“Diyabetin tedavisi bulundu, ama ilaç şirketleri fazla para kazanmak için halka açıklamıyor”

Prof. Dr. Temel Yılmaz: “Diyabetin tedavisi bulundu, ama ilaç şirketleri fazla para kazanmak için halka açıklamıyor” lafı şehir efsanesi.


Prof. Dr. Temel Yılmaz: “Diyabetin tedavisi bulundu, ama ilaç şirketleri fazla para kazanmak için halka açıklamıyor” lafı şehir efsanesi. Zaten son yıllarda ilaç endüstrisi diyabet alanında tıkanmış durumda. Diyabet tedavisi için pazara giren yeni ilaçların ve yeni insülinlerin 20 yıl önceki ilaçlara göre anlamlı bir üstünlüğü kanıtlanamadı, üstelik yeni ilaçların yan etkileri endüstriyi zorluyor

Yaşam boyu süren kronik hastalıkların önemli bir bölümünün henüz kesin bir tedavi yöntemi yok. Bu hastalıklarda tıbbın bütün hedefi, hastalığın hastaya zarar vermesini engellemekle sınırlı. Sonuçta bu hayat boyu ilaç kullanma anlamına geliyor ve hastayı çok zorluyor.

Kronik hastalıkların listesi uzun. Bunların içinde en önemli iki hastalık var. Diyabet ve kanser (kanseri de artık bu gruba alıyorlar). Bu iki hastalıkta sürekli ilaç kullanma zorunluluğu hastayı zorladığı gibi bir süre sonra ciddi endişeler ve komplo teorileri oluşturuyor. “Kanserin ilacı var ama piyasaya çıkarmıyorlar, diyabeti kökten silecek ilaç bulundu ama firmalar bunu gizli tutuyorlar” gibi söylentiler bir süre sonra insanların birbirini tetiklemesiyle giderek daha fazla taraftar topluyor.

Kanser uzmanı değilim ama aslında diyabetin kesin tedavisi için 40 yılı aşkın bir çalışma deneyimimle bir uzman görüşü olarak düşüncelerimi belirtmek istedim.

ULUSLARARASI DİYABET KONGRESİ

Lizbon’da 53. Uluslararası Diyabet Kongresi’ni (EASD) izliyorum. Devasa bir kongre merkezinde 15 bini aşkın bilim adamı, diyabeti konuşuyor, tartışıyor ve gelişmeleri izliyor. Kongrenin yoğunlaştığı dört alan var:

İlki, dünyada milyonlarca diyabet riski altındaki bir milyardan fazla insanın bu hastalıktan korunması için çalışmaların yoğunlaştırılması; ikincisi diyabette daha iyi tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi, tedavi kalitesinin artırılması ve daha etkili ilaçların bulunması; üçüncüsü diyabetin daha iyi kontrolü, kesintisiz kan şeker takibi çalışmalarının geliştirilmesi; dördüncüsü diyabete bağlı organ hasarlarının kontrolü ve tedavisi için yeni yöntemlerin geliştirilmesi.

Ama kongrede herkesin kilitlendiği konu, beşinci grup oturumlardı. Bu oturumlarda sadece diyabetin radikal ve kesin tedavisiyle ilgili çalışmalar konuşuldu. Diyabetin kesin tedavisiyle ilgili çalışmalar üç ayrı alanda yürütülüyor. Bu üç alan; kök hücre nakli çalışmaları, suni pankreas ve cerrahi çözüm yöntemleri.

KÖK HÜCRE NAKLİ

Kök hücreden istenen bir hücre yapılması düşüncesi aslında vücuttaki tüm hücrelerin ana hücreden oluştuğu gerçeğinden yola çıkarak kök hücrelerin birtakım işlemlerden geçirilip hedeflenen hücreye dönüştürülmesinin mümkün olabileceği mantığından hareketle ortaya çıkmış. 

Kök hücre çalışmaları, ana hücreden elde edilen yeni hücrelerin tedavi amaçlı tekrar vücuda geri verilerek hasarlı dokunun tamirini amaçlıyor. Bilim insanları, kısa sürede kök hücresinden kıkırdak hücresi, kalp kas hücresi, insülin salgılayan beta hücrelerini yapmayı başardı. Ama bu çalışmalara Katolik Kilisesi ve Papa karşı çıktı. Koyu bir Katolik olan dönemin Amerikan Başkanı Bush da bu çalışmaların fonlarını rafa kaldırdı.

Ancak Amerika’da yönetim değişikliğiyle çalışma fonları yeniden desteklenmeye başladı.

Diyabette bugün artık bu yöntemle bir insanın kendi kök hücresi alınıp, kimyasal işlemlerden geçirildikten sonra insülin salgılayan beta hücresi haline getirilebiliyor ve bu hücreler herhangi bir organa (özellikle karaciğer) yerleştirilip hücrenin vücuda insülin vermesi sağlanabiliyor. Hücre, kişinin kendi hücresi olduğu için doku reddi olmuyor.

Bu çalışmalarda büyük bir yol alında ancak sorun henüz tam olarak çözülemedi. İnsan organizmasındaki insülin salgısı çok sofistik, kandaki şeker düzeylerine göre kendini ayarlayabiliyor.

