Bireylerin olduğu kadar ülkelerin de özgürlüğünden söz edilir. Meselâ, Amerikan filmlerinde, kahramanlar, her fırsatta, "burası özgür bir ülke" der. Özgürlük teorisinden habersiz olanlar, bu kullanımdaki özgürlüğün bireye atfedilen özgürlükle aynı duruma tekabül ettiğini zanneder. Oysa "özgür bir ülke"nin tam karşılığı "özgürlükçü bir ülke"dir. Daha açık söylemek gerekirse, bireylerin özgür olduğu bir siyasî ünitedir.
Özgürlük gruplara, sınıflara, halklara değil bireylere ait, bireylerin içinde bulunduğu durumla ilgili bir değer. Bundan dolayı, onu bireysel özgürlük olarak adlandırmak daha doğru. Soyut ve genel bir değer olan bireysel özgürlük, bireylerin hayatının değişik alanlarında tezahür eder. Söz gelişi, bir birey, özgürse, hangi dine inanıp inanmayacağını (din ve vicdan özgürlüğü); konular ve sorunlar hakkında ne söyleyip söylemeyeceğini (ifade özgürlüğü), nereye gidip gitmeyeceğini (seyahat özgürlüğü), nerede yaşayıp yaşamayacağını (yerleşme özgürlüğü), hangi insan birliğine girip girmeyeceğini (örgütlenme özgürlüğü) kendisi seçer. Bu, şüphesiz, bireylerin bu alanlarda sonsuz hareket kabiliyetine sahip olduğunu göstermez. Her bireyin soyut özgürlüğünü nasıl kullanacağı ve kullanabileceği, onun kendisiyle ilgili imkân ve kabiliyetlerine ve içinde bulunduğu ortamların niteliğine bağlı olacaktır. Ama, bir teşhis edilebilir otorite, onu, keyfi olarak, negatif diskriminasyona [ayrımcılığa] tabi tutmak suretiyle engellemediği sürece, kişi özgürdür.
Bireysel özgürlüğün yansıma, kullanılma alanlarından biri meslek seçimi, eğitimi ve icrasıyla ilgilidir. Özgür birey, istediği mesleği seçme ve icra etme hakkına sahip bireydir. Onun meslek seçimi, dışındaki bireyler veya siyasî otorite tarafından keyfî ve kasıtlı olarak yasaklanamaz. Yasaklanırsa özgürlüğü ihlal edilmiş olur. Özgürlük tarihi, meslek seçme ve icra etme özgürlüğü mücadeleleriyle de doludur. Siyasî otoriteler, tarihte, belli insan gruplarına, cinsiyet, sosyal ve dinî köken, etnik aidiyet gibi sebeplerle bazı meslekleri yasaklamayı hep ve her zaman denemiştir. Özgürlük fikri ve ideali yayıldıkça meslek alanlarındaki ayrımcılık ve imtiyazlar, tamamen ortadan kaldırılamasa bile, önemli oranda geriletilmiştir.
Ancak, günümüz dünyasında kamu otoriteleri meslek hayatımıza müdahaleye devam etmekte. Bunu lisanslama -yani mesleklere giriş iznini şarta bağlama- ve regülasyon yani mesleklerin icrasını standartlara bağlama- yoluyla yapmakta. Devletlerin hem lisanslama hem regülasyon yetkilerinin sorgulanması lâzım. Tarih bilgisi kuvvetli biri devlet lisanslama ve regülasyonunun, topluma (tüketicilere) faydadan çok zarar verdiğine dair bol delil getirebilir. Bunu söylerken kastım, regülasyonun hiç yapılmaması değil. Yaygın biçimde icra edilen her meslek doğal olarak regüle edilecektir; ama bunun devlet tarafından yapılması ne tek ne de en iyi yoldur. Devletin regülasyon yetkisinin abartılmasıysa, tüketiciler yanında meslek mensuplarına da zarar verebilir.
Sağlık alanında AKP hükümeti toplumda genelde takdir gören bazı düzenlemeler yaptı. Her sağlık kurumunun her vatandaşa açılması, tedavi ücretlerinde ve ilaç fiyatlarında nispî düşme vs. gerçekten memnuniyet verici oldu. Ancak, bu, AKP hükümetinin sağlıkla ilgili her alt alanda doğruyu yaptığını göstermiyor. Hele bir alan var ki, ağır bir hata, bütün ikazlara rağmen göstere göstere geliyor: Serbest hekimlerin çalışmasını engellemek.
Serbest hekimler, lisanslama şartlarını yerine getirerek hekimlik yapma hakkını elde etmiş sağlıkçılar. Beşerî ve maddî sermaye yatırarak, bunun için yıllarca çabalayarak, muayenehane açmışlar; binlerce hastaya hizmet vererek ayakta kalmışlar. Canla başla çalışıyorlar; ailelerini geçindiriyor, insan istihdam ediyor, vergi veriyorlar. Belki de sağlık sektöründeki en etkin ve en sıkı çalışan grubu teşkil ediyorlar. Vatandaşın tercih yelpazesini genişletiyor ve sağlık hizmetlerine önemli katkılarda bulunuyorlar. Hastalarını memnun etmemeleri hâlinde anında müeyyidelendirilmeleri mümkün. Yani devlet memuru sağlıkçılar gibi bir iş ve kazanç garantisine ve korunma zırhına sahip değiller. Buna rağmen Sağlık Bakanlığı tarafından haksız ve kötü bir muameleye maruz bırakılıyorlar. Bakanlık, 4 Ağustos'ta uygulamaya girecek bir yönetmelikteki yeni ve abartılı şartlarla serbest hekimleri ateş altına almış durumda.
Bakanlık doğrudan kapatma emri vermek yerine dolaylı bir yoldan hekimleri muayenehanelerini kapatmaya mecbur bırakmak istiyor. Oda kapılarının genişliğinin 110 cm olması, jinekologlarda muayene odasında tuvalet bulunması, aynı muayenehanede iki doktorun çalışamaması gibi şartları iyi niyet işareti olarak almak imkânsız. Bir kere bu tür yeni şartlar, anında, yönetmelik çıktığında var olan muayenehanelere değil, yeni açılacaklara uygulanabilir. Bu, hukukun hâkimiyetinin gereğidir. İkincisi, var olan muayenehanelerin bu standartlara uymaya zorlanmak yerine teşvik edilmesi, bunun içinse onlara kolaylıklar sağlanması ve makul bir intibak süresi (mesela 10 yıl) verilmesi gerekir ki müteşebbis hekimler yatırımlarını yenileme imkânına sahip olsun. Başka bir sıkıntı daha var: Kamuya ayrı vatandaşa ayrı standartlar getirme. Bakanlığın serbest hekimlerin muayenehaneleri için talep ettiği standartların kaçı Bakanlığa bağlı hastanelerde uygulamada? Hastanelerin çoğu derme çatma binalarda yerleşik. Türkiye'de devlet zihniyeti bunu hep yapıyor. Herkesin bildiği bir örnek taşıt emisyon pulları. Çevreye en çok zehirli dumanı kamu araçları saçıyor ama çevre pulu alma yükümlülüğü sadece özel araç sahiplerinin sırtında. Burada da aynısı oluyor. Bakanlık hastanelerinin çoğu, hizmet kalitesini bir yana bırakalım, fizikî yapı bakımından perişan ve çoğu özel muayenehanenin çok gerisinde. Ama onlar kamu olduğu için pozitif ayrımcılığa tabi tutuluyor; serbest hekimlere ise üvey evlat muamelesi layık görülüyor.
Sağlık Bakanlığı'nın serbest hekimlerin muayenehaneleriyle ilgili planları meslek seçme ve icra etme özgürlüğüne ve eşitliğe aykırı. Aynı zamanda piyasada rekabeti budayıcı ve vatandaşın tercih yelpazesini daraltıcı. Bakanlık bu anlamsız uygulamayla sağlık sektörüne ve ülkeye ancak uzun vadede farkına varılacak vahim bir zarar daha veriyor. Sağlık sektöründeki hepsi de kıtlık vakıasının sonucu olan ters seçim, ahlâkî tehlike, moral yozlaşma, asimetrik bilgi, tekelleşme, aracı sorunu gibi problemlerin çözümünde yeni modellerin yegâne denenme ve geliştirilme ortamı olan sağlık serbest piyasasını iyice öldürüyor. Bütün bu sebeplerle, ilgili yönetmeliğin ya kaldırılması ya da burada işaret edilen istikamette yenilenmesi gerekiyor.
Atilla Yayla