Geçtiğimiz günlerde bir dostunun beyin kanaması geçirdiğini aktaran Murat Bardakçı, hastanede saatlerce doktor beklemek zorunda kaldıklarını dile getirdi.
Hastanın bir gün sonra ameliyat edildiğinin ve sonrasında eşinden habersiz olarak başla bir yere nakledildiğini dile getiren Murat Bardakçı, sağlık skandalını en ince ayrıntısına kadar anlattı.
Bardakçı'nın yazısındaki, "Bu içler acısı maceranın Türkiye’de cereyan ettiğini zannettiniz değil mi?" sorusu ise yazıya farklı bir anlam kazandırdı.
İşte o köşe yazısı...
- Hâlimize oturup kalkıp şükredelim!
SEKSEN yaşlarındaki bir dostumun geçenlerde öğleden sonra uykusu geldi, gidip yatağına uzandı...
Hanımı önce “Belki yorgunluktandır” diye düşündü, pek umursamadı ama uyku uzayınca bir tuhaflık olduğunu farketti ve kocasını uyandırmak istedi...
Ama uyandıramadı... Seslendi, omuzuna falan bastırdı, fakat nafile...
Hanım hemen ambülans çağırdı ve hâlâ uyuyan kocasını yakınlardaki bir hastahanenin âcil servisine götürdüler...
Hasta, âcilde bir sedyenin üzerinde tam beş saat bekledi! Ne bir doktor geldi, ne de hemşire... Hanım telâşla oraya-buraya koşuşturdu, ilgilenecek birilerini arayıp durdu ve her seferinde “Doktorlarımız meşgul, bekleyeceksiniz” dediler...
Tam beş saatin sonunda bir doktor teşrif buyurdu, kısa bir muayeneden sonra “Kocanız beyin kanaması geçiriyor. Bizim burada yapacağımız birşey yok, bilmemne hastahanesine götürün” dedi ve gitti!
Bu defa yarım saat ambülans beklediler ve âcildeki doktorun tavsiye ettiği hastahaneye nihayet gidebildiler.
Oradaki bekleyişleri daha mâkul oldu, iki saat sonra bir doktor geldi, hastanın hemen EMAR’ını vesairesini çektiler ve “Beyinde kese oluşmuş, bir tarafına da hafif felç gelmiş, yarın sabah ameliyat edeceğiz” dediler.
Ameliyat ertesi sabah yapıldı, başın ön tarafını açıp kanamalı bölgedeki keseyi aldılar, arka tarafını da delip diren koydular ve hasta hayatî tehlikeyi atlattı...
YALANIN BÖYLESİNE YUH!
Aradan tam beş gün geçti, bu beş gün zarfında sadece pansuman yapıldı ve adamcağızın ne vaziyette olduğuna bakmak için tek bir doktor bile uğramadı.
Hanım, beşinci gün öğleden sonra ameliyatı yapan doktora ulaşabildi, “Günlerdir birşey öğrenemedim, kocamın vaziyeti nedir, bundan sonra ne yapacağız?” diye sordu.
Doktor “Ben sadece operatörüm. Ameliyatı yaptıktan sonra işim biter. Size yarın doktor filânca gelecek, bundan sonrasına o karar verecek” dedi.
Hanım rahatlar gibi oldu, ertesi gün ismini öğrendiği doktoru beklemeye başladı, tam iki gün boyunca bekledi ama ne gelen vardı, ne giden!
Üçüncü gün araya birilerini koyup beklediği doktorun ismini verdi, temasa çalıştı ama işin aslını öğrendiğinde bu defa neredeyse kendisi beyin kanaması geçirecek gibi oldu: Değil hastahanede, şehirde bu isimde bir doktor yoktu, yani yalan söylenmişti!
Bu defa ameliyatı yapan operatörü aradı ama adam tatile çıkmıştı ve telefonları cevap vermiyordu...
Derken hastahane yönetiminden birileri geldi, “Ameliyat yapılalı bir hafta oldu, bize yatak lâzım, hastanızı alıp evinize götürün” dediler.
Kadıncağızın kafasındaki iki delik ile sargılar içerisindeki yaşlı kocasını evinde tek başına bakmaya tâkati de, imkânı da yoktu; arayıp sordu, şehir dışında ameliyat sonrası bakım için bir kliniğin mevcut olduğunu öğrendi. Hemen bağlantıları yaptı, ambülans çağırdı, kocasını sedye ile taşıyacak hastabakıcıya “Sabahtan beri ağzımıza lokma koymadık, lütfen beş dakika bekleyin, aşağıda bir-iki sandviç yaptırıp geleyim” dedi.
Hastanın yattığı oda beşinci kattaydı, binanın altı asansörü vardı ama sadece biri çalıştığı için hanımın gidip gelmesi yirmi dakikayı buldu ve döndüğünde kocasını bulamadı...
Hastanın nerede olduğunu sorduğunda “Hanım, ambülans seni bekleyecek değil ya... Alıp götürdü” dediler...
Kadıncağız, hastanın nakledildiği kliniği bulabilmek için yollarda birkaç saat geçirdi ve ameliyatlı kocasına nihayet kavuşabildi...
Hasta, şimdi şehir dışındaki klinikte nekahet günlerini geçiriyor...
TÜRKİYE Mİ ZANNETTİNİZ?
Son onbeş gün içerisinde yaşanan bu içler acısı maceranın Türkiye’de cereyan ettiğini zannettiniz değil mi?
Hayır, bütün bunlar Fransa’da, Paris’in göbeğinde yaşandı ve hadiselerin çoğuna orada bizzat şahit oldum! Üstelik ameliyatın yapıldığı ve ilgisizliğin yanısıra yalan üstüne yalan söylenen hastahane de devletin falan değildi, özeldi ve son derece pahalı idi! Ama yaşlı nüfusun artması sosyal devletin başına dert olmaya başlayınca para-pul işe yaramaz hâle gelmiş, yaşlılara karşı alâka ve merhamet bitmiş, neredeyse “Biran önce ölseler de kurtulsak” zihniyeti hâkim olmuştu...
Dolayısı ile hiç durmadan şikâyet ettiğimiz hastahanelerimizin vaziyetine ve durmadan yakındığımız sağlık politikamıza oturup kalkıp şükredelim!