Klinik Psikolog Sinem Demir, ‘hangisi doğru erkek’ kararsızlığı yaşayan kadınlar için, hayatın belli evrelerinde karşılaşılabilecek iki farklı erkek protipini örnek verdi ve bu örnekler üzerinden, mantık-duygu ikilemini yorumladı:
“Şiddetli Fırtına”, Yanıltıcı Olabilir
Bir genelleme yaparsak, kadınların çoğu, duygusal paylaşım yaşayacağı erkeğin öncelikli olarak ‘kararlı ve net’ olmasını ister. Bu beklenti, bilinçaltında yatan ‘evi idame ettirecek, ailesini kollayacak erkek’ rolünden, ‘ormandaki avcı erkek’ mitine kadar uzanır. ‘Şiddetli fırtına’ erkekler, olumlu ve olumsuz duygularını uç noktalarda yaşar, tez canlıdır, istediği kadını elde etmek için uzun uğraşlar sergileyebilir, ayakları yerden kesecek jestleri, ani öfke patlamaları olabilir. Bu modeldeki bir erkeğin başlangıçtaki tutkulu ilgisi ileride şiddete dönebilir, kararlılık gibi görünen tutumunun ardında ‘dayatmacılığı’ yatabilir.
Gerçek Erkek, Sert Erkek mi?
Peki bir ‘şiddetli fırtına’, nasıl bir ortamda yetişmiş olabilir? İleride kendi kuracağı aile ile birlikte, anne-babasının sorumluluğunu da üstlenmesi beklenen bir erkek çocuğuna ‘evin potansiyel patronu’ olarak yapılan duygusal yatırımlar, bu erkek modelinin alt yapısını oluşturabilir. Bu çocuklar genel olarak, istediklerini alırlar. Erken yaşlardan itibaren, şiddet eğilimleri gülümsemeyle karşılanır. Kendisinden yaşta büyük ablaları, hatta annesi, ‘kontrol etmesi, takip altında tutması’ için ona emanet edilebilir.
Şiddetli fırtına’nın, benzer bir kültürde yetişmiş bir kadını, ‘sakin’ bir erkeğe göre daha kolay etkilemesi beklenir. Ailesinde bu öğretilerle büyümese bile ‘toplumsal bilinçaltı’, kadına da bu erkek modelinin ‘gerçek erkek’ olduğunu öğretir. Peki ‘gerçek erkek’ mitinin altında yatan etkenler nedir? İstediği kızı ‘almak’ için ısrarlı olması ve cüretkârlığı, ‘kararlılığı ve tutkulu olması’ mıdır, arzuladığı bir nesneyi almak isteyen ve bu konuda sınırları öğretilmemiş bir çocuğun dayatmacılığı mıdır? Bu erkeğin sözel, duygusal ve fiziksel şiddet davranışlarını mı, ardından pişman olması ve abartılı şefkat gösterilerini mi dikkate almak gerekir? Birlikte olduğu kadının giyimi, dışarı çıkması, kimlerle görüşebileceği vb. konularında ‘izin veren’ konumunda olması, ‘erkekte olması gereken bir sahiplenme’ midir, yoksa ‘bir nesneye sahip olmak ve onu yönetmek istemesi’ midir?
“Fırtına Erkek” Afrodizyak Etkili
Bu soruların cevabı, kadının hangi öğretilerle büyüdüğüne, kendisinin ve karşısındakinin insani haklarının, duygularının ne düzeyde farkında olduğuna göre değişebilir. Duyguları, inisiyatifi ve iradesi ‘yan-rollerde’ olarak tanımlanmış bir kadın için, bir erkek tarafından ‘gözetilmek, yönetilmek’, afrodizyak bir etki yaratabilir. ‘Yapay bir başrol’ hissi yaşaması için, bir ‘fırtına’nın yanında olması gerektiğine inanabilir. ‘Şiddetli Fırtına’ ise, erken yaştan itibaren omuzlarına yüklenen ağırlıklara olan öfkesini, kendisine ‘sınırlamak’ da öğretilmediği için, dizginlemekte zorlanır. Aşırı duygu patlamaları ve şiddet eğilimi ile hem kendisine hem de ‘arzu nesnesi’ olarak gördüğü kadınlara zarar verme olasılığı yüksektir.
“Durgun Körfez”, Kadının Duygularını Söndürebilir!
İnisiyatif duygusu, kararlılığı ve harekete geçme kabiliyeti mumla aranan (ve bulunamayan) bir erkek ise, kadının romantik duygularını söndürebilir. “Durgun Körfez” erkekleri, başlangıçta ‘sessiz, saygılı’ olarak tanımlanabilirler. Bu ‘sessizlik’, uyumluluğu değil, davranış-duygu ve düşüncelerde genel bir edilgenliği, pasifliği maskeliyor olabilir. Uç noktadaki ‘durgun körfezler’, nerede yemek yeneceğinden, ne zaman görüşüleceği gibi ufak meselelerde bile, ilk adımları sürekli karşısından beklerler. Bir süre sonra da bu erkeğin sözcüsü, annesi (ya da başka bir akrabası) olmaya başlar. Duyguları ve tutkuları tetiklenmeyen kadın, böylesi bir ilişkiden daha çabuk vazgeçebilir. Bir konuda karar vermesi ve eyleme geçmesi için sürekli motive edilmesi gereken bir erkeğin, kadında ‘yorgunluğa, duyguların körelmesine’ yol açması beklenebilir.
