Aşırı kilo öfke belirtisi olabilir

Osho terapisti, insan mühendisi ve yaşam koçu Canan Yolaç, 2012'ye yaklaştığımız şu zamanlarda bir dönüşüm çağına girmek üzere olduğumuzu düşünüyor.

Osho terapisti, insan mühendisi ve yaşam koçu Canan Yolaç, 2012'ye yaklaştığımız şu zamanlarda bir dönüşüm çağına girmek üzere olduğumuzu düşünüyor. Bundan sonra ancak değişebilenler, topluma ayak uydurmak yerine kendileriyle yüzleşip içlerinde gizlenen arzuları keşfedebilenler ayakta kalacak.
Yeniçağ'ın merkezi Türkiye
Dönüşüm çağında Türkiye'nin önemi büyük. Eski dönemlerden beri farklı evrim seviyelerinin beşiği olan İstanbul, enerji birimi olarak çok önemli bir merkez. Aslında bütün Anadolu öyle... Bu yüzden dünyada ruhsal çalışmalar yapanlar bu enerjiyi almak için İstanbul'a geliyor.

Kronik hastalıklara elveda
Canan Yolaç kendi hayatında birçok şeyi değiştirmeyi başarmış, birçok sağlık sorununu yenmiş: "Kör noktalarımı bulup üzerinde çalıştığımda alerjik astımım bile bir daha geri dönmemecesine ortadan kalktı."

Atalarınızın yüklerini taşımayın
Ailelerden gelen bütün duygusal yüklerden kurtulmak için yaptığımız bir terapi var; aile dizimi. Atalarımızı mutsuz eden bütün olaylar, yani ani ölümler, çocuk kayıpları, dışlanmış kişiler, savaşlar bugün bizi de etkiliyor, üzerimizde ağır birer yük olarak duruyor.

Hayatımızı yaşanmaz hale getiren bütün sorunların sebebinin çocukluğumuzda gizli olduğunu düşünen Canan Yolaç bedende tezahür eden her hastalığın aslında ruhun yardım çağrısı olduğunu öne sürüyor. "Öyle müthiş bir mekanizma kurulmuş ki, 64 milyon hücren 24 günde bir kendini tamamen yeniler" diye anlatıyor. "Fakat duygu ve düşünceler öyle değil, onlar kendilerini o kadar kolay yenileyemiyor. Bizim hatamız her hastalıkta sebebi dışarıda aramamız. Halbuki sebep her zaman ve mutlaka içimizde."

İnsan mühendisi ne demek?
Bir insanı bütünüyle inceleyen kişi demek. Ruhsal, zihinsel ve bedensel olarak...

Kimin insan mühendisine ihtiyacı olur? Yani nasıl birisi "Benim bir insan mühendisine ihtiyacım var" der?
Bedensel bir şikâyeti vardır, bir rahatsızlığı, ağrısı mesela. Bana gelir, bazen burada çözeriz sorununu, bazen de doktora yönlendiririz. Ya da duygusal sorunları vardır. Veya çok kilo almıştır. Her şey olabilir.

Yeni bir çağın başlamak üzere oluşundan ve tam da bu sırada duygusal sorunlarımızı acilen çözmemiz gerektiğinden söz ediyorsunuz... Belirtileri neler bu yeni çağın?
Global ekonomik çöküşten tutun, mevsimlerin sıralamasının bile altüst oluşuna kadar birçok belirtisi var bunun. İnsan ilişkilerindeki büyük kavgalar, hatta şiddet de hep birer belirti. İşsizlik, parasızlık gibi daha somut sorunlar da yaşanıyor. Tam bir dibe vuruş... Bunlar yine iyi günlerimiz, yakında daha da kötü şeyler olacak, özellikle küresel ısınmanın kendini açıkça göstermesinden sonra kıtlıklara tanık olunacak. Ama umutsuz olmamak gerek. Bunlar geçiş dönemi sancıları. Kendini yenilemeyi deneyip başaranlar da var. Zaten tek çözüm bilinçlenmek. Bu olmazsa kendini imha eden bir ırk olarak kayıtlara geçecek insanoğlu. Yeni bir bakış açısı edinmemiz, yeni farkındalıklar geliştirmemiz gerekiyor.