Kök hücreden yapılan beta hücresi henüz bunu beceremiyor, aynı dozda insülin salgılıyor, bu sorunun çözümü için çalışmalar sürüyor. Özetle kök hücre nakli yakın gelecekte mümkün olacak.

YAPAY PANKREAS

Yapay pankreas iki ayrı sistemden oluşuyor. Birincisi sürekli kısa aralıklarla kanda şeker ölçümü yapan bir sistem, ikincisi ölçülen kan şeker değerlerine göre vücuda insülin veren özel bir insülin pompası.

CGM adı verilen 5 dakikada bir kan şekeri ölçen sürekli glikoz monitörü artık hayatımıza girdi, gelecek 10 yılda şeker ölçüm cihazlarının yerini alacak. Bu cihazlar şeker düştüğü ya da yükseldiği zaman uyarı sistemine sahip, telefonunuzda istediğiniz zaman görebiliyorsunuz. Doktorunuz ve yakınlarınıza sonuçları gönderebiliyor.

Bu sistem, bluetooth sistemiyle sürekli insülin infüzyonu yapabilen pompaya her 5 dakikada bir veri aktarıyor ve insülin pompası buna göre uygun dozda vücuda insülin veriyor. Bu cihazlar artık piyasaya çıktı ancak henüz küçük bazı eksikler var.

Öncelikle çok daha hızlı etkili insülinlere ihtiyaç var, mevcut insülinler içinde en hızlı etkili insülinin maksimum etki zamanı 45 dakika. Bu süre kan şekerini düşürmek için oldukça geç. 

Ayrıca yapay pankreasın egzersiz, stres, hastalık gibi durumlarda ani kan şekeri değişimlerinde insülin oranını ayarlayabilecek algoritmik hesaplara ihtiyaç var, bunlar da yakında çözülecek gibi görünüyor.

CERRAHİ YÖNTEMLER ÇÖZÜM MÜ?

Bu konuda kesin bir kehanette bulunmak henüz mümkün değil, ama şu anda cerrahi yöntemler bir umut vermekten daha çok önemli noktalarda tıkanmış durumda.

Pankreas naklinde tıkanılan nokta, diyabetliye verilen yeni pankreasın vücut tarafından reddedilmesi. Bu sorunun aşılması için hastanın yaşam boyu savunma sistemini baskılayıcı ilaçlar alması gerekiyor ki bu ilaçların yan etkisi çok. Ortak görüş, hastanın bu ilaçlar yerine insülin kullanmasının daha doğru olduğu yönünde.

Metabolik cerrahiyi diyabet tedavisinde henüz bilimsel bir yöntem olarak kabul gören görüş yok. Metabolik cerrahi bir obezite tedavi yöntemi. Kilo fazlalığı olan (vücut kitle indeksi 35’in üstündeki) hastalarda metabolik cerrahiyle kilo kaybeden diyabetlilerde ilaç ya da insülin ihtiyacı azalıyor, diyabet kontrolü daha kolaylaşıyor.

Buradaki en önemli sorun, cerrahi yöntemle mide ya da bağırsağın alınması, yer değiştirilmesi. Bu geriye dönüşü olmayan bir uygulama. Safra taşları, ciddi kemik erimesi, damping sendromu gibi ciddi yan etki sorunları var.

En iyisi ciddi bir beslenme ve egzersiz programıyla kilo vermek. Bu şekilde kilo veren ve zayıflayan hemen tüm diyabetlilerin ilaç ihtiyacı azalıyor, hatta ilaçları, insülini bırakıyor.

GİZLİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ VAR MI?

“Diyabetin tedavisi bulundu, ama ilaç şirketleri fazla para kazanmak için halka açıklamıyor” lafı şehir efsanesi. Zaten son yıllarda ilaç endüstrisi diyabet alanında tıkanmış durumda. Diyabet tedavisi için pazara giren yeni ilaçların ve yeni insülinlerin 20 yıl önceki ilaçlara göre anlamlı bir üstünlüğü kanıtlanamadı, üstelik yeni ilaçların yan etkileri endüstriyi zorluyor.

Öncelikle bilinmesi gereken bir konu var; endüstri ticari bir firma, hedefleri var, ürünlerini çok satmak zorunda, yeni ürün bulmak ve bu ürünleri cilalayıp satmak zorunda.

Zaman zaman endüstri, bir ilacın pozitif etkilerini ön plana çıkarıp yan etkilerini geri plana atabiliyor. Ya da çok satan bir ürünün daha gelişmiş versiyonunun pazara girişini geciktirebiliyor, hatta piyasaya çıkışını engelleyebiliyor.

Meslek hayatımda bu örnekleri gördüm, ama bilinmesi gerekir ki ilaç endüstrisi tüm dünyada diğer meslek alanlarından onlarca kat daha fazla denetleniyor ve çok daha etik çalışıyor. Diyabeti silip atacak bir ilaç bütün endüstrinin rüyası ve bunu bulmak için çalışan binlerce bilim insanı ve onlarca ilaç endüstrisi var.

 

Manşetler