Özgür Kadın, Pasif Bir Erkek İstemez
Üretime katkı sağlayan, yaşamıyla ilgili kararlarını kendisi verebilen, kendisine ait duygu ve düşünceleri olan ve bunları ifade edebilen bir kadın, bunları ‘en azından kendisi kadar yapabilecek’ bir erkek ister. Ekonomik bağımsızlığı olmasa da evlilikle birlikte gelen pek çok sorumluluğu üstlenebilecek bir kadın da, evin maddi yükünü kaldırabilecek ve ailesi ile dış faktörler arasına gerekli mesafeyi koyabilecek kadar ‘etkin’ bir erkek ister. Kadından, en azından maddi sorumluluk almasını beklemeyecek, hatta tam tersini arayacak pek çok farklı sosyolojik birim bulabiliriz. Erkeğin genel olarak ‘pasif’ konumda olmasının kabul görmesi ise, sadece Doğu değil, Batı kültüründe de istisnadır.
Ailedeki Erkek Modellerine Dikkat!
Yukarıdaki iki örnek de, iki uç noktada örnek prototipler olarak ortaya konmuştur. Her ‘fırtına’nın şiddet eğilimli olması beklenemeyeceği gibi, her ‘durgun’ erkek de inisiyatifsiz, pasif olmak durumunda değildir. Genel olarak, kadının neyi isteyip neyi istemediği, kendi ebeveyn modellerinde neleri ‘eksik’, neleri ‘fazla’ gözlemlediği ile ilgili olabilir. Yetiştiği ailedeki erkek figürlerinin ‘dayatmacı, şiddet eğilimli’ olması, duyguları ortalamanın üstünde coşkulu olan bir erkeği bile ‘potansiyel fırtına’ olarak yorumlamasına ve uzaklaşmasına yol açabilir. Kadının ailesindeki erkek modelleri fazlasıyla ‘edilgen’ ise, sakin mizaçtaki bir erkeği ‘pasif, duyguları tetikleyemeyen’ olarak yanlış yorumlamasına neden olabilir.
Sonuç olarak, hangi erkek modelinin ‘daha doğru’ ya da ‘daha yanlış’ olduğunun cevabı, olumlu ve olumsuz özelliklerin ne oranda baskın olduğuna göre değişir. Ayrıca birlikte görüşülen zaman içinde erkeğin yıkıcı ya da edilgen davranışlarında ne ölçüde ‘olumlu değişim’ olduğu da, kadının seçimini etkiler. Duygularını dizginlemekte zorlanan ya da ifade etmekte zorlanan bir erkek, psikolojik destekten faydalanabilir.
Duygu-Mantık İkilemi, Duygusal Olgunlaşma İle Azalır
Duyguları ve mantığı arasında kaldığını düşünen kadınlardan şu ifadeleri duyabilirsiniz: “Sakin, güvenilir ve nazik olan erkeğe ilgi duyamıyorum, ama ayaklarımı yerden kesecek kadar ilgi gösteren, ani öfke patlamaları olsa da ardından şefkatiyle beni yumuşatan erkekten bir türlü vazgeçemiyorum.” Bu ifadelerin ardından, “Ne yapayım, mantığımı dinleyemiyorum, kalbim onun için çarpıyor” yorumu da gelebilir.
‘Mantık’ ile ‘duygu’ birbirinden tamamen ayrı çalışan ‘karar verdirme birimleri’ midir?
Duygularımız ve dünya görüşümüz, neyi, niçin istediğimizi ya da istemediğimizi anlamız için yeterince olgunlaşmadığında, ‘duygu-mantık’ ikileminde kalma ihtimalimiz yükselir. Duygu-mantık ikilemi, romantik duygular ve geleceğe yönelik bir ilişki gibi durumlar söz konusu olduğunda, çok farklı unsurlardan etkilenebilir: Birlikte olunacak kişinin sosyolojik konumu, ekonomik durumu, çalışma durumu, eğitim durumu, maneviyatı, hayat ve dünya görüşü… Bu konuların sağlıklı şekillerde ele alınabilmesi için, duygularda ve dünya görüşünde belli bir farkındalık ve olgunluk olması gerekir.
Hitler’i Savunan Bir İnsana ‘Sevgi’ Beslenebilir mi?
Örneğin; birlikte olduğu insanı, manevi inanç biçimi/düzeyi ile yargılamak yerine, her iki tarafın ne kadar uyumlu olabileceğini erken dönemde net bir şekilde ele almak daha sağlıklıdır. Sosyolojik olarak uyumlu olunup olunmayacağı ilk zamanlarda karşılıklı değerlendirilirse, ileriki zamanlarda ‘aslında birbirimize uygun değildik’, ‘sizin aileniz zaten şuradan geliyor’ benzeri yargılamalara gerek kalmaz. Bu değerlendirmeler, bir uzman yardımı ile de yapılabilir
Birlikte olunacak kişinin, ülke ve dünya sorunlarına yaklaşımı da, o kişi hakkında çok fikir verebilir. Dünyada ve toplumda yaşanan adaletsizliklere ‘bana ne’ diyen bir kişinin, kendi hayatındaki insanların duygularına da benzer bir ‘duyarsızlık’ göstermesi beklenebilir. Örneğin, ‘Hitler’i aslında onaylıyorum’ diyen ve/ya da adaletsizliklere karşı şiddeti savunan bir kişinin, kendi hayatındaki yıkıcılık eğilimi de yüksek olacaktır. Ancak partnerini bu yönlerini değerlendirmeye alabilmesi için, insanların (ve tüm canlıların) yaşama hakkını koşulsuz olarak önemseme, yaşadığı ülkeye ve dünyaya karşı yapıcı boyutta bir duyarlılık hissetme vb değer yargılarının, kişinin kendi dünya görüşünde önemli olması gerekir.