Psikiyatr Kemal Sayar; ezberleri bozuyor, "Bırakın insanlar hüzünlerini yaşasın. Yaşasınlar ki içsel yolculuğa çıksınlar. Acısız hayat, olgunlaşmamış hayattır" diyerek ekliyor: Özellikle yerli yersiz kullanılan antidepresanlar hayatı öğrenmeye engel oluyor
Prof. Dr. Kemal Sayar, 'Hüzün Hastalığı' adıyla çıkardığı son kitabında, psikiyatri biliminin ezberlenmiş kurallarını yerle bir ediyor. İlaç sektörünün artık normal acıları bile klinik vaka haline dönüştürdüğünü söyleyen Sayar ekliyor: "Bırakalım hüznü! Biz psikiyatristler onu ellemeyelim, ona dokunmayalım. İnsanın doğal hallerini patoloji hanesine yazmayalım. Bazı şeylere de tahammül edelim. 100 yıl önce depresyon mu vardı?" İşte Sayar'ın Yeni Aktüel'den Hasan Hüseyin Kemal'e yaptığı tartışma yaratacak açıklamalar...
Hüzünden steril yaşamak, acıdan uzak durmak insanda nasıl etkiler bırakır?
Acısız bir hayat, olgunlaşmamış bir hayattır. İnsanın acıyla, hüzünle teması onu içsel yolculuğa çıkarır. Hayatta yaşadığımız kayıplar, üzüntüler bize bir dünya görüşü kazandırır. Ölümün mukadder olduğu bilgisi bunlardan biridir. Günümüzün Batı mahreçli popüler kültürü acı ve ölümün inkarı üzerine kurulu. Böylelikle iç dünyamızda olgunlaşmayan, eksik kalan yanlarımız oluyor. Bunu da tüketerek doldurmaya çalışıyoruz.
HASTA OLMAK DAHA İYİ
Hüzün eksikliği ruhumuzda ne gibi eksikliklere neden oluyor?
Mesela çocuk gibi, ergen gibi davranan, evine ekmek, tuz götürmenin sorumluluğunu hissetmeyen, kendi ayakları üzerinde durmanın derdinde olmayan, hep birilerinin gölgesinde yaşamak isteyen, tercihleri konusunda bağımlılık noktasında olan pek çok insan görüyorum. Kısacası büyüyemeyen insanlar meydana çıkıyor diyebilirim.
Her yaşadığımız hüzün karşısında antidepresan kullanmak zorunda mıyız?
Bundan 100 yıl önce depresyon diye bir hastalık yoktu. Bir Fransız sosyolog, kapitalizmin üretimi öne alan, tüketmeyen insanı dışarıda bırakan zihniyetinin gelişmesiyle depresyonun ortaya çıktığını söyler. Değerlendirmeye göre, herkes yeterince tüketici ve üretici olamıyor. Bu insanlara, 'tutunamayan insanlar' diyoruz ve ilaç tedavisiyle onları tekrar tüketici konumuna getirmeye çalışıyoruz. Kapitalist sistemin dışına çıkan insanlara psikiyatrik etiketleri çok rahat yapıştırabiliyoruz. Halbuki bazı insanlar patolojik derecede normaller; önlerine ne konulursa kabul ediyorlar. Eğer hastalık dişlinin dışına çıkmaksa hasta olmak daha iyi bir şey olabilir.
DEPRESYON SANIYOR...
Hüzün duymanın iyi tarafları nelerdir?
Kitabımda insanın hüzünlenen bir varlık olduğunu hatta bunun iyi bir şey olduğunu söylüyorum. Çünkü hüzün duyan insanın iyiliğe muktedir olduğunu, aczini keşfedeceğini ve bütün yaratılmışa daha merhametli davranacağını tartışıyorum. Bırakalım hüznü! Biz psikiyatristler onu ellemeyelim. İnsanın doğal hallerini patoloji hanesine yazmayalım. Bazı şeylere de tahammül edelim.
"Psikolojik sorunlarım var" diye gelenleri "İyisin" deyip gönderdiğiniz oluyor mu?
O kadar çok oluyor ki! Hüzün konusunda kendini depresyonda zannedip günlük hayatında normal tepkiler veren insanları ilaç vermeden gönderdiğimiz oluyor. Bunun yanında basit bir üzüntü gibi duran vakaların altından ağır depresyonlar çıkabiliyor. Onları da ilaç kullanmaları konusunda ikna ediyorum.
Türkiye'de psikolojik sorunların tespitinde Batı'ya göre farklılıklar var mı?
Doğu toplumlarında ve Türkiye'de ruhsal sıkıntılar bedensel belirtilerle ortaya çıkabiliyor. Bedensel belirtiler adeta ruhsal halleri tanımlıyor. Ruhsal şikayetlerin bedensel şikayetler şeklinde ortaya çıktığını göz ardı edersek birçok psikolojik durumu da gözden kaçırırız.
KURALLARI ARTIK TIP KOYUYOR
Artık ülkelerin hastaneler tarafından yönetildiği fikrine katılıyor musunuz?
Modern toplumlarda tıp yeni otoriterlerden bir tanesi... Doğru bir hayatın nasıl olacağı konusunda 'Sabah kalk, spor yap, şunu ye, şunu yeme, haftada şu kadar seks yap" diyerek kurallar ortaya koyuyor. Artık yaşama dair kurallar, dinin vaaz ettiği kurallar olmaktan çıktı; tıbbın vaaz ettiği kurallar olmaya başladı. Hayat aslında medikal bürokrasi tarafından yönetilen bir hal aldı.
Siz de tıp camiasındasınız. Bu eleştirileri nasıl yapıyorsunuz?
Benim kafam soru soran bir kafa. Tıbba girdiğimde tıbbı sorguluyordum. Psikiyatriye girdiğimde psikiyatriyi sorguladım; anti-psikiyatri'yle ilgili eserler derledim ve yazdım. İşimin yumuşak karnını, zayıf noktalarını bilirsem hastalarıma daha iyi yardımcı olacağımı düşündüm. Her şeyi bilmekten ziyade; neyi, ne kadar bildiğimizin farkına varırsak, daha fazla işe yarayan insanlar olabiliriz.
HÜZÜN VE DEPRESYON BİRBİRİNDEN FARKLI
Depresyonla hüznü birbirinden ayırmak için bir değerlendirme yaparken işlevsellik, yoğunluk ve süreyi göz önüne alıyoruz. Hüzünlü olduğunuzda bazı haberler sizi o atmosferden uzaklaştırabilirken, klinik depresyonda mutlu haberler gelse bile sevinemezsiniz.
İnsanlar sevdikleri insanları kaybettiklerinde yas tepkisi verirler. Eğer bu, seneleri bulan, günlük işleyişinizi etkileyen bir durum haline gelirse klinik bir durum var demektir.
Hüznün tatlı bir tarafı da vardır. İnsan kendi içine bakar, şiir yazar, yeni kelimeler bulur. Oysa depresyon felç edici bir duygudur; dünyayı karanlık gösterir.
Günümüz toplumu 'analjezi' yani ağrıdan kaçış toplumu olarak isimlendiriliyor. İlaçlar da bu kaçışın enstrümanları. İnsanlar bazı yaşanan acıları ancak onları hazmederek yerli yerine oturtabilir. Yaşadıklarımızdan ders çıkartabilir, daha dayanıklı olabiliriz. Yerli yerinde kullanılmayan antidepresanlar insanların hayatı öğrenmesine engel oluyorlar.