Fast food saatli bir bombadır

Chicago’da IDCA (Dünya diyetisyenler örgütü kongresi) esnasında, kongrenin anlam ve ehemmiyetiyle oldukça örtüşen “supersize me” isimli bir oto belgesel film gördüm...

Chicago’da IDCA (Dünya diyetisyenler örgütü kongresi) esnasında, kongrenin anlam ve ehemmiyetiyle oldukça örtüşen “supersize me” isimli bir oto belgesel film gördüm. O güne değin neredeyse kusursuz beslenen, her türlü sağlık gerekliliğini harfiyen yerine getiren ve hatta yaşam koşullarını da –işi, ikametgâhı vb– sağlık koşullarına entegre eden bir birey var karşımızda.

Bu kişi, fast food yiyecek tüketiminin uzun ve kısa vadede direkt ve dolaylı yoldan birçok zararı olduğunu iddia etmekte ancak bunun yalnızca bir iddia olarak kalmaması için bunu denemeye girişmektedir. Denek, bu belgeseli çeken iddia sahibinin ta kendisidir. Fast food yiyeceklerle beslendiği süre boyunca vücudundaki değişiklikleri düzenli klinik bulgularla takip eden kahramanımızın deney süresini durdurduğumuzda deneye ilk başladığı günkü sağlık durumundan eser yoktur. Bire bir gerçek bulgular ve seyirle kendini oluşturan belgesel aslında “fast food potansiyel bir bombadır” sloganının görsel ve klinik bulgularla cisimleşmiş halidir.

Fast food tüketen ve tüketmeyen kişi arasındaki en önemli fark, fast food tüketende karaciğer hızla yağlanmaktadır, buna ek olarak alkol kullanımı ile de yağlama ivme kazanmakta ve kronik durumlarda geriye dönüşü zor olan bir hal baş göstermektedir. Vücut tarafından emilen özellikle doymuş yağ asitleri ki fast food’da yüksek miktarda bulunmaktadır ve adipoz dokudan gelen yağlar karaciğerde aşırı yağ asidi birikimine, protein yapımında bozukluğa kolesterol, trigliserid seviyesinde dengesizliğe, protein yapımında bozukluğa protein–enerji malnutrisyonuna, şişmanlığa, ülseratif kolite ve hatta kronik pankreatite bile neden olabilmektedir. Bir diğer yandan günlük hayatımızda kendini iyiden iyiye hissettirecek olan nefes alma zorluğu ve kendini uzun vadede fast food tüketiminde belli edecek olan iktidarsızlık takip edecektir.

Aslında her biri OBEZİTENİN birer sonucu olan bu problemler vücudumuzun bize durmamız gerektiğini bildiren sinyallerdir. Bu problemlerle burun buruna gelmemizin yolu obeziteyi kaçınılmaz kılan yollardan en bilindik ve en tehlikeli olanı ‘fast food’ tarzı beslenmektir. Artık fast food’lara ulaşmak kadar diğer besin gruplarına ulaşmak da kolay ve mümkündür. Salata ve hamburger arasında tercih yapma durumunda olduğumuzda size ‘Supersize me’ filmini düşünmenizi tavsiye ederim.

DEMİR
Hemoglobin (kırmızı kan hücresi), miyoglobin (kas pigmenti) ve enzim üretimi için gerekli olan demir minerallerinin yalnızca % 85’i kan damarlarından gelir. Gelişimde çok önemli rol oynayan demir, yorgunluk ve hastalıklardan korunma için işlevsel olan bir mineraldir. Demir minerali kadınlar için özellikle daha önemlidir çünkü kadınlar yalnızca bir ayda bir erkeğin kaybettiğinin iki katı kadar demir kaybederler. Demirin en önemli görevi vücuttaki B vitamininin kullanımını arttırmaktır.

VİTAMİN A
Görme, büyüme, enfeksiyonlara karşı direnç gösterme gibi faydalarından söz edebileceğimiz A vitamini cilt, saç ve mukozanın sağlığı için gereklidir. Bununla beraber doğumda A vitamini kullanımı ceninin rahim içindeki gelişimine yardımcı olurken bazı kolit türleri ve Chron hastalığı riskini en aza indirger. Sağlıklı kemik gelişimi ve bağışıklık sisteminin doğru işleyişinde A vitaminin yadsınamaz bir rolü vardır. En çok emzikli anneler, pankreas sorunu yaşayanlar ve safra kesesi taşı olanlar gereksinim duyar.

KAYISI
Kayısı bünyesindeki ‘ A vitamini’ sebebiyle taze ve kuru olarak tüketildiğinde hücre direncini artırıp sigara ve alkol kullananlar için kanser riskini azaltıcı rol oynar. Deri, göğüs, kemik ve kolon hücrelerindeki yenileme etkisi yadsınamaz olan kayısı raşitizm tedavisinin ayrılmaz bir unsuru. Laxatif (bağırsak fonksiyonlarını tetikleyen) etkisi de göz önüne alınınca, bu tip problemi olanlar için ideal bir doğal reçete. Piyasada organik olarak üretildiği garanti edilen kayısıların tüketiminde fayda var.

SU
Banyo yaparken vücudumuzu yıkadığımız gibi su içerken de içimizi yıkarız aslında. Çünkü su, besinlerin sindirimini, emilimini, hücrelere taşınmasını, bu besinlerin hücre içi işlemlerden sonra vücuttan atılmasını, vücut ısısının ayarlanmasını, eklemlerdeki kayganlığın sürekliliğini sağlıyor. “Neden su?” dediğimizde bünyesinde bu kadar çok vitamin ve minerali bir arada tutan saydamlığına ve iddiasız duruşuna rağmen bu kadar çok iş gören başka bir içecek daha yok çünkü...

Çocuk ve gençleri obeziteden korumak için...
Tatlı ve abur cuburdan uzak tutun.
Ana öğünlerde kurabiye, çikolata, kek yerine süt, ayran, meyve veya meyveli yoğurt tüketmesine özen gösterin.
Bütün besin gruplarını yeterli ve dengeli biçimde almasına dikkat edin.
Gün içinde bol bol su içmesini sağlayın.
Düzenli fiziksel aktivitelere katılmasını teşvik edin.
Televizyon seyretme süresini kısıtlayın.
Yemeği ödül veya ceza olarak kullanmayın 

ÇOCUK VE ADOLESAN BESLENMESİ
Sağlıklı bir yaşamın temelinde yeterli ve dengeli beslenme yer almaktadır. Günümüzde hızla artan diabet, kalp, hipertansiyon gibi hastalıkların nedenlerine baktığımızda çocukluk ve adolesan çağda beslenme büyük bir orana sahiptir.

Yapılan bir çalışmaya göre 10 – 19 yaş grubunun % 25’ini obez çocuklar oluşturmakta ve her geçen yıl bu oran hızla artmaktadır. Ve ileriki yaşantılarda da geriye dönüşsüz problemlere neden olabilmektedir.

Gençlerin, popüler beslenme tarzı olan fast food’a yönlenmesi, ailelerin beslenme konusundaki bilgi yetersizlikleri ve ekonomik durumu, hareketsiz yaşam süren ve zamanın büyük kısmını televizyon ve bilgisayar başında geçiren, böylece yağ hücre sayısının ve hacmini artırması gibi nedenlerle gençlerde şişmanlık hız kazanmaktadır.

Obeziteden Türkiye’yi korumak için ailelere ve uzmanlara pek çok görev düşmektedir.

Manşetler

DUYURU-4