Bir caninin beyni nasıl çalışır?

Bir caninin beyni nasıl çalışır? Kimyası, biyolojisi normal bir insanınkinden farklı mıdır? Yanıtlar bu yazıda...

2014’ün başından bu yana 4 çocuk canice öldürüldü. Ülke bu vakalarda tecavüzü de, boğarak öldürmeyi de, bıçaklamayı da gördü. Şimdi “9 yaşındaki Mert neden öldürüldü?” veya “Adana’da canice öldürülen 6 yaşındaki Gizem’in katili ifadesinde ne söyledi?” sorularının ötesine bakmakta fayda var.

Araştırmalar gösteriyor ki bir caninin beyni diğer insanlardan çok farklı çalışıyor. Ve şiddete uzanan yol, sanıldığından çok daha uzun. Bu yolun vahşi bir cinayete nasıl vardığını anlamak, belki de ortalarında bir yerde gidişatı tersine çevirmemizi de sağlayabilir.

Reuters’ın kıdemli bilim ve sağlık muhabiri Sheron Begley, bugüne dek beynin karanlık dehlizleriyle ilgili 3 kitap, sayısız da makale yazdı. Begley, şiddetin anatomisini şu şekilde özetliyor: “Kriminal şiddetin temelinde iç içe geçen 3 sebep yatıyor. Biyoloji (genler), psikoloji ve kültür. Hiçbiri tek başına şiddet, tecavüz, cinayet vakalarının sebebi değil.”

ABD’deki okul cinayetlerini inceleyen psikolog James Garbarino ise şiddete giden yolu çocukların bloklardan kule yapmasına benzetiyor: “Sonunda o kule devriliyor” diyor. “Kuleye eklenen son bloğa bakıp ‘Kule onun yüzünden devrildi’ diyebilirsiniz. Ama kuleyi deviren, o ana dek biriken risk faktörleri...” Yani, kişiyi sapkınca cinayet işlemeye iten sadece genleri değil, tetikleyici deneyimleri, içinde bulunduğu kültür ve nihayetinde soğukkanlılıkla can alma iradesi...

‘ŞİDDET GENİ’ BULUNDU

Bilim dünyasında bir dönem suçun biyolojik temelleri üzerinde özellikle duruluyordu. 1993’te davranış genetiği alanında suçun biyolojik parmak izi bulundu. Aynı aileden 14 Hollandalı, kundakçılık ve tecavüz gibi pek çok vahşi suça karışmıştı. Ve soyadlarıyla kabarık sabıkalarının dışında ortak bir noktaları daha vardı: X kromozomlarındaki genlerden biri normalden farklı bir yapıdaydı. Bahsettiğimiz gen, mutluluk hormonu serotonin ve beynin dikkat ile çevreye yanıt verme bölümlerini etkileyen noradrenalin gibi nörokimyasalları bastıran MAOA enziminin salgılanmasını sağlıyor. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler gösteriyor ki MAOA enzimi normalden az ise saldırganlık artıyor. Ne tesadüf ki 14 Hollandalı’da da MAOA olması gerekenden eksik salgılanıyordu. Ancak 2002’de, “şiddet geni” teorisindeki eksikleri ortaya çıkaran başka bir araştırma tamamlandı. 442 Yeni Zelandalı erkeği doğumlarından beri takip eden bilim adamları, MAOA’nın suçla bağlantısının Hollandalılar üzerindeki çalışmanın işaret ettiği kadar net olmadığını ortaya koydu. Kavga, zorbalık, acımasızlık ve şiddete, düşük MAOA’lı insanlarda daha sık rastlandığı bir gerçek. Fakat şiddet, bu kişiler arasında bile sadece çocukluklarında ihmale ve istismara uğrayanlarda baş gösteriyordu. Dolayısıyla gen, suçu açıklamada tek başına yeterli değildi. Dahası, çocukluklarında ciddi biçimde hırpalanmış iki kişiden MAOA aktivitesi düşük olanı şiddet içeren suçlar işlemeye daha eğilimli olsa dahi şiddetin baş göstermesi için bir faktör daha devreye girmeli; toplumda şiddete açık alan bulunmalıydı. Yani şiddet toprağa ekili bir tohumsa bile önce filizlenebilmeli ve yeşerene dek uzun süre bulunduğu toprakta sulanmalı...

BİR CANİNİN BEYNİ NASIL ÇALIŞIYOR?

Bütün bu faktörleri birleştirense beyin. Genlerden tetiğin çekildiği ana dek gelinen yol beyinden geçiyor. Pennslyvania Üniversitesi’nden Profesör Adrian Raine katilleri reaktif ve proaktif olarak sınıflandırıyor. Reaktif katiller; uğradıkları veya uğradıklarına inandıkları bir hakarete, küçümsemeye cevap mahiyetinde cinayet işleyenler. Proaktif katiller ise cinayetlerini soygun gibi bir amaç için tasarlayanlar. Peki bir caninin beyni nasıl çalışıyor? Raine’in 1998’deki raporuna göre proaktif katillerin beyin aktiviteleri şiddete başvurmayan insanlardan farksız. Ancak reaktif katillerin beyinlerinin prefrontal kortekslerindeki aktivitenin açıkça azaldığı ortaya çıkmış. Burası beynin muhakeme, planlama, soyut düşünme, uygunsuz ya da dürtüsel davranışları önleme ve kendini değerlendirme gibi fonksiyonların yürütüldüğü alanı. Raine’in tarifine göre burası beynin “Dur ve bu durumu tekrar düşün” dediği yer. Yani beyinde hiddeti ve bastırılmış öfkeyi ortaya çıkaran duygusal bölgeler üzerinde yatıştırıcı bir etkisi var. Nöropsikiyatr Daniel Amen ise beyindeki düşük prefrontal aktivitenin empati duygusunu da ortadan kaldırdığını söylüyor. Amen, ABD’de 1998’de 15 yaşındayken ailesi ve sınıf arkadaşları dahil 32 kişiyi öldüren Kip Kinkel üzerindeki araştırmalarında düşük prefrontal korteks aktivitesine rastlamıştı. Reaktif katillerin beyinlerinde prefrontal bölgelerdeki “ürkütücü” sakinliğe, duyguların bölgesi olan limbik korteksteki artan aktivite eşlik ediyor. Profesör Raine, “Bu durum hem öfkeyi artırıyor hem de öfke üzerindeki kontrolü azaltıyor” diyor. Bununla da kalmıyor. Daniel Amen, “singulat kıvrımı” denen, dikkatin kaymasına yol açan bölgenin bu sırada aşırı derecede aktif olduğunu belirtiyor. “Takıntılı hale geliyorsunuz” diyor. “Vahşice düşünceleri olan biri bundan öylece kurtulamaz. Takipçilik ve taciz bu halin bir belirtisi.” Sonuçta katilin, beynin merdivenlerinden indiği vakit geri dönmesi çok zor oluyor.

Tipik katilin profili

Adli psikologların ortaya çıkardığı tipik katillerin profili şöyle: Yüzde 90’ından fazlası erkek. Çoğunlukla 25-35 yaş aralığındalar. Pek azının sicili kabarık. Kimisi intikam kimisi nam salmak için öldürüyor. Kimi tanıdıklarını kimi başkalarını hedef alıyor... Bu alanda çalışan Profesör Louis Schlesinger, cani katilleri “Net psikopat” gibi tanımlara sokmuyor; onları şöyle anlatıyor: “Mağdur hissetmeye eğilimli, incinmiş, depresif, izole ve hepsinden öte paranoyak insanlar.”

Canilere atfedilen paranoyanın üzerinde durmakta fayda var. Nitekim onlarınki, paranoyanın özel bir biçimi... Hayatın adaletsiz, herkesin onlara karşı olduğuna inanma ve sorunlarının sebebi olarak kendileri hariç diğer herkesi suçlama hali... Ceza adaleti profesörü James Alan Fox, “Hatayı hep başkasında ararlar. Problemlerinden başkalarını sorumlu tutarlar” diyor ve katillerin ruh halini şöyle betimliyor: “Hayatın yaşamaya değer olmadığına inandıkları vakit, başkalarını da kendileriyle birlikte götürmeye karar verirler.” 16 Nisan 2007’de ABD’nin Virginia Eyaleti’nde ülke tarihinde bir okul içinde şimdiye kadar tek kişi tarafından gerçekleştirilen en ölümcül silahlı saldırının faili Seung-Hui Cho, intihar etmeden önce 32 kişiyi öldürüp onlarca kişiyi yaralamıştı. Katliamdan önce NBC Televizyonu’na postaladığı videoda şöyle diyordu Cho: “Bana başka bir seçenek bırakmadınız. Şimdi hepinizin ellerinde kan var. Ve o kanı hiçbir zaman temizleyemeyeceksiniz.”

Schlesinger’e göre katiller sıklıkla kendilerine büyük haksızlıklar yapıldığını hissediyorlar; sinirliler ve sinirlerini dünyadan çıkarmak istiyorlar. “Sorunları neyse tek çözümünün cinayet olduğu fikrini geliştiriyor ve bu düşüncede takılıp kalıyorlar.” Katillerin aklına takılan problemler, işlerini kaybetmekten finansal sebeplere, partnerlerinden kötü biçimde ayrılmalarına kadar uzanıyor. Ancak cinayetler hemen belirmiyor. Aslında katiller sancılı bir doğum sürecinden geçiyor. Tetiği çektikleri ana dek bir dizi hakaret, zorluk veya başarısız ilişki yaşıyorlar. Bu, uzun süren bir hayal kırıklıkları dizisi gibi... Ve zaten bu insanlar kronik depresif.

CANİLİĞİN TOHUMLARI ÇOCUKLUKTA

Peki bu sürekli mutsuzluk hali ve öfke nereden geliyor? Bu soruya istatistikler cevap veriyor: 17 yaşına kadar vahşi suçlar işlemiş erkeklerin yüzde 45’i, kadınlarınsa yüzde 69’u çocukluklarında da olağan dışı biçimde saldırgan. Diğer çocuklarla sık sık kavga ediyorlar mesela. Şiddete ilk defa 20’li yaşlarında karışmış insanlara bu tür caniler arasında çok az rastlanıyor.

Ama çocukluktaki saldırganlıkla ilerleyen yaşlarda ortaya çıkan şiddet arasındaki bağ, “Saldırganlık saldırganlığı doğurur” denecek kadar basit değil. Saldırgan, dürtülerini kontrol edemeyen, utangaç veya diğer çocukların ses tonlarını ayırt edemeyen çocukların bu tip sorunları, ebeveynlerinin veya akranlarının hassasiyet geliştirmesine neden oluyor. Çevrenin bu tür tutumlarıyla birlikte bu çocukların arkadaş edinmesi daha da zorlaşıyor. Çocuklar da ailelerinin sevgi ve sabrını deniyor. Çocukların doğuştan gelen özellikleri bir noktadan sonra mizaç ve davranış sorunlarını büyütüyor ve suç işlemeye doğru ilerleyen bir ruh hali yaratıyor. 2006’da 334 genç üzerinde yapılan bir araştırmada, 7 yaşında tepkisel saldırganlıklar göstermiş çocuklar 16 yaşında da fevri, kaygılı, saldırganlardı ve arkadaşsız kaldılar. Bilim “şiddet geni”nin çevresel etkilere açık olduğunu, beyin devrelerinin hayat tecrübelerini aksettirdiğini keşfettiği gibi; çocukların doğuştan gelen saldırgan mizaçlarının da onlara nasıl davranıldığıyla şekillendiğini ve sonunda bu saldırganlığın ya yontulduğunu ya da pekiştirildiğini de ortaya koyuyor.

Bu konuda Japonya ilginç bir örnek oluşturuyor. Toplumsallığın zayıf, bireyselliğin güçlü olduğu Japonya’da insanlar başkalarını öldüreceklerine kendilerini öldürüyor. Ve arkalarında kime, neye kızgın olduklarını yazdıkları bir intihar notu bırakıyorlar. Japon teolog ve öğretmen Masakazu Suzuki, Japon dilindeki “gamanshite” teriminin altını çiziyor. Bu, Japonların çocuklarına özellikle öğrettiği bir kelime. “Sabret, katlan, tahammül et” anlamına geliyor. Suzuki, “Eğer öfkelenir veya hüsrana uğrarsak bu hislerimize ya katlanıyoruz ya da başkaları yerine kendimizi öldürüyoruz” diyor. Uzak doğu’da intihar oranı, cinayet oranının 6 katı...

Şiddet, ortamını bulunca baş gösteriyor

Şiddetin temelini oluşturan tüm bu faktörler yine de tetiği çekmek için yeterli olmuyor. ABD’li psikolog James Garbarino’nun, nihayetinde trajik biçimde devrilen bloklardan bir kule yapmaya benzettiği şiddet, her halükârda ona alan açan bir çevreyle vücut buluyor. Genler, çocukluk, beyin korteksleri, yaşanan hayal kırıklıkları o kuleye eklenen bloklarsa, o kule ancak ve ancak “doğru” ortamın eklenmesiyle yıkılıyor ve şiddet baş gösteriyor. Şiddete yetki veren ortamı ekonomik sebeplerle açıklamak da yetmiyor. Zira 2000’de dünya çapında yapılan bir araştırma gösteriyor ki dünyanın en büyük ekonomisi ABD’de her 100 bin kişiden 5.9’u cinayete kurban gidiyor. Ekonomik değerlerde ABD’yi yakından takip eden Japonya’daysa bu sayı 1.1’e düşüyor. Türkiye’deyse 2.5... Şiddet ortamı öncelikle yaygın silahlanmayla kendini buluyor. Bununla birlikte şiddetli suç oranları, toplumu bütünleştirecek tutkalların tutmadığı; kültürel, dilsel, dini farklılıkların, iç-dış göçlerin yoğun olduğu heterojen toplumlarda yükseliyor. Sonuçta ortaya çıkan tablo gösteriyor ki şiddet; genlerin, tecrübelerin ve kültürün bir şekilde üst üste gelmesiyle ortaya çıkıyor. Ama bloklardan kurulu bu kuleyi nihayetinde o tetiği çekme iradesi deviriyor.

Her 100 kişiden 8’i psikopat

Harvard Üniversitesi’ndeki psikoloji ve evrimsel insan biyolojisi üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan, şimdi emekli olan Profesör Marc Hauser; klinik olarak tanısı konulmuş psikopatların aslında doğruyu yanlıştan ayırdıklarını belirtiyor. Psikopatları diğerlerinden ayıransa davranışları... Hepimiz öfkeleniyoruz ve aklımızdan şiddet dolu düşünceler geçiyor ama genellikle duygularımız şiddet eğilimlerimizi frenliyor. Duyguların, eylemlerimiz üzerinde, erdemli davranışlarımızın pekişmesinde ve ahlaksız eylemlerimizin cezalandırılmasında çok güçlü bir rolü var. Genellikle yanlış hareketleri yapmıyoruz. Çünkü bunların kötü olduğunun farkına varıyor ve bile bile yanlış bir şey yapmanın duygusal bedelini ödemek istemiyoruz. Buna karşılık psikopatlar bu tür duygusal kısıtlamalardan yoksunlar. Yanlış olduğunu bildikleri halde vahşi şekilde davranıyorlar. Çünkü vicdan azabı, suçluluk veya utanç duymuyorlar.

ABD’de büyük firmalara psikolojik danışmanlık hizmeti veren ve işyerinde psikopati konusunda araştırmalar yapan endüstri psikoloğu Paul Babiak ise her 100 kişiden 8’inin psikopat olduğunu söylüyor. Antisosyal kişilik bozukluğu olarak tanımlanan psikopat-sosyopat kişilik özellikleri şunlar: Vicdan duygusu ve empati yeteneğinin eksikliği, toplumsal ve ahlaki kuralara aldırmama, şiddet eğilimi, çok kolay yalan söyleyip suç işleyebilme, anlık hazlar için yaşama...

Türkiye’nin şiddet eğilimi raporu

Çocuklar ve gençler arasında artan şiddet eğilimi üzerine TBMM Şiddet Komisyonu’nun yaptığı, 2007’de tamamlanan çok kapsamlı bir araştırmada, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) uzmanlarının belirlediği liselerdeki 26 bin 9 öğrenciye gözlem altında anket uygulaması yapılmıştı. Çok azı kamuoyuyla paylaşılan sonuçlar dehşet vericiydi. Ayrıca, sosyal bilimci Adem Solak’ın denetiminde ülkedeki 21 ilin cezaevindeki çocuk ve gençlerin yüzde 75’iyle konuşulmuştu. Solak, tüm bu verilere “Türkiye’nin Suç Haritası” isimli kitabında yer verdi. O sonuçlardan göze çarpanlarsa şöyle...

Ateşli silahlar da dahil edilince, liselerdeki öğrencilerin dörtte birine (800 bin) yakını bir tür yaralayıcı ya da öldürücü silaha sahip.   

Cezaevlerinde uygulanan anket sonuçlarına göre durum daha da ürkütücü. Çünkü ankete verdikleri cevaplara göre halen cezaevinde yatmakta olan çocuk ve gençlerin dörtte üçü, dışarıdayken bir şekilde yaralayıcı veya öldürücü silah taşıyordu. 

Adana, Antalya ve Mersin’de çoğunluğu okula gitmeyen çocuk ve gençlerin yarıdan fazlasının delici-kesici alet taşıdığı anlaşıldı.   

Ateşli silah taşıma oranının yüksek olduğu iller arasında ilk sırada yüzde 46.7 oranla Samsun vardı. Ardından Adana, Gaziantep ve Konya dikkat çekiyor.   

“Kendinizi en güvende hissettiğiniz ortam?” sorusuna “Aile” diye cevap veren gençlerin ülke genelinde oranı yüzde 73 iken, Samsun’da bu yüzde 60’a düşüyor. Uzmanlara göre güvensizliğin temel kaynağı aile içi şiddet. Bir başka önemli faktör de bu çocukların adalet duygularının zedelenmiş olması.   

TBMM Komisyonu’nun liselerdeki anket sonuçlarına göre anne-baba arasında şiddet oranı yüzde 20’nin üzerindeyken bu oran cezaevi anket sonuçlarında Türkiye geneli için yüzde 50’ye yaklaşıyor. Anne-baba arasındaki şiddet oranı Konya’da yüzde 66.4, Samsun’da yüzde 71.6, Adana’da ise yüzde 86.6’ya yükseliyor.

Cezaevlerindeki gençlerin yüzde 46’sı “Anne-babam öfkeli davranışlar sergilemeseydi suç işlemezdim” diyordu. Ankara Sincan’daki L tipi cezaevinde yapılan bir araştırmada, “Kaçınılmaz olsaydı annebabanızın size fiziksel şiddet mi yoksa sözelduygusal şiddet mi uygulamasını seçerdiniz?” sorusuna karşılık “fiziksel şiddet”i tercih edenlerin oranı yüzde 92’ydi.

Manşetler

DUYURU-4