24 Aralık 2024
  • Ankara2°C
  • İstanbul9°C
  • Bursa6°C
  • Antalya10°C
  • İzmir13°C

"SGK, ÖZEL SAĞLIK SİGORTALARINDAN BİR FARKI OLMADIĞINI ARTIK ANLAMALI"

Av.Bülent Özer

18 Haziran 2008 03:02

SGK payının da özel sağlık sigorta şirketine ödenmesi , çok başlılığı ortadan kaldırıp , hastanın huzur içinde bekletilmeden taburcu olabilmesini sağlayacak, hasta , hastanede tek bir kurum ile muhatap olacak ; İşte halkın menfaati, devlet menfaati, tasarruf, kaynak israfı, planlama, bu tür basit, bürokrasisiz , karmaşasız, anlaşılır uygulama!

Bestaş Group Genel Müdürü Uğur Sümen, sağlıkta yaşanan son uygulamaları “Özel sağlık sektörü için, su geçerken at değiştirildi” . Bestaş Group Genel Müdürü Uğur Sümen 15. 02. 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmeliklerle ilgili olarak ;
Değişikliklerin artık takip edilemez hale geldiğini” belirterek, “Yönetmelikler, görüldüğü gibi, saha tecrübesi olmadan yazılıyorlar” Son uygulamalar “Özel sağlık sektörü için, su geçerken at değiştirildi , inşaatı devam eden 73 adet özel hastane durduruldu ve yeni bir hastane açmak için Sağlık Bakanlığı’nın 6 Ayda bir internet sitesinde yayınlayacağı iller için talepte bulunulacak. Birden fazla talep olursa noterden çekiliş yapılıp piyango kime çıkarsa bir kuruluşa onay verilecek , Mevcut ruhsatlı özel hastanelere yeni doktor, yeni hemşire, yeni tıbbi cihaz alımı yasaklandı Geçen yıl genelgelerle teşvik edilen aynı branştan en az iki doktorun kurduğu ‘Özel Dal Merkezleri’ iptal edilip onların özel binalarda tam teşekküllü ‘Tıp Merkezi’ olması istendi... Yani 2003 yılından beri Sağlık Bakanlığı’nca yön verilen teşvik edilen tüm özel sağlık sektörünün bir gecede alt üst olmasına kararı verildi. Hâlbuki özel sağlık sektörünün bugünkü gelişmesi de önceki yıllarda yayınlanan aynı tür ‘Yönetmelik ve Genelgeler’e güvenerek yapılmıştı. Bu arada tıbbi cihazları ülkemize getiren veya pazarlayan 35.000 adet büyük-küçük Medikal Firma’nın da sisteme güvenerek yaptığı yatırımlar ve hizmet organizasyonları anlamsız hale geldi. Bu firmalarda çalışan binlerce kişi gelecek kaygısına düştü. Onlara ‘artık yeni ileri teknolojileri ülkemize getirmeyin’ mesajı verilmiş oldu!.. Geçen yıl da ‘Özel Radyoloji Görüntüleme Merkezleri’nin Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile anlaşmaları iptal edilmişti!.. Sonuç olarak sistem güven verilerek yerine oturtulacağına su geçerken at değiştirildi de hangi ata binildiği henüz tam anlaşılamadı. Yani bu düzenleme neden yapıldı, kimin menfaatine yapıldı, yok edilmek istenenler kime ne yaptı, devlette devamlılık olması gerekirken ve verilmiş hakların korunması da gerekirken neler oldu. Bazı grupların güçlenmesi ve daralan talep ile doktor ücretlerinin düşürülmesi, özel hastanelerin el değiştirmesi. Bunların hepsi artık konuşulup tartışılıyor. Durumdan haberdar olmayan asıl muhatap ve asıl kaybedenin sağlık primlerini ödeyen halkımız olduğunu hiçbir yetkili düşünmüyor, ‘kaynak tasarrufu, planlama’ diyorlar... 3 ay geçti ortada hâlâ bir şey yok!” diye konuştu.

“500 mA bir röntgen artık size yeter” mesajı
Tıp teknolojisinin geldiği bu noktada, yeni yönetmeliğin özel hastanelere “500 mA bir röntgen artık size yeter, yatırım yapmayın” mesajı verdiğini ileri süren Sümen sözlerine şöyle devam etti: “Bununla bir hastane açmak, işi bilmeyen bazı kişilere belki cazip gelebilir. Ancak genelde durum böyle değildir. Ayrıca özel sağlık kuruluşları akreditasyon anlaşmaları yaparak artık yurt dışına da ‘Sağlık Turizmi’ hizmeti vermekte. Hem kaliteli hem de onlara göre çok ucuz fiyatlarla yurt dışından hasta almaktadırlar. O ülkelerdeki sigorta sistemi ise bizim SGK’nın tersine, kendi halkı için en modern girişimleri, hijyeni ve en modern tıbbi cihazların kullanılmasını istemekte ve bunları takip ederek, çalışan ama teknolojisi eskiyen tıbbi cihazların 10 yıllık ekonomik süreleri bile dolmadan kullanılmasına da mani olmaktadır. İthalatı bizde de yasaklanan eski model ikinci el tıbbi cihazlar böyle ortaya çıkmakta ve üçüncü dünya ülkelerine satılmaktadır. Hatta gerektiğinde hastalarına helikopter ve hastane uçağı tahsis etmektedirler... İlgilileri açıkladılar ‘Tatil Turizmi’ için ülkemize gelen en fazla 500 Euro bırakırken ‘Sağlık Turizmi’ için gelen en az 5.000 Euro bırakmaktadır. Türkiye Amerika’dan bile kalp Ameliyatı hastası alacak kadar tekniğini geliştirmiştir. Hatta onların seviyesini geçtiği de yayınlarda belirtilmektedir. Kalp hastalıklarının yanı sıra Türkiye’deki göz, ortopedi, genel cerrahi de dünyada talep görmektedir. Bunları da özel hastaneler yapmaktadır. Şimdi ‘Özel Sağlık Kuruluşları’nın bu yönetmelikle önü kesilirse tatil turizminden daha verimli olacak ‘Sağlık Turizm’i ne olacaktır?.. İstediği gibi doktor-hemşire alamaz, teknoloji yatırımı yapamazlarsa bu avantajları ülke olarak da kaybedeceğimiz görülmüyor mu? Veya yabancıların bu standartlarına bizim halkımız layık değil midir?. Tüm bunlar yapılırken 14-17 Mart’da Sağlık Turizmi Kongresi yapılıyor ve Bakanlık üst düzey olarak katılıyor. Sağlık Turizminin gelişeceğini ve desteklediklerini söylüyorlar. Bu hizmetleri özel sağlık kuruluşları verdiğine gore yapılanlar nasıl destektir. Acaba oluşturulan kaosun farkında değiller mi diye insan şaşırıyor.”

Rekabet yoksa kalite de yok

Yönetmeliğin geçici 6. Maddesi’nde “Bakanlıkça yapılacak planlama kapsamı dışında… mevcut özel hastanelere de… teknoloji yoğunluklu tıbbi cihaz talepleri kabul edilmez” denildiğine dikkat çeken Bestaş Group Genel Müdürü Uğur Sümen açıklamasını şöyle sürdürdü: “Kanımca bu maddede ‘kabul edilmez’ sözleri bir yazım hatasıdır!.. Başka izahı yoktur. Teknoloji yatırımı olmazsa ilerleme olmayacak ve özellikle yabancılarla rekabet yapılamayacaktır. Eskiden olduğu gibi rekabet yoksa kalitenin de olmayacağı bilinmiyor mu? Altıncı maddeye ters düşer şekilde ise, bu değişiklik yönetmeliği ile tekrar değiştirilmiş olan Madde 7’nin içindeki 28. maddede ise; ‘Hastanenin Faaliyetleri İle İlgili Laboratuvarların (Radyoloji) kurulması zorunludur’ deniyor. Hatta 500 mA’lik röntgen cihazından sonraki diğer görüntüleme hizmetlerinin hastane dışındaki görüntüleme merkezlerinden hizmet anlaşması ile nasıl alınacağını da ayrıca detaylı anlatıyor. Sanki buna yönlendirme var. Ancak hastaları buralara naklederseniz oralarda yaz/kış şartlarında sırada bekleme imkânları veya ağır hastaların durumu ne olacak, takside mi ambulansda mı bekleyecekler, hiçbir görüntüleme merkezinde acil müdahale odaları, ekipmanı ve doktoru yoktur, hastaya orada bir şey olursa sorumlusu kim olacak, acil tanılar nasıl konacak? Doktorlar hastanın dönmesini bekleyecek, hastaların çoğunun geri dönmeme riski olacak, Hastaneler hasta memnuniyetsizliğinden hasta kaybedecek, bu yöntemde hasta zaten hastanede olduğu halde kâr paylaşımı yapılacak!.. Bunlar hiç hesaplanmıyor. Geçen seneki yönetmelikle Özel Görüntüleme Merkezleri ‘tasarruf edeceğiz’ diye sistem dışına çıkarılmıştı. Şimdi tekrar hata düzeltilmeye çalışılıyor ki bu doğrudur. Eskiden olduğu gibi ve tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi SGK ile anlaşmalı düzenlerine dönülmelidir! Âtıl kapasite ve kaynak israfı hedefleniyorsa asıl israf bunlarda yaratılmıştır. Devlete ve Sağlık Bakanlığı’nın genelgelerine güvenip alınan 20 Milyar USD’den fazla maliyetli yeni görüntüleme cihazı âtıl olarak beklemektedir. Bu görüntüleme merkezlerini yıllarca yatırıma teşvik edip sonra ‘gidin hizmet anlaşması yapın’ demek yanlıştır. Hem her tür hastaya ve talebe karşılık veremezler hem de zaten çok düşük olan ödemeleri paylaşamazlar. Israr ederseniz yolsuzluk olur. Bu sebeplerle onların mecbur kalıp cihazlarını resmi veya özel sağlık kuruluşlarının içine taşımalarıda sorunu çözmez. Özel Görüntüleme Merkezleri ile tekrar anlaşma yapıp onları serbest bırakırsanız kim hangi hizmeti hızlı ve kaliteli veriyorsa o yapar. Bir eleme veya birleşme olacaksa sektör kendisi halletmelidir. Cihazların taksitlerini ödeyemediğinden iflas edenler, bunalıma girenler hatta aile düzeni bozulanlar çok olmuştur. Bir taraftan Bakanlık 17 Hastanesinde pilot olarak Tele-radyoloji hizmeti başlatıp tüm görüntüleme cihazlarını dijital teknolojiye göre yenilerken, aynı imkânları özel sağlık kuruluşlarına kapatması da anlaşılır değildir. Onlara teknoloji yoğunluklu tıbbi cihaz alamazsınız diyor. Bu cihazların hepsi digital olduğuna göre sizlere Tele-radyoloji imkânı vermiyorum demek olmuyor mu? Diğer taraftan doktor ve radyolog eksiği çok büyük demek ne oluyor.?”

Girişim serbestliği var

2002 yılından beri bu yönetmelikte değişmeyen bir şeyin kalmadığını, değiştirilenlerin de dönüp birkaç defa değiştirildiğini söyleyen Uğur Sümen, “Değişikliklerin artık takip edilemez hale geldiğini” belirterek şunları söyledi: “Yönetmelikler, görüldüğü gibi, saha tecrübesi olmadan yazılıyorlar. İki şey düşünüyorlar: ‘Devlet menfaati yönünden tasarruf’ ve ‘Nasıl özel hastaneleri frenleriz de devlet hastaneleri onlarla yarışır ve hastalarla doktorlarımızı onlara kaptırmayız.’ Ama düşünmüyorlar ki özel sağlık kuruluşlarının yaptığı faaliyetler de nihayet bir ticari faaliyettir. Kanunlarla korunmaktadır. Türk Ticaret Kanununa göre her ticari kuruluş faaliyeti ile ilgili istediği yatırımı, ekipmanı, genişlemeyi, istediği kaynaklarla, kredilