Bu ülkede Kemalizm, sosyalizm, milletçilik ve dindarlık birer yapıştırıcı, kaynaştırıcı olarak sırayla devreye sokuldu. Ama hiçbiri bizim daha sevecen, daha anlayışlı, "yaşat ki yaşa" ilkesine uygun bir toplu yaşam felsefesi benimsememize vesile olamadı. Neden? Çünkü "Atatürkçü nesiller" isteyenler de "dindar gençlik" isteyenler de "öteki" diye tanımladıkları kesimlere hoşgörüyle, eşit ve sevecen bir gözle bakmadılar. Söylemleriyle eylemleri birbirini tutmadı. Oluşturulan toplumsal fay hatları aynen kaldı.
Milli iradeyi temsil etmesi gereken TBMM'de yer alan partilerin ilişkilerine, anlaşma düzeyine ve birbirlerine hitap şekillerine bakınca ne dediğim daha iyi anlaşılır. Örnek bu olunca vatandaştan başka bir davranış biçimi beklemek mümkün mü?
Bir de her sorunu, nedenlerini anlayıp çözmektense şiddet yoluyla ortadan kaldırma alışkanlığımız var. Üstelik bu, bir sorun çözme yöntemi olarak yukarıdan aşağı işleyen kültür kodu niteliğinde. Bunun yanında bir de, "Benden/bizden olan makbul, diğerleri kötüdür, dolayısıyla yok edilmelidir" anlayışının hem resmi hem de gayriresmi düzeyde kabul görmesi olgusu var. Yaygın nefret, kuşku ve öfkenin başlıca nedenleri bunlar. Bu açmazları giderecek ne resmi ne de manevi bir eğitim sistemi geliştirebildik. Sözde girişimler de gerçek hayata yansımadı.
Dr. Ersin Arslan örneği
Kanıt mı istiyorsunuz? 17 Nisan 2012 tarihinde Gaziantep'te Dr. Ersin Arslan, 80 yaşındaki kanserli dedesi ameliyattan sağ çıkamadığı gerekçesiyle bir genç tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Yine Dr. olan hamile eşi ve doğmamış bebeği katil olmaktan çekinmeyen öfkeli bir gencin ikinci kurbanı oldu.
İşin mesleki boyutu var. Son yıllarda tıp (sağlık sektörü) araştırma, buluş ve fedakârca (diğergamca) çalışma alanı olmaktan uzaklaşarak ticarileşti. Sağlık sektörü büyük sermayenin bir aracı olunca hizmet üretenden çok tüketen kayırıldı. Hastalar müşteriye, doktorlar da parası ödenip hizmet alınan görevlilere dönüştü.
Mekanik ve maddi bir ilişki kuruldu. Hasta hakları alabildiğine artırılırken sağlıkçıların hakları önemsenmedi. Ne de olsa onların oy oranı düşüktü. Ağır şartlarda çalışmalarına, emeklerine kıyasla madden az ödüllendirilmelerine karşın onlardan hep mucize beklendi. Polat Alemdar'ın, "Dr. bunu yaşat, yoksa sen de yaşamazsın" sözünün etkisinde kalacak çok insan var. Ne de olsa halk katında makbul rol modeli o!
Kendilerinin çok az katkısı olan ve merkezi otorite tarafından belirlenen şartlarda çalışan hekimlerden beklenen mucize gerçekleşmeyince kültürel dürtülerin harekete geçmemesi mümkün değil. Bu yüzden doktor, hemşire, artık kaybın simgesel sorumlusu kim ise saldırıya uğruyor. Sadırı sayısı giderek artıyor. Şimdi bu insanlar, hasta yakınlarına kendilerinin olası katilleri olarak bakarlarsa nasıl şifa dağıtacaklar? Yaşam korkuları sürerken nasıl yaşatma dürtüsüyle hizmet verecekler?
Yapılması gereken güvenlik tedbirlerinin artırılması değildir. Tıp mesleğinin ve erbabının saygınlığını, statüsünü artırmak ve çalışma şartlarını kolaylaştırmaktır. Kendi bakanlığı ve hükümeti tarafından sayılan ve korunan sağlık çalışanlarına halk da benzer şekilde muamele edecektir.
Dr. Arslan'ın vefatı dolayısıyla yaşatmak için yaşamaya çalışan tüm tıp camiasına baş sağlığı diler perşembe günü gerçekleştirdikleri eylemi (umutsuzluk çığlığını) anlayışla karşılamayı öneririm. Sonuçta onlara yaşamak için muhtacız, bunu da ancak onları yaşatarak, kollayarak ve sayarak yapabiliriz. Hekimlerini, hemşire ve teknisyenlerini memnun etmeyen bir sağlık sistemi sağlıklı ve verimli olabilir mi?
Bilal İbiş örneği
Bir başka tahammülsüzlük ve farklıya karşı saldırganlık olayı da Konya'da yaşandı. Geçen gün 25 yaşındaki Bilal İbiş, otobüs durağında beklerken yanına gelen bir grup ona, "Neden küpe takıyorsun" dedikten sonra kulağını kesip kaçtılar. Bilal İbiş ambulansla Konya Numune Hastanesi'ne kaldırıldı.
Bu tahammülsüzlükten nasıl bir dayanışmacı toplum, hoşgörüyle beslenen bir demokrasi kültürü çıkacak? Üstelik hep farklılıklar arasında "iyi-kötü" ayırımı en üst düzeyden vurgulanırken... Artık yaşatma arzusunu yüceltmek ve bizi yaşatanları yüceltme vakti gelmedi mi?
Doğu ERGİL
dergil@bugun.com.tr