23 Aralık 2024
  • Ankara5°C
  • İstanbul9°C
  • Bursa11°C
  • Antalya11°C
  • İzmir14°C

SGK (VE SAĞLIK BAKANLIĞI)'NIN TEK BİR HEKİMİ BİLE SİSTEM DIŞINDA BIRAKMA

Prof.Dr. Paşa Göktaş

10 Ekim 2008 09:45

Sağlık sistemimizin, tek bir hekimi bile, sağlık sistemi organizasyonu dışına itme lüksü yoktur. Tüm hekimler, katkıda bulunabilecekleri en yüksek verimle sistem içine entegre dilmek durumundadırlar.  

Sağlık sistemimizin, tek bir hekimi bile, sağlık sistemi organizasyonu dışına itme lüksü yoktur.
Tüm hekimler, katkıda bulunabilecekleri en yüksek verimle sistem içine entegre edilmek durumundadırlar.

Hekim azlığından söz ediyoruz. Daha sonra da hekimleri sistemden uzaklaştırmak, küstürmek, sistem dışına itmek, katkılarını minimal düzeylere indirmek için elimizden geleni yapıyoruz.
Buna kimsenin hakkı yoktur. Hangi görevde bulunursa bulunsun.

Yasa, yönetmelik ve uygulamaların, öncelikle doğru kurguya, haklılığa ve akılcılığa sahip olması gerekir. Duygularla, önyargılarla, komplekslerle, inatlaşmalarla ülke yönetilemez.

Sağlık Sisteminde Ayrımcılık Olmamalı

Hiçbir yerde ayrımcılık olmamalıdır. Sağlık sisteminde de.

Ancak, son birkaç yıldanberi yürütülen uygulamalarda, sağlık sisteminde önemli oranda ayrımcılık adımları atılmaktadır.

Sağlık sistemindeki kuruluşlar, zencilerle beyazlar gibi ayrılmış durumdadır.

Beyazlar safında devlet hastaneleri ve kamuya bağlı diğer kuruluşlar yer almaktadırlar. Bütün ayrıcalıklar ve finansal kaynaklar bu kuruluşlara akıtılmaktadır. Melezler safında üniversite hastaneleri yer almaktadırlar. Özel sektör, genelde zenciler safında olmakla birlikte, özel hastaneler ve bunların uzantısı niteliğindeki tıp merkezleri, değiştirilen uygulamalara bağlı olarak bazen beyaz, bazen melez, bazen de zenciler safına kaymaktadırlar. Ancak, en kara zenciler safında kalan bir kesim vardır ki, bunlar hiç değişmemektedir : Muayenehane hekimleri, laboratuvarlar ve poliklinikler. Bunlara diş hekimleri de eklenebilir. Bu kesimler, sürekli olarak sistem dışında tutulmakta ve yok edilme sürecine itilmektedirler.
Bu politika ne derecede akılcı, ne derecede haklıdır ?

80 YILLIK BAŞARILI SAĞLIK MODELİ BİR GÜNDE OLUŞMADI
Türkiye’nin, 80 yılda oluşmuş bir sağlık modeli bulunmaktaydı. Bu model, bir günde oluşmadı. Çeşitli denemeler, uygulamalar, birikimler sonucu oluştu.

Sistem, hekim ve sağlıkçı birikimini en akılcı şekilde kullanıyordu. Mevcut kadrolardan, maksimum verim alabilecek bir özelliğe kavuşmuştu.

Devletin söylediği şuydu: “Ülke olarak bizim gücümüz belli. Hekimler olarak sizlere fazla ücret ödeyemeyiz. Sizlere sınırlı bir memur maaşı ödeyebiliriz. Bunun karşılığında size, hastanede çalışacak yer, emekli olma hakkı ve tanınma şansı sağlarız. Siz de bize saat 16:00’ya kadar hizmet edin. Nöbet ve acil sistemimize katılıp bu sistemlerin devamını sağlayın. Biz de size, saat 16:00’dan sonra çalışma hakkı verelim. Muayenehanenizde dilediğiniz kadar kendinize çalışın. Hem siz kazanır, hem istihdam, hem de vergi kaynağı yaratırsınız”.

Bu model, son derecede akılcı, karşılıklı haklara saygıya dayanan, uzlaşmacı ve paylaşımcı bir modeldi. Oldukça da başarılı şekilde yürümekteydi. 80 yıllık dönemde 3-4 kez tamgün uygulamalarıyla bu modelde kesintiler ve müdahaleler oldu, ancak tümü başarısız oldu ve model esas niteliğiyle devam etti.

Modelin devam etmesinin nedeni, akılcı, uzlaşmacı ve paylaşımcı temele dayanmasıydı. Temeldeki bu haklılık ve güçlülük, modelin hep galip gelmesini ve devamını sağladı.

Durumdan devlet de memnundu. Çünkü, sağlık sistemini çok ucuza finanse ediyordu. 1000 YTL civarına hekim çalıştırıyordu. Hekimler, 8 saatlik mesaiden sonra gece geç saatlere kadar muayenehanelerinde çalışıyorlar, günde 12-16 saat ülkenin sağlık hizmeti üretimine katkıda bulunuyorlardı. Çok emek veriyorlar, çok yoruluyorlardı. Ancak, onlar da memnundu. Çünkü, kendi iradeleriyle gönüllü olarak, kendi gelecekleri için de çalıştıklarını düşünmekteydiler. Ayrıca, hastane kalabalığından sonra, muayenehanelerinde gerçek anlamda hekimlik yapabildiklerini düşünmekteydiler.

Bugün sürekli olarak propaganda edilenin aksine, bu işleyişten halk da memnundu. Kalabalık nedeniyle, hastaları hakkında fazla görüşemedikleri doktorlarla muayenehanede görüşüyor, hastalarına daha fazla zaman ayrılarak bakılmasını sağlıyor, daha kaliteli bir hizmet alıyor, bilgileniyor, tatmin oluyor ve memnun oluyorlardı.

Bu durum, halka ekonomik olarak da uygun geliyordu. Çünkü, genelde 50-100 YTL civarındaki muayene ücretleri, toplumun önemli kısmının ödeyebileceği boyuttaydı. Bu ücretleri de seve seve veriyorlardı.

Bazı sağlık yöneticilerimizin sık sık dile getirdiği, ineğini satıp ameliyat parası yapan köylü modeline 25 yılı aşkın hekimlik yaşamımızda hiç şahit olmadık. Bazı ekstrem durumlar olmuş olabilir. Ama, çoğunluk meslektaşlarımızın, hastaları muayenehaneden geçmeye zorladığına şahit olmadık. Bu şekilde olan nadir örnekler de, bunun bedelini ödediler. Çoğunluk, mesleğini iyi yaparak tercih edilir olma gayretindeydiler.

Bu durum da gayet normaldir ve doğrudur.

Birçok ülke bugün, halkın daha fazla oranda sağlığın finansmanına katılmasına çalışıyor. Sağlık sigortaları çöküyor, tedbir olarak katkı paylarını artırıyor, kapsam dışıları artırıyorlar.
Türkiye’nin 80 yıllık modeli ise bunu son derecede başarılı ve gönüllü şekilde gerçekleştiriyordu.
Bu modelin neresi yanlıştı ? Neresinde hata vardı ? Bu modelde, daha fazla emek vermekten ve çalışmaktan başka günahı olmayan doktorlar mı suçlu ? Neden zenci kategorisine itiliyor ve yok edilmeye çalışıyorlar ?

Yeni Sağlık Sistemi Ülke Ekonomisi İçin Büyük Yük Getirdi

Son 3-4 yıldanberi uygulanan sistemle, 1000 YTL’ye çalışan doktorların ortalama maliyeti 4000-8000 YTL’ye yükseldi.

Hizmette de önemli bir kalite ve ciddi bir hacim artışı olmadı.

Doktorlar belki 16.00 yerine 16.30, bilemediniz 17.00’ye kadar hastanede kalır oldular.

Muayenehanesini kapatan bazı doktorlar, atıl hale geçtiler. 17.00’den sonra üretim yapmaz hale geldiler. Bu gidişle, daha fazla hekim aynı duruma gelecek.

Bunun neresi akılcı ?
Ülke ekonomisine fazladan yılda 4-5 milyar YTL’lik performans ücreti vb. yük geldi.

Hangi fazladan üretilen hizmet karşılığında? Değer mi ? Akılcı mı ?

Siz bu işletmenin sahibi olsanız bu parayı böyle mi harcarsınız ?

Ama başkasının (devletin, SGK’nın, sonunda Türk halkının) parasını harcamak demek ki kolay oluyor.

Her işin bir ekonomisi var. İşletmecilik mantığı var. Bu anlayış ve uygulamanın işletmecilik mantığı yönünden tam bir felaket olduğunu söylemek gerek.

Ülkeye, gereksiz yere yüksek bedeller ödetiliyor.

Sistem, verebilenden de almıyor
Bütün ülkeler, pahalı sağlık harcamalarına halkın katılımını sağlamak için çare üstüne çare üretirken, bizim sistem tam tersine, katkı yapanları da caydırmaya çalışıyor.

Tüm yükü devletin (ve SGK’nın) üstüne yüklüyor.

Ekonomik gücü olan insanlar gönüllü olarak fark ödemek istiyorlar. Birkaç misli farkı ödemeyi gönüllü olarak kabul ediyor ve özel kuruluşları seçip, daha kaliteli hizmet almak istiyorlar.

Karşılarına sayın sağlık yöneticilerimiz dikiliyor: “Hayır fark ödeyemezsin, kaliteli hizmet de satın alamazsın. Farkı şu oranla sınırladım. Şu oranın üstünde kaliteli hizmet yasak !”

En alt tabanda eşitlik sağlanmış oluyor böylece. Kaliteye yatırım ve kaliteli hizmetin önü kapanmış oluyor.

Sistem, gönüllü ödeme gücü olanın da önünün kesiyor. Gerçekten, tabanda komünal bir eşitlik sağlanmış oluyor.

Bu ne biçim anlayış gerçekten ? Bu ülkenin hiç mi sağduyulu yöneticileri yok ?

İnsan, gelinen bu noktadaki paranoyaya şaşırıp kalıyor.

Kamu Kurumlarının Maliyet Analizi Yapılmalı
Tüm sistemlerin bir ekonomisi, bir maliyeti vardır.

Kamu sağlık kuruluşlarının ülkeye maliyeti ve getirdiği yükler ciddi biçimde hesaplanmalıdır. Bu kuruluşlar, dipsiz kuyu olmaktan çıkarılmalıdır. Verimlilik artırılmalı, ya da neresi verimli çalışıyorsa, sistem o hale dönüşmelidir.

Sayın yöneticilerimiz sık sık açıklıyorlar: “%30 fark fazla bile” diye. Gerçekten merak ediyoruz, bu hesabı nasıl yapıyorlar ? Hangi hesaplarla bu açıklamaları yapıyorlar ?

Unutulmasın ki, bir kamu hastanesinde her ay 6 milyon YTL SGK’dan geliyorsa, 3 milyon YTL de personel maaşları için genel bütçeden geliyor. İşgal edilen değerli binaların 300-900 bin YTL kira değeri var. Ödenmeyen vergiler var. Ödenmeyen, affedilen diğer giderler var. SGK’dan alınan paranın bir mislinden fazlası da, çeşitli biçimlerde genel bütçeden geliyor.

“Biz, SGK parasıyla personel maaşlarımızı da öderiz” söylemi bir hayalden ibarettir. O halde, tüm kamu kurumlarına SGK alacakları ödensin. Ama genel bütçeden personel maaş ödemeleri de kesilsin. Rayiç değerinden kira alınsın. Vergiler tahsil edilsin. Görelim bakalım personel ücretleri ödenebiliyor mu ?

Sonuç olarak, sağlık yönetiminin ciddi maliyet analizine, kurumlar arasında adalete ve ayrımcılığa son veren bir anlayışa gereksinimi olduğu düşüncesindeyiz. İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz ortamı, bu durumu daha da zorunlu hale getirmektedir.

Bu nedenle, ülkemizdeki tüm hekim potansiyelinin en geniş ve verimli ölçüde değerlendirilmesi ve sistem içine alınması gereklidir. Hekimleri atıl hale getirecek uygulamalar yerine, gönüllü olarak, şevkle günde 12-15 saat çalışabilecekleri uygulamaları teşvik etmek ve desteklemek gerekmektedir. Bunun yolu da, muayenehaneler dahil, ülkedeki standarda uyan tüm sağlık kuruluşlarının SGK sözleşmesi kapsamına alınmasıdır.

Bugünkü teknolojik bilişim altyapısı, bu organizasyonu yapacak ve denetimi sağlayabilecek fırsatlar sunmaktadır.

Umarız olumlu adımlar atılır.

09/10/2008
Doç. Dr. Paşa Göktaş
Tel/Fax : 0216-348 26 12
GSM : 532 243 84 74
e-mail : [email protected]
web : www.tiplab.org

Yorumlar