR, ultrason vb. tetkik sayılarındaki artış ürkütücü. Bu tetkiklerin ne kadarında bir patoloji yakalanıyor ve bu yakalanma oranı diğer ülkelerle kıyaslandığında ne anlama geliyor; merak eden var mı?

Hekimler 2,5 dakikada bir hasta bakmaya zorlanıyor. Günde 150 hasta baktığı kayıtlara geçen hekimler var. Bakan hekimin hiç mi suçu yok, diye sormak işin kolayı; sistem sağlık hizmeti sunumunu nasıl bu kadar piyasalaştırıyor diye soran var mı?

Bir yılda SGK'nın topladığı katkı payı üç katına çıkıyor, vatandaş pamuk elini cebine atamadan sağlık hizmeti alamaz duruma getiriliyor. Sonuç: Bir biçimde şimdilik vatandaş memnun... Piyasa ziyadesiyle memnun... Memnun olmayan kim? Hekimler. Çünkü hekimler (En azından önemli bir kısmı) halen piyasanın azgın sularına kapılıp, kar mücadelesi vermek yerine; iyi hekimlik ve sağlık hakkından söz etmeye çalışıyor. Can güvencesi, iş güvencesi, gelir güvencesi ve mesleki bağımsızlık istiyor meslek örgütünün öncülüğünde. Sağlık Bakanı meslek örgütleriyle durumu değerlendirmek yerine “İki maddelik bir kanuna bakar, kapatırız meslek örgütlerini” diyebiliyor; daha kötüsü bırakın istifa etmek zorunda kalmasını, hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyor ve ne medya, ne toplum ne de muhalefet; neredeyse hiçbir kesimden güçlü bir tepki yok.

Bu koşullarda, doğrusunu söylemek gerekirse, hekimlerin yaklaşık iki ay sonra yapılacak genel seçimlerden çok fazla bir beklentisinin olduğunu söylemek olanaklı değil.

 

Mutlu Hekim, Mutlu Hasta

Adana-Osmaniye Tabip Odası Başkanı, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cem Kaan PARSAK'ın konuyla ilgili değerlendirmeleri şöyle;


“Hekimler genel seçimlerden ne bekliyorlar” sorusuna verilecek en iyi yanıt; HUZUR ve İSTİKRAR olacaktır. Evet, hekimler artık huzur istiyor, önlerini görebilmek ve anlık politik manipülasyonlara alet edilmeksizin geleceklerini programlayabilmek istiyorlar. Hekimliğin sanat olduğu bilincinin süregeldiği gelişmiş toplumlarda, sanatın apolitik icrası da kültür gereği halini almıştır. Ancak ülkemizde hekimler ve sağlık uygulamaları yoğun şekilde ve bilinçsizce siyasetin unsurları haline getirilmiştir. Bunun da ötesinde meslektaşımız olan üst düzey siyasetçiler söylemlerinde halk ile hekimleri ayrı iki taraf ilan ederek ben halkımın yanındayım mesajını verebilmiştir. Ancak unutulan noktalar şunlardı.

Biz hekimler her zaman halkın yanında, onlarla iç içe olduk. Bunu yaparken oy değil ettiğimiz yemin vardı ilham noktamızda. Zira o bizim anamız, canımız bazen canımıza kasteden hastamızdı. Ama insandı işin özü ve biz insanlık adına içmiştik “Hipokrat” andını. Yapılan anketlerde, uygulanan güncel sağlık politikaları sonucu yüzde 70'e varan halk memnuniyeti bildirilmektedir. Ancak popülist uygulamalar hızlı ve geçici memnuniyetler yaratmaya mahkumdur. Hekimin ve sağlık çalışanlarının mutsuz ve bunun da ötesinde umutsuz olduğu sağlık sisteminde uzun vadede halk memnuniyeti imkansız olacaktır. Temel felsefe ''MUTLU HEKİM, MUTLU HASTA'' olmalıdır.

Mesleğimizi diğerlerinden ayıran en önemli unsur manevi hazzın ölçülemez ve karşılaştırılamaz düzeyidir. Çoğu geri dönüşü olmayan yoğun eforun küçük bir anne tebessümüyle dinamik tutulabildiği ve haydi gayret güçsüz bedenim zararsız dopingi ile uykulu ama ayakta kalabilen kaç meslek mensubu vardır? Hiç kimse hasta mutluluğunu hekimden daha çok isteyemez. Ancak; kendisi mutsuz olan bireyin çevresini mutlu etmesini beklemek derin bir hayal içinde olmayı gerektirir ve yaşam hayalden ibaret değildir. Hekimlerce kutsal kabul edilen mesleki uygulamalar, mesleğin bir öğesi olmayan sanal puanları toplamayı içermemelidir.

Çalışma barışını bozan, etik değerlerin göz ardı edilmesine yol açan ve halk sağlığını olumsuz etkileyen mevcut sistemin, kamu hekimlerini tüccar, hastaları ise meta haline getirdiği tehlikesi aşikardır. Matbu evraklarda hastanın problemleri yerine uygulanması muhtemel performans puanlarının yer alma mecburiyeti yakın gelecekteki beklenti olmamalıdır. Kandırmacadan ibaret olup emeklilik ve özlük haklarına yansımayan bu ''PUAN SİSTEMİ'' maalesef çocuklarımızın geleceğini puanlayamamaktadır. Varlık nedeni eğitim, araştırma ve nitelikli sağlık hizmeti sunumu olan Üniversite ve Sağlık Bakanlığı Eğitim- Araştırma hastanelerinin birer sağlık işletmesi konumuna getirilmesi tıp ve tıpta uzmanlık eğitimi için de ağır ve telafisi olmayan sonuçlar doğuracaktır.

Gerek hastaneler bünyesinde uygulanan özel muayene sistemi, gerekse muayenehane hekimliğinin ortadan kaldırılmasına yönelik uygulamalar hastaların en önemli haklarından biri olan ''Doktor Seçme Özgürlüğünü'' ellerinden almaktadır. Şüphesiz eleştirilebilecek yönleri olan süregelmiş sistemin, ilgili taraflar ve kurumlar ile işbirliği içinde yeniden gözden geçirilerek düzenlenmesi ve bu özgürlüğün sağlanması kaçınılmaz bir görevdir. Bu görev seçilmişlerin misyonu olmalıdır. “Sağlıkta Devrim” olarak lanse edilen ve “Sağlıkta Dönüşüm Projesi”nin tökezleyen bir sacayağı da ''Aile Hekimliği'' uygulamasıdır. Hekim ve yardımcı sağlık personelinin önce sözleşmeli personel haline getirildiği ve sonrasında bir tarafın devlet olduğu güveni ile neredeyse imzayı atanlar tarafından hiç okunmayan “sözleşme gereği” diretmeleri ile baskıcı ve ceza puanları esasına göre yürütülmeye çalışılan sistemin rotası hızla aşağı doğru çevrilmiştir. Yıllarca hizmet verilmiş yerleşkelerin, sorumluluğu hekime devredildikten sonra ancak ciddi bir yatırımla diretilen fiziki koşullara getirilebileceği gerçeği çok acı ve düşündürücüdür. Bunun da ötesinde halkımıza fiziki koşullar göz önünde bulundurularak beş ayrı sınıf yerleşkede hizmet sunulmasını uygun gören ve aynı sağlık hizmetinin farklı hak edişleri olduğuna inanan sağlık politikası yaratıcıları maalesef içimizdedir. Sistem aile hekimine, kayıtlı her bir vatandaş için aylık bir lira para ödemektedir. Bu zengin duruş yerel yöneticilerin dikkatinden kaçmamış ve maaş karşılaştırmaları medyatik hale gelmiştir. Sağlık hizmeti verirken aynı zamanda ticarethane işletmesi beklenen ve bu konuda hiç deneyimi olmayan aile hekimleri arasında ''MUTSUZ HEKİM'' oranı hızla artmaktadır.

Öneriler ve Beklentilerimiz;

  • Tam gün uygulaması ile ilgili geniş tabanlı bir uzlaşı zemini yaratacak yeni yasal düzenleme,
  • Global bütçe hazırlığının gözden geçirilmesi,
  • Akademik kadro sıkıntısının giderilmesi,
  • Zorunlu kesintilerin azaltılması,
  • SUT ücretlendirmesinin 3. basamak kurumlar için güncellenmesi,
  • Eğitim için ilave bütçe verilmesi,
  • Aile hekimliği konusunda yanlışlardan vazgeçilmesi, sistemin güçlendirilmesi ve hekimin sadece mesleğini yapacağı ortamın sağlanması,
  • Hastaneler bünyesinde; puan bazlı bireysel performanslar yerine tüm hastaneyi kapsayan kurumsal performansın uygulanması
  • Sağlık çalışanı gelirlerinin özlük haklarına yansımasının sağlanması.
     

 

Sağlıkta Dönüşüm Programı Zarar Veriyor

İzmir Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Erdener ÖZER konuyla ilgili şu değerlendirmelerde bulunuyor:

Mevcut iktidarın güç kaybetmesi, elinde tuttuğu toplumsal memnuniyet alanlarını yitirmesi ile mümkündür. Bu alanlardan biri de aslında sağlıktır. Sağlıkta Dönüşüm Programı halka sunulan bir elma şekeri iken, elde artık sapı kalmıştır. Yapılan anketlerin ortaya çıkardığı veriler değerlendirildiğinde mevcut iktidar tarafından uzun yıllardır sağlık alanında uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Programı'na karşı halkımızın memnuniyeti olduğu görülmektedir.

Hatta bu memnuniyetin önceki seçimlerde iktidar partisine 10-15 puan kadar bir avantaj sağladığı söylenmektedir. Sağlık alanındaki bu durum karşısında, mevcut iktidarın oylarını aşağı çekmeyi hedefleyen muhalefet partileri yaklaşan seçimlerde sağlık alanında ne söylemelidir? Seçim bildirilerini oluştururken ve geliştirirken, iktidarın sağlık alanındaki başarısını kabullenerek başka alanlar üzerinden mi iktidara alternatif olduklarını ortaya koymalıdır? Yoksa Sağlıkta Dönüşüm Programı'nı sosyolojik, ekonomik ve politik açıdan dikkatle analiz edip, Türkiye'deki sağlık sisteminin gerçekte neye dönüştüğünü mü ortaya koymalı ve bunu uygun dille halka anlatmalıdır?

İktidarın kamuoyu ile paylaştığı, sağlık olsun, ekonomi olsun herhangi bir alanda ülkeye kazandırdığını söylediği artılar çok dikkatle değerlendirilmeli, çoğu kez olduğu gibi aldatıcı ve kandırmacı sonuçlara karşı uyanık olunmalıdır.

Kısa bir süre önce iktidar partisi tarafından verilen bir gazete ilanında, iktidarları boyunca Türkiye'nin elde ettiği kazanımlar arasında, sağlığa ayrılan bütçenin 2,9 milyar TL'den 14 milyar TL'ye çıktığı konusu da vurgulanmaktadır. Bu vurgu ilk bakışta olumlu bir gelişme olarak algılanabilir. Ancak söz konusu artışın sağlık harcamalarından kaynaklandığı anlaşıldığında, bu olumlu algılamadaki ciddi hata ortaya çıkmaktadır.

Çünkü “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile daha çok tedaviye ve ilaca ihtiyaç duyduğumuz gerçeği karşımızda durmaktadır. Bir başka deyişle bu programın eşliğinde, hastalıkların arttığı kalitesiz bir sağlık sistemi ortaya çıkmış, bununla beraber tanı ve tedaviyle ilgili harcama kalemleri büyümüştür. Koruyucu hekimliğin planlı, programlı ve eksiksiz yapıldığı ileri ülkelerde, hastalıkların ortaya çıkış hızı azaldığından sağlık harcamaları da azalmaktadır. Ülkemizde bir kısmı yıllardır görülmeyen difteri, kızamık, verem ve sıtma gibi bulaşıcı hastalıkların son yıllarda yeniden ortaya çıkması bir yana, kuş gribi ve domuz gribi gibi bir anlamda “yaratılan'' salgınların yüksek maliyetli aşı tüketimi de sağlık harcamalarını arttırmaktadır. İş kazalarının görüldüğü, çevre kirliliğinin yaşandığı, baskıcı yaşamın verdiği stres ve en büyük hastalık kaynağı olan yoksulluğun olduğu bir ülkede, hastalıklar arttığından, maliyet, bütçeye harcama kalemi olarak yansımaktadır. Sağlık harcamalarını arttıran dinamikler bir yana, sağlığa ayrılan kaynakların ne kadarının topluma döndüğü, ne ölçüde adil dağıtıldığı bir diğer önemli konudur.

Sağlıkta Dönüşüm Programı gibi sosyal devlet anlayışından uzak, neoliberal anlayışın ürünü bir sağlık programında hastalar müşteri (tüketici), hastaneler birer işletmedir. Bu ticarileşen ve piyasalaşan sağlık sürecinde, kamu-özel ortaklığının kamu tarafındaki patronu sosyal güvenlik kurumudur. Muayenehaneler ve küçük-orta ölçekli özel sağlık kuruluşları yerine, zincir şeklinde, uluslararası sermayenin nemalanacağı yapılara ihtiyaç vardır. Sistemde hekimler dahil tüm sağlık çalışanlarına işgücü gözüyle bakıldığından, serbest çalışma haklarının ellerinden alınması, ithal hekimlerin istihdamı ve tıp fakültesi öğrenci kontenjanlarının yükseltilmesiyle hekim sayısının arttırılması, hep ucuz işgücü amacına yöneliktir. Sağlık hizmeti sunumunda taşeronlaşma ve sözleşmeli personelin kullanılması da bu sistemin temel araçlarındandır. Verimlilik argümanı altında maliyetin azaltılması için, körlük, sakatlık gibi sonuçları olabilen ucuz tıbbi malzeme ve protez kullanılması tercih edilmektedir.

Sisteme makyaj: Sağlıkta Dönüşüm Programı, hızlı ve ayakta tedavi edilebilen, yüksek kârlı tanısal inceleme gerektiren hastalığı olan, hastanede yatacak ise, komplikasyon gelişmedikçe kısa süreli kalacak hasta profilini sever. Performans sistemi uygulaması bu programın bir başka önemli çıktısıdır. Hekimlere havuç olarak ek ödeme modeli sunulur; hekimden hasta muayenesine daha az zaman ayırması, komplikasyon riski olsa dahi daha hızlı ameliyat yapması istenir.

Acil servisler ve yoğun bakımlar sisteme makyaj yapılan alanlardır. Sağlık sistemi içerisinde kanser ve şeker gibi kronik bir hastalığı olan milyonlarca insan için durum hiç de iç acıcı değildir. Örneğin şeker hastasıysanız her gün kullandığınız şeker çubuklarının maliyetinin çoğunu kendi cebinizden ödersiniz. Yaşlıysanız, üç yıldan önce gözlüğünüz kırıldı ise yandınız; yerine koymak için cebinizden ödeyeceksiniz. Bu süre, işitme cihazında sekiz yıldır. Sadece vatandaşlık numaranızı beyan ederek üst basamak sağlık hizmetini ücretsiz alacağınızı düşünmeyin. İlacınız için eczaneye başvurduğunuz zaman ya da emekli iseniz, emekli maaşını çekerken, hizmetin, size söylenenin aksine ücretsiz olmadığını göreceksiniz.

Kısacası 30 yıl önce tohumu atılan, son yıllarda evrimleşen, neoliberal politik anlayışın bir ürünü olan “Sağlıkta Dönüşüm Programı”, kamu-özel ortaklığı ile sağlığı piyasalaştırmakta, sağlık harcamalarında ciddi bir pazar genişlemesi oluşturarak, sağlığa harcanan bütçe payında niceliksel bir artış yaratmaktadır. Bu durum, sağlıkla ilgili sosyal devlet anlayışı çerçevesinde nitelikli (kaliteli) ve parasız sağlık hizmetine ulaşma açısından tam bir zıtlık göstermektedir.

Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın alternatifi, sosyal devlet anlayışının içinde saklıdır. Bunun ortaya çıkarılması, vatandaşların tümüne genel sosyal güvenlik şemsiyesi altında tamamen kamusal alanda bir sağlık hizmeti sunmak, çalışanların emeğinin karşılığını güvenceli, adil ve yeterli ücretlendirme ile vermek, gerekli mali kaynağı merkezi bütçeden ya da etkin vergi toplayarak sağlamakla mümkündür. Mevcut iktidarın güç kaybetmesi, elinde tuttuğu toplumsal memnuniyet alanlarını yitirmesi ile mümkündür. Bu alanlardan biri de aslında sağlıktır.

Sağlıkta Dönüşüm Programı halka sunulan bir elma şekeri iken, elde artık sapı kalmıştır. Türkiye'de sağlığın geldiği nokta sanıldığının aksine, toplumcu ve sosyal devletçi değildir. Bu nedenle başta ana muhalefet partisi olmak üzere, iktidara alternatif olmak isteyen tüm partilerin bu gerçeği görmesi, gerçekleri halkın anlayacağı bir dile dönüştürmesi ve seçim sürecinde bu konuda AKP ile vuruşmaktan çekinmemesi gerekmektedir.
 

 


Ülkemize Uygun Sağlık Politikaları Üretilmeli

Antalya Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Yavuz İPEKLİ şu değerlendirmelerde bulunuyor:

 İlk olarak seçimlerin hilesiz, şaibe olmadan yapılmasını bekliyoruz. Tam tersi durumların örneğin bilgisayar oyunlarıyla 1-2 saate sonlanan, oyların çöplerden toplandığı, seçmenin iradesinin sandığa yansımadığı, sandık başlarında hileler vs. yaşanmamasını dilerken burada başta seçim kurulları, sandık kurulları ve siyasi partileri etiğe ve hile ve entrikalara karşı uyanık olmaya davet ediyoruz. Ülkemizin içinde bulunduğu durumda her ne kadar değiştiremesek de uyarılarımızı, kaygılarımızı ve neler yapılması gerektiğini üyelerimiz ve halkımızla paylaşırken, kurumların yok edildiğini, ileri demokrasi söylemi ağızlarda sakız gibi çiğnenirken antidemokratik tüm uygulamaların ışık hızıyla devam ettiğini içimiz burkularak, üzülerek görmekte ve yaşamaktayız. Genel seçimlerden beklentimiz A ya da B veya C partisi değil, asıl beklentimiz iktidara gelecek partinin gerçek anlamda Ülkemiz için bir sağlık politikası, yani bir programı olmalı ve bu programı da, sağlık alanının gerçek temsilcileri Hekimler, Yardımcı sağlık çalışanları, Tabip Odaları, Türk Tabipleri Birliği, Türk Diş Hekimleri Birliği, Türk Eczacıları Birliği ile konsensüs ve işbirliği içinde oluşturmalıdır.

Ülkemizdeki bugün yürütülen, yürütülürken de dayatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı'nı benimsemiyoruz. Sağlıkta özelleştirme ve performansa dayalı sistemin ne halkın ne de sağlık çalışanının faydasına olmayıp, sağlıkta, işçi sağlığında taşeronlaşmanın sadece kartellere, özel şirketlere rant, çıkar sağlayacağını, sağlık göstergelerinin daha da geriye gideceğini, halkın cebinden daha fazla çıkacak parayla daha kötü bir hizmete maruz kalmasını getireceğini, etik olmayan uygulamalara neden olacağını yaşayarak göreceğimizi ve bunu bize reva görenleri asla affetmeyeceğimizi belirtmekte yarar görüyoruz.

Sağlık çalışanları ve hekimler üzerinden ucuz popülist politikalarla bir taraftan halktan oy toplayıp, diğer taraftan onları paspas gibi kullanan, hekimlerle sürekli kavga eden, onları sözleşmeli yapan, hastaya puan-performans olarak baktıran zihniyet değil, emekliliğe ve maaşına yansıyan hakettiği ücreti veren, verirken de bunu sözleşmeli değil güvenceli biçimde yapan, “Ulusal Aşı” üretimi yapıp dışa bağımlı olmayan, üniversitelere aktarması gereken kaynağı aktarmayıp, maliyeye bağımlı hale getirip özerklikten ve AR-GE den uzaklaştıran ve gecekondu tıp fakülteleri açan değil onları özerk, bilim yuvaları olarak görüp destekleyen, eğitim araştırma hastanelerini liyakat ile oluşturan, kadrolaştırmayan siyasi iktidar bekliyoruz.

Ayrıca ülkemizin geleceğini yine ülke kaynaklarında gören dışa bağımlı değil, Atatürk ilkelerine bağımlı, AB ve ABD'ye bağımlı değil, tam bağımsız, bölünmeyi değil üniter devleti savunan, gücünü vatandaşına sağladığı olanaklar ve hissettireceği ayrıcalıklarla gösteren devlet anlayışını benimseyen, kurumlarla kavgalı olmayan, halkı sağlık çalışanından ayrı tutmayan dürüst, vatansever kadroları olan ve sağlık sistemini bu alanın gerçek temsilcileriyle planlayan ve onlarla çözen bunu diğer alanlarda o alan temsilcileriyle çözecek, her ülkenin kendi dinamiklerine uygun sistemleri esas alacak, tabiri caizse Amerika'yı yeni keşfetmeyecek, hayalci değil realist kadroların seçilmesi ve ülkemizin layık olduğu şekilde yönetilmesi temel beklentilerimizdir. Belki bir rüya veya hayal gibi bizim için çok uzakta gördüğümüz ancak imkânsız olmadığını düşündüğümüz beklentilerimizi karşılayacak kadroların gelmesi de yine en temel beklentimizdir.
 

 

Sağlığın Ticarileştirilmesi Durdurulmalı

Ankara Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Selçuk ATALAY'ın görüşleri şöyle;

Hekimler, öncelikle sağlık alanında yaşadığımız temel sorunların çözümünü istiyor ve “Herkese eşit, nitelikli, ulaşılabilir, ücretsiz sağlık hizmeti" istiyor.

İyi hekimlik ve nitelikli sağlık hizmeti için acil taleplerimiz;  

1. Hekimler arasında dayanışma yerine rekabete yol açan, hekimlik uygulamalarını değersizleştiren, hastaları “puan”a dönüştüren “performansa göre ücretlendirme” sisteminden vazgeçilmelidir.

2. Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği'nde yer alan ve yurttaşların sağlık hakkını engellemenin yanı sıra hekimlerin mesleki ve klinik bağımsızlığını yok eden bütün kısıtlamalar kaldırılmalı, hekimlerin tedaviyi düzenlemesine yönelik bütün düzenlemelerin, Türk Tabipleri Birliği ve uzmanlık derneklerinin katılımı ve bilimsel çalışmalarına dayalı yapılması sağlanmalıdır.

3. Tıp fakülteleri hastanelerinin ekonomik, yönetsel ve akademik özerkliği korunmalı; Sağlık Bakanlığı'na devredilme girişimleri durdurulmalıdır.

4. Başta asistan hekimler olmak üzere bütün hekimlerin nöbet ertesi izin hakkı istisnasız olarak uygulanmalı; haftalık çalışma süreleri, nöbet de dahil, 56 saati geçmemelidir.

5. Kamu sağlık kurumlarında sözleşmeli, döner sermayeden sözleşmeli, vekil, taşeron işçisi adı altında her tür güvencesiz çalıştırmaya, esnek-kuralsız, fazla çalıştırma ve angaryaya son verilmeli; taşeron şirket personelleri de dahil bütün sağlık çalışanları devlet memuru kadrosuna geçirilmelidir.

6. Özel sağlık kurumlarında çalışan hekimlerin sözleşmelerinde Türk Tabipleri Birliği taraf olarak kabul edilmeli; işten çıkarmalar Sağlık Bakanlığı ve Türk Tabipleri Birliğinin iznine bağlı olmalıdır.

7. İşyeri hekimlerinin eğitim, atama ve ücretlerinin belirlenmesinde Türk Tabipleri Birliği’nin yetkilerini yok etmeye yönelik girişimler durdurulmalıdır.

8. Kurum hekimleri dahil olmak üzere birinci basamakta çalışan hekimler arasındaki ücret eşitsizliklerine son verilmelidir.

9. Aile hekimleri devlet memuru statüsüne geçirilmeli ve bu statünün haklarına sahip olmalıdır.

10. Sağlıklı ve güvenli koşullarda çalışma hakkını güvence altına alacak organizasyon ve düzenlemeler ile sağlık ortamlarının şiddetten arındırılması için Türk Tabipleri Birliği tarafından hazırlanan öneri doğrultusunda Türk Ceza Kanununda gerekli değişiklik yapılmalıdır.

11. Hekimleri, sağlık çalışanlarını kamuoyu ve hastalar nezdinde küçük düşürücü tutum ve söylemlere son verilmelidir.

12. Hekim ücretleri, Türk Tabipleri Birliği’nin hazırladığı “Sağlık Personelinin Tam Süre Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı Önerisi”nde önerildiği şekilde iş güvenceli tek bir işte çalışarak insanca yaşamaya, mesleki gelişimi sürdürmeye yetecek, emekliliğe yansıyacak biçimde düzenlenmeli; ücret artışlarının halen emekli olan hekimlere yansıtılması sağlanmalıdır.

13. Hekimlerin çalışma hakkı ve özgürlüğünü ihlal eden düzenlemeler kaldırılmalı, bu yöndeki uygulamalara son verilmeli; tam süre çalışma konusunda Türk Tabipleri Birliğinin önerdiği düzenleme yapılana dek 5947 sayılı “Tam Gün Yasası”yla ilgili Anayasa Mahkemesinin iptal kararı doğrultusunda hareket edilmelidir.

14. Bütün sağlık kurumlarında işe giriş muayeneleri, aralıklı kontrol muayeneleri, çalışanların işe uyumu, bağışıklama, sağlık eğitimleri, iş güvenliği çalışmalarının koordinasyonu, özellikli çalışanların takibi/muayenesi, iş ortamı risklerinin belirlenmesi, veri toplanması, araştırma yapılması çalışmalarıyla danışmanlık hizmetlerinin verileceği İşyeri Sağlık Birimleri kurulmalıdır.

15. Sağlığı ticarileştiren, sağlık hizmetlerini metalaştıran, eşit-ücretsiz-nitelikli sağlık hizmetinin önündeki öncelikli engel olan sağlıktaki bütün katkı-katılım payları ve ilave ücretler kaldırılmalıdır.
 

 

Sağlıkta Dönüşüm, sağlıkta yıkıma yol açmıştır

Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Dr. Şemsettin KOÇ değerlendirmelerinde şunları söylüyor;

Ülkemiz, Dünyada en önemli coğrafik konumda olmasına, yer altı-yer üstü kaynaklarının zenginliğine, genç ve dinamik bir nüfusa sahip olmasına rağmen hala geri kalmış ülkelerin seviyesinde değerlendirilmesi düşündürücüdür. Yapılan bir çalışmada Türkiye; Ekonomi, siyaset, sağlık ve hayat kalitesi gibi kriterler dikkate alınarak memnuniyet açısından değerlendirildiğinde, “Dünyanın En İyi Ülkeleri” listesinde 52. sırada yer alıyor olması dikkate değerdir. İktidarlar ve asıl olarak sistem; kendi içindeki dil, din, mezhep, cinsiyet, ırk ve sosyal gruplar arasında barışık bir ortam yaratma çabası harcamadığı gibi ülke dışında da yapay düşman yaratarak kendi konumunu sürdürmede ısrar etmektedir. Türkiye' de sistem insan hak ve özgürlüklerini korumak yerine sermayedarları, militarizmi, cemaat ve dar milliyetçi kesimleri kollamak ve korumak üzere kurgulanmıştır. Bu anlayış ülkemizdeki tüm kurumları etkisi altına almıştır.

Ülkemizde tüm yaşam alanlarında var olan sorunların birinci elden sorumlusu iktidarlar, devletin kurumları ve sistemin kendisidir.

Egemenler insanlara verilmesi gereken değeri sağlıkta, eğitimde, adliyede, güvenlikte ve sosyal yaşamda göstermediklerinden ve demokrasi kültürünü içselleştirmediklerinden yönettiği toplumu da kendisine benzetmiş bulunmaktadırlar. Cumhuriyetin kuruluşundan beri teklik üzerine kurulu anlayıştan dolayı statükoyu koruma ve dar milliyetçi çizgide hareket etme pratiği sergilenmiştir. Bu durum ülkemizde demokrasinin, özgürlüklerin, evrensel insani değerlerin ve gerçek anlamda adalet ve hukukun toplumsal yaşama hakim kılınmasına engel oluşturmuştur. İktidara gelen sağ, sol, liberal veya dini anlayışa sahip hükümetlerin temel hedefi kendi ideolojileri ve dar grupsal çıkarları olmuştur.

Gerek şu anki iktidar gerekse geçmiş dönemlerdeki iktidarların yaptıklarına bakıldığında hep yandaşları veya ideolojilerine yakın kesimler taraftar olarak algılanmakta ve desteklenmekte, diğerleri ötekileştirilmekte, dışlanmakta ve yerine göre her türlü baskı ve şiddete maruz bırakılmaktadırlar. Yandaş sermaye ve yandaş ideolojik akımlar ön plana alınmaktadır. Hiç bir zaman halkın, çalışanların, örgütlü yapılanmaların veya muhaliflerin görüş ve önerilerinin yanı sıra destekleri de alınmamaktadır. Ülkenin içinde bulunduğu geri kalmışlık, insan hakları, demokrasi, eşitlik, kardeşlik ve barışık olma hali hiçbir zaman önemsenmemiştir.

Son iktidarın IMF ve Dünya Bankasının istemi doğrultusunda geliştirdiği Sağlıkta Dönüşüm Programı; sağlık hizmetinin ticarileştirilmesine, çalışanları iş güvencesiz konuma getirmesine ve çalışanları sosyal dayanışma anlayışından uzaklaştırmasına zemin hazırlamıştır. Sağlıkta Dönüşüm halk ve sağlık çalışanlarında sağlıkta yıkıma yol açmıştır.

Ülkeyi değiştirecek, dönüştürecek ve öncülük yapması gereken üniversiteler hakkaniyet, liyakati bilimsel ve özerk olmaktan ziyade birer tek tipliğin ve tek düşüncenin oluşturulduğu merkezler haline getirilmek istenmektedir.

Türkiye' de özellikle Kürtlerin yaşadığı topraklarda her açıdan geri kalmışlık tüm hızıyla devam etmektedir. Bölgemiz kişi başına düşen yatak sayısı, uzman veya pratisyen doktor sayısı, hemşire ve ebe sayısı açısından Türkiye'nin en geri kalmış bölgesi konumunda. Anne ölümleri, yeni doğan, çocuk ölümleri ve bulaşıcı hastalık oranları ile geri kalmış ülkelerin düzeyinde istatistikî verilere sahibiz. Bölgemizde dil sorunundan kaynaklı eğitimde, sağlıkta, hukukta ve sosyal yaşamda insan yaşamını olumsuz etkileyecek kadar aksaklıklar yaşanmaktadır. Üniversite sınavlarında başarısız iller sıralamasında son sıralarda yer alıyor olmak sanki kaderimiz olmuştur. İşsizlik oranı çok yüksek olup büyük bir nüfus açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamak zorunda bırakılmıştır. Yeşil Kart sahipleri bölgenin 21 ilinde nüfusun yüzde 40'lık oranını oluştururken, diğer 60 il yüzde 8,5'lik oranı oluşturmaktadır. Bölge bu oranla Türkiye'nin en kötü bölgesi konumundadır. Cumhuriyetin kuruluş döneminde Türkiye'nin 3. gelişmiş ili olan Diyarbakır'ın şu andaki bulunduğu durum her şeyi iyi bir şekilde yansıtmaktadır.

Yukarıda genel anlamda ifade ettiğim olumsuzluklar içinde yeni bir seçim dönemi daha yaşamaktayız. Belki de dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen sayıda milletvekilliği aday adaylığı ile bir seçim sürecine girmiş bulunmaktayız. Bu dönemde de geçmiş dönemlerden farklı bir durum mevcut değildir. Yine seçilebilmek için büyük maddi harcamalar gerekmekte, yine ticari ve ideolojik kazançlar hedeflenmekte. Seçilmek isteyenlerin hedefinde toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunları çözmek yerine maddi manevi rant elde etme amacı oldukça ülkemizde hiçbir şey değişmeyecektir. Böyle bir süreçte geçmiş dönemlerin tekrarından farklı bir pratik sergileneceğine inanmıyorum. Amacı maddi manevi rant olanların oluşturduğu bir meclisin ve hükümetin, sorunları çözme gücü olmaktan ziyade sorunları daha da derinleştiren ve karmaşık hale getiren bir güç olacağına inanıyorum. Bizlerin, bu ülkeyi önemseyen, ülkenin sosyal ekonomik değerlerini emperyalist ülkelere peşkeş çekmeyen ve sorunları çözme hedefi olan seçilmişlere ihtiyacımız vardır.
 

 


Herkes İçin Sağlıklı Bir Sağlık Sistemi

İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. M. Taner GÖREN konuyla ilgili şu bilgileri veriyor;

12 Haziran 2011 Tarihinde yapılacak olan Genel Seçimlere giderken Ülkemizde, bir devletin durumunu gösteren en önemli üç alanda; sağlık, eğitim ve hukuk alanlarında ciddi sorunlar bulunmaktadır. Bir parça aydın olduğunu düşünen insanların bunu fark etmemesi mümkün değildir.

Bir doktor olarak, dolaylı dolaysız, toplumun sağlığını ilgilendiren her şey beni ilgilendirmektedir. Bu anlamda, her türlü ayrımcılığın kışkırtıldığı; hukuksuzluğun hukuk haline getirildiği; nüfusun büyük bir bölümünün açlık sınırının altında gelirle geçinmek durumunda kaldığı; insan emeğinin, taşeron işçilik sistemi ile alınıp satılan mal haline getirilerek sömürüldüğü bir toplumsal düzende yaşamak, bakış açısı geniş bir dünya görüşüne sahip olması beklenen doktorlar için ıstırap verici olmaktadır. Sağlık alanındaki sorunlar, doğal olarak doktorları en çok etkileyenler olmaktadır.

Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altında, 2002 Yılından buyana hızla hayat geçirilen değişiklikler, doktoru evrensel bilime dayalı gerçek sağlık hizmeti veremez duruma getirmiştir. İlk olarak Aile Hekimliği sistemi ile Devletin Topluma sağlamakla yükümlü olduğu en temel sağlık hizmeti olan koruyucu hekimlik hizmetleri, bir doktor ve bir aile sağlığı elemanının çalışma performansına terk edilmiştir. Bu alanda kısa süreli kurslar alarak çalışmak durumunda kalan hekimler ağırlıklı olarak tedavi edici sağlık hizmeti vermek durumunda kalmışlardır. Bebek ölüm hızı, anne ölüm hızı gibi toplumun sağlık durumunu gösteren istatistiklerin dayanacağı veri tabanının bilgisayar sistemine sağlıklı bir şekilde girilmesinin mümkün olamayacağı bir sistem getirilmiştir. Üstelik görece iyileştirilmiş ücretlerle bu alana çekilen hekimlerin ücretlerinin sürdürülebilirliği çok kuşkuludur ve hekimler her an işine son verilme potansiyeli taşıyan, güvencesiz sözleşmelerle çalışmaktadırlar. Aile hekimliği sisteminde, en temel eksiklilerden biri de sağlıklı bir sevk zincirinin oluşturulamamasıdır. Bu durum ikinci basamak ve ağırlıklı olarak uzmanlık eğitim vermesi gereken üçüncü basamak hastanelerinde büyük yığılmalara neden olmakta; hasta doktora ulaşmakta muayene süresi 5-6 dakikaya inmektedir. Sağlıklı bir muayene için Dünya Sağlık Örgütü'nün ön gördüğü muayene süresi 18 dakikadır. Beş-altı dakikada yapılan muayene, istenilen tetkik ve yazılan ilaç ne kadar doğru olabilir. Bu durum başlı başına bir kötü hekimlik uygulamasıdır.

İkinci ve üçüncü basamak Kamu Hastanelerinde ve Üniversite Hastanelerinde ise, “doktorun elini hastanın cebinden çıkaracağız”, “hoca parasını, bıçak parasını kaldıracağız” şeklinde, mesleğin onur ve haysiyetini zedeleyen söylemlerle yürürlüğe sokulan tam gün yasası, tam bir kaos yaratmıştır. Kamu Hastanelerinde 2004 Yılında başlayan, Üniversite hastanelerinde bu yıl başlayan performansa dayalı çalışma sistemi ile birlikte, bu kaos ortamı, Türkiye'nin özellikle eğitici hekim insan gücünü darmadağın etmiş ve gelecekte nitelikli eğitim almış doktor, uzman ve akademisyen yetişmesini olanaksız hale getirmiştir. Belki de en büyük tehlike budur. Kurulacak olan büyük sağlık kampüsleri ile birlikte, tüm Kamu Hastanelerini içine alacak olan ve Üniversite Hastanelerini de içine sokmayı hedefleyen Kamu Hastane Birliklerinde sözleşmeli olarak, güvencesiz ve düşük ücretlerle çalıştırılmak üzere çok sayıda doktor yetiştirmek için alt yapısı yetersiz tıp fakülteleri açılmakta, büyük tıp fakültelerinin kontenjanları, kapasitelerini aşacak şekilde artırılmaktadır. Bunun yanı sıra, tıp eğitimini paralı hale getiren özel vakıf üniversitelerine bağlı tıp fakültesi sayısı da hızla artmaktadır. Bu fakültelerin de alt yapısı, özellikle temel tıp bilimi eğitim alt yapısı yetersiz; yetişecek hekimlerin eğitimlerini yeterli kılacak ölçüde hasta potansiyeli ve çeşitliliği yetersizdir. Hekimlik para ile değil usta-çırak ilişkisine dayalı ve çok hasta görerek alınacak bir eğitimdir.

Sağlık alanında yapılan değişikliklerin bir başka sağlıksız sonucu hekimlerin mesleki bağımsızlıklarını elinden alan uygulamalardır. Doktorun hangi tetkiki isteyeceği, hangi ilacı yazacağı, sık sık çıkarılan talimatlarla sürekli değiştirilmekte ve kısıtlanmaktadır. Mesleki bağımsızlığın simgesi olan, muayenehane açabilme hakkı, yapılan kötü niyetli yönetmelik değişiklikleri ile hekimlerin elinden alınmaktadır. Yalnızca muayenehanesinde çalışmak isteyen hekimlerin bu hakkı elinden alınmak istenmektedir. Son derece düşük ücretlerle emekli olan hekimlerin muayenehanelerinde çalışmak suretiyle geçimlerini sağlama hakkı ellerinden alınmaktadır. Hedef bellidir; tüm hekimleri, hızla büyümekte olan özel hastane zincirlerine yönlendirmek.

İşte seçimlere giderken sağlık ortamının manzarası budur. Böyle bir durumda hekimler mutsuz ve biraz da umutsuz bir şekilde, seçim sürecini izlemektedirler. Doktorların bu seçimlerden beklentisi elbette ki; Sosyal Devlet anlayışı ile herkese, eşit, nitelikli, ulaşılabilir ve ücretsiz sağlık hizmeti sağlayacak bir sistemi hayata geçirmeyi hedef olarak koyan; böyle bir sağlık sisteminin işleyebilmesi için hekimin, can güvenliği, çalışma güvenliği ve gelir güvenliği sağlanmış bir şekilde çalışmasını sağlayan bir programla işbaşına gelecek bir hükümettir. Bir ekip çalışması olan sağlık hizmetlerinin, elbette ki diğer sağlık çalışanlarının da gelir güvenliği ve çalışma güvenliği sağlanmış bir şekilde üretilmesi olmazsa olmaz koşuldur. Sorun, hekimlerin bu beklentisinin ne kadar gerçekçi olduğudur. Önümüzdeki yıllarda, doktorları bu beklentilerine ulaşmak için büyük bir mücadele süreci beklemektedir. Tüm sağlık çalışanları ile birlikte verilecek olan bu mücadele, gelecekte “herkes için sağlıklı bir sağlık sistemi” için doktorların tarihsel bir görevidir de aynı zamanda.
 

 

Hekimler Olmazsa Sağlık Sisteminin Çökeceği Anlaşılmalı

Samsun Tabip Odası Başkanı Yrd. Doç. Dr. Mithat GÜNAYDIN konuyla ilgili şu değerlendirmelerde bulunuyor;


Gazetelerde, televizyonlarda ya da internette saldırılmış ya da mahkemelerde süründürülme durumunda bırakılmış bir doktor haberini artık öylesine kanıksadık ki, vaka-ı adiyeden, yani sıradan oldu. Her gün bir yerden doktora saldırı, darp haberi duyuyoruz. Başka hiçbir meslek grubuna yönelik bu derecede yoğun bir saldırı görmek herhalde mümkün değildir. Olaylar hak aramanın, mağduriyetin giderilmesini istemenin çok ötesine geçmiştir. Hasta ile karşı karşıya kaldığınızda iki ihtimal vardır. Hastanız ya iyi olur ya da olmaz. Siz bilginiz doğrultusunda gerekli müdahaleyi yaparsınız. Hastayı iyi edebilirseniz kendinizi bu seferlik paçayı kurtarmış sayabilirsiniz. Bazı meslek grupları işyerine alacakları ücreti garanti etmek için “Alın teri teşekkürle ödenmez” yazarlar.

Doktorlar ise “Alın teri teşekkürsüz ödenmez” derler. Çünkü doktorun yaptığı işin karşılığını maddi değerle ödemek mümkün değildir. Ancak artık hastalardan teşekkür filan beklemeyin. Hasta iyi olmadıysa ya da hasta kendisinin iyi edilemediğine inanıyorsa, o zaman durumunuz maalesef vahim... Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da, durumunuzun vahameti sadece hastanın sağlığı ile ilgili sorunlardan da kaynaklanmayabilir. İstediği ilacı yazmamak, istediği tahlili tetkiki yaptırmamak, fazla bekletildiğine ya da kendisiyle yeterince ilgilenilmediğine inanmak... Hasta birkaç ölümcül yerinden bıçaklanmış, hastaneye getirilmiş, ameliyat edilmiş, kurtarılamamış. Yakınları doktorlara saldırıyorlar, bıçaklayanlara değil. Çocuk evde ortada bırakılan bir zararlı bir sıvıyı içmiş, zehirlenmiş, hastaneye getirmişler, kurtarılamamış.

Yine suçlu doktorlar, ama hiçbir ebeveyn kendini sorumlu hissetmiyor. Doktor hastasını iyi etmek için müdahale, ameliyat yapıyor, komplikasyon oluyor, hasta kaybediliyor. Mahkemelerde potansiyel katil muamelesi görüp, ceza ve tazminata mahkum ediliyor. Adam çekip silahı birini vuruyor, bir sürü hafifletici neden 4-5 senede çıkıyor. Bu bir kara mizahtır. Ağlanacak… Doktor hastaya yaptığı girişimden dolayı yargılanmamalıdır. Şayet görevi ihmal, aksatma varsa suçlu olabilir. Bir doktorun acil bir ameliyatta yaşadığı stressi yaşamayanın bunu anlaması da mümkün değildir. Her şeyin yolunda gideceğini zannedenler hastayı makine, doktoru da robot zannetmektedir. Tıp fakültesi hastanelerinde öğretim üyesinin puan peşinde koşturulması zaman içinde görüleceği gibi, eğitim-öğretimi, asistan eğitimini olumsuz yönde etkileyecek, çalışma barışını bozacaktır. Puanlama sistemi birçok çelişkiyle doludur. Öğretim üyeleri mutlu değildir.

Cari gider adı altında verilen ücretin azaltılmasıyla, uygulanması mantıken ve hukuken problemler oluşturacak düzenlemeler nedeniyle, getirilen iş yükünün ağırlığıyla, hekim mi tüccar mı, memur mu sözleşmeli mi kargaşasından dolayı aile hekimleri de mutlu değildir. Kamu hastanelerinde çalışan hekimlerin sadece yüzde 30 kadarı üst sınırda döner sermaye alabilmekte geri kalanı ise çok düşük döner sermaye alabilmektedir. Cumartesi günü poliklinik hizmetine zorlanan, hastaya evinde hizmet verilmesi istenen kamuda çalışan hekim, hasta haklarına her gün gidip yalan yanlış şikayetler nedeniyle hesap vermekten bıkmıştır. Kendisi darp edildiğinde, hekime savcılığın yolu gösterilmektedir. Kamuda çalışan hekimler mutlu değildir.

Özel hastanelerde de hekimler çoğu zaman ücretlerini tam ve zamanında alamamakta, yoğun iş temposunda çalışmak zorunda bırakılmaktadır. Hastane değiştirmek istese kadro düzenlemesi nedeniyle eli kolu bağlı kalmakta, özel hastane patronuna teslim olmaktadır. Özel Hastanede çalışan hekimler mutlu değildir. Hekimler mutlu değilken, mutlu olan kimdir? Tabii ki en güzel sağlık hizmetine layık hastalar… Peki, bunun devam etmesi mümkün müdür? Bu sorunun cevabını hep birlikte göreceğiz. Hekimlerle ilgili gelişen bütün olumsuzluklara rağmen, hekimler hastaları için vardır. Ancak moral-motivasyon gücü tükenen hekimler hastaları reddetme, sevk etme, aşırı tahlil isteme, ameliyat yapmama gibi metotlarla “Defansif Tıp” geliştirmektedir.

Bu durum sağlık sistemi ve hastalar için yakın gelecekte içinden çıkılamayacak bir sorunlar yumağı oluşturacaktır. Sonuçta bu durum hastalara zaman içinde olumsuz olarak yansıyacaktır. Hekimler, potansiyel suçlu görülmeden, hakaret görmeden, darp edilmeden, dava edilmeden, hak ettikleri ücretleri maaşları düzeltilerek almak suretiyle mesleklerini icra etmek istemektedirler. Görünen o ki, bu isteklerin gerçekleşmesi için hekimleri çalıştıranlar pek gönüllü değiller. Bu durumda hekimler ortak bir refleksle hareket etmeyi sağlayabilmelidir. Uzman hekim aile hekimini, aile hekimi öğretim üyesini, öğretim üyesi uzmanın sorunlarını anlamak zorundadır.

Hekimler tek vücut olup, küçük menfaatler yerine, onurlu dik bir duruş sergilemelidir.

Diklenmeyen ama dik duran, mesleğin saygınlığını düşünerek hareket eden hekimler oldukça, hekimler maddi ve manevi olarak hak ettiği yere gelecektir. Hekimlerin, seçimlerden bir şey bekleyecek moral-motivasyonu kalmamıştır. Hekimlerin seçimlerden yine de beklentileri şöyle özetlenebilir; Hekim odaklı yeni bir tam gün yasası yazılması, önlerinde ki belirsizliğin giderilmesi, emekliliğe yansıyan, eşdeğer meslek gruplarıyla aynı düzeyde maaş ve döner sermaye verilmesi, mesleklerini icra ederken yaptıkları işten dolayı yargılanılmaması, hastaların kendilerine karşı kışkırtılmaması, hekim haklarının da olduğunun kamu oyuna anlatılması ve mesleki saygınlığının kazandırılması, hepsinden öte sağlık sisteminin hekimler olmadan çökeceğinin anlaşılması, sağlığı yönetenlerin benim çalışkan, fedakar hekimim sözünü kalben söyleyebilmesini ve bu düşünce, duyguyla hekimlere sahip çıkılmasını seçilecek yeni meclisten ve oluşacak hükümetten beklemektedir.

Mevlana der ki: Demir tava geldi, kömür bitti. Akıl başa geldi, ömür bitti.

Sağlıkta kömür bitmeden demir tava gelmiştir. Hekimliğin de ömrü bitmeden aklın başa gelmesi dileğiyle.

Ayşenur Asuman UĞUR
Saynur ÇETİNER

Doktor Dergisi

Manşetler

DUYURU-4