Büyük Dönüşüm adlı kitabınızda ne anlatıyorsunuz?
Yeniçağ'a ayak uydurabilmek için öneriler kitabı da diyebilirsiniz. Tek tek kişilerin yapabileceği şeylerden söz ediyorum ama sonuçta tüm insanlığın kaderi bu tek tek yapacaklarımıza bağlı.

Değişmek için neler yapabiliriz?
Şahsi olarak insanın önce kendi duygu ve düşüncelerini, ailesinden, atalarından miras kalan önyargıları temizlemesi gerekiyor. Sürekli yakınmak yerine dışarıda gördüğü her kusurun kendi içinde de zaten var olduğunu, kendi kusurlarını görmeye tahammül edemediği için başkalarını eleştirdiğini fark etmeli. Dünya bir ayna ve biz o aynada sadece kendimizi görebiliriz.

"Yeniçağ'da ruhunu bütünleyebilenler ayakta kalacak" diyorsunuz. Ruhumuzu bütünleyebilirsek daha iyi insanlar mı olacağız?
Hayır, daha iyi insanlar olmayacağız. İyilik ve kötülük düşüncesi de dualitenin ürünü. İyilik-kötülük, doğru-yanlış, ahlak- ahlaksızlık, güzellik- çirkinlik, zayıflık- şişmanlık... Bunlar göreceli kavramlar. Toplumda örnek aldığımız formlara kendimizi uydurma çabamızın sonucu. Halbuki yeniçağ, insanın başkalarının yaptıklarına, toplumun dayattıklarına odaklanmayı bir kenara bırakıp kendini dinlemeye başlamasının zamanı aslında.

Bu tıkanıklık meselesi çok önemli anladığım kadarıyla...
Sizi mutsuz eden, öfkelendiren, inciten ama kimseye hatta kendinize bile söylemediğiniz şeylerdir enerji akışınızı bozan, bedeninizi hasta eden. Tiroid hastalığı gelip sizi bulur o zaman. Hiçbir hastalık sebepsiz değildir. Bademcikleriniz şişiyorsa, boğazınız ağrıyorsa söyleyemediğiniz şeyler var demektir. Midesinden rahatsız insan arzularını gerçekleştiremiyor, gücünü bastırıyordur. Yumurtalık kisti olan bir kadın doğurganlık enerjisini yok sayıyordur.

Bu tür sorunları çözmek isteyenlere ne öneriyorsunuz?
İlk adım olarak kitabımı okuyabilirler. Başka kitaplar da var bunları anlatan ama benim cümlelerimle, benim dilimle okusunlar, dil ve üslup da her şeyi değiştirebilecek kadar etkili çünkü. Sonra da isterlerse benimle çalışmaya gelsinler.

Hayata flörtöz enerjiyle yaklaşmak gerek
Yeniçağ'da aşk anlayışımız da değişeceğini, gönüllü beraberliklerin güçleneceğini, zoraki evliliklerinse geçmişte kalacağını anlatıyor Canan Yolaç. "Aşkta dayatma, kıskançlık, öfke olmayacak" diyor, "Dayattığı her şey insanın bir bağımlılığına işarettir. Egonuzun zayıflığından veya korkularından ötürü birine bağlı kalmayacak kimse. Kendi içindekiyle yüzleşmeye cesaret edemediği için yapıştığı kişiye âşık olduğunu zannetmeyecek. Tam aksine içindekiyle yüzleşecek ve kendi gibi bunu yapmaya cesaret etmiş birine âşık olacak. İdeal aşk da bu zaten."
Bir de "flörtöz enerji" kavramından söz ediyor ve şöyle diyor: "Yaşamın her alanında, yaptığın her işte flörtöz enerjiyi kullanmaya başla. Yani yaptığın her şeye coşkunu ve çekiciliğini kat, kendini bu şekilde ifade et ve bu sayede yaşamının her anını bir aşk gibi yaşa. Flörtöz ve sevecen yaklaşırsan, en büyük sorunun bile sorun olma enerjisi değişir ve yepyeni bir bakış açısında çözülüp hallolur."

Şişmanlık, bastırılmış yardım talebidir
Yeme bozukluklarına karşı agresif ve ağır disiplinler geliştirmekten yana değilim. En önemlisi kişinin kendini sorgulama bilincini geliştirmesi, niçin öyle tıka basa yediğini merak etmesi. Kişi neden o tuzu ektiğini, o çikolatadan vazgeçemediğini kendi kendine sormalı ve yanıtını kendi içinden çıkarmalı. Yiyerek aslında hangi duygularını bastırdığını, hangi eksikliklerini tamamlamaya çalıştığını bulmalı. Aşırı kilo büyük bir kızgınlığın belirtisi olabilir. Kişi kendi içinde duygusal patlamalar yaşarken, bunları dışa vuramıyorsa bu aşırı kilo olarak karşısına çıkabilir. En önemlisi, aşırı yemek ilk bakışta bastırılmış bir yardım talebi gibi dururken, aslında her türlü yardım önerisini reddetmenin bir biçimi de olabilir.

İnsan en çok hiç affetmediklerini seviyor...
Teşekkür etmenin hayati öneminden söz ediyorsunuz...
Teşekkür etmek aslında bir şeye sahip olduğunuzu kabul etmek demektir. Mıknatıs yasası bunu gerektirir. Param yok diyeceğinize, sahip olduğunuz her kuruş için evrene teşekkür etmelisiniz. Beyin sanıldığı gibi akıllı değil, ona ne verirseniz doğru sanıyor. Televizyonda acıklı bir film seyrettiniz diyelim. Siz biliyorsunuz onun bir film olduğunu ama iç benliğiniz bilmiyor. Onun önemsediği şey seyrettiğinizde hangi duyguyu ürettiğiniz. Sonrasında da size artık sürekli o duyguları sunacak. Yani hep acıklı filmler seyreden bir insanın hayatında hep acı, hep dram olacak. Bu kadar net. Size tavsiyem şu: Başkalarının kötü hikâyelerini, dertlerini dinlemeyin. Bencillik değil bu, insanlar da dert anlatmasınlar zaten. Dert ne ki? Kendi yarattığımız bir şey. Sadece safsata.
Affetmek de önemli mi peki?
Affetmek kelimesini pek sevmiyorum ben, o da egoya hizmet ediyor. Ama yine de affetmemekten iyidir. Affetmeyen insan bağı diri tutma çabasındadır. Kim sevmediği biriyle bağı olsun ister? Demek ki en çok aslında hiç affetmediklerini seviyorsun.
DNA Değişim Terapisi yaptığınız için soruyorum, hücresel bir değişimin mümkün olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Elbette. DNA Değişim Terapisi'yle kader sandığımız şeyleri değiştirmek bile mümkün. Bilgiler, duygular ve düşünceler kuşaktan kuşağa genetik olarak RNA messengerlar aracılığıyla taşınıyor. Ve bizi zapturapt altına alıyor. Gerçek bir özgürlüğün peşindeysek eğer, bunun farkında olmamız, elimizi kolumuzu bağlayan aktarımlardan arınmamız gerek. DNA Değişim Terapisi bunun için. Kuyruk sokumunda, omurilik sıvısında Kundalini enerjisi vardır, o enerji harekete geçmedikçe insan atalet içinde yaşar, hiçbir şeyi değiştiremez. Biz duygusal kalıpları temizleyerek, bunu harekete geçiriyoruz, bir anlamda ölümü alt ediyoruz.

Bunu açar mısınız?
Ego ya da nefs diye bir şey var, insan onunla yaratılıyor. Şeytan içimizde. Ama yanlış anlamayın, Şeytan derken kötücül bir şeyi kastetmiyorum. Ruhtaki dualite, ikilik, çarpışan tutkular olarak bakıyorum buna. Huylarımızı değiştirmek çok önemli. Bize hükmeden huylarımızı değiştirebilirsek, hayatımızda her şey değişecek. Kaba maddeden oluştuğumuza dair inancımız ortadan kalkacak, yanmaz enerjiden oluştuğumuzu fark edeceğiz ve yeni boyut enerjilerine açacağız kendimizi. O zaman ölüm korkumuz bile kalmayacak. Zira ölüm dedikleri şeyin boyut değiştirmekten ibaret olduğunu öğreneceğiz. Hem ego sistemi yerinde kaldığı sürece insan isterse bin yıl yaşasın gene mutlu olamaz, gene ölümden korkar. Bin yıl aynı şeyleri yaşamanın ne anlamı var ki?

Manşetler

DUYURU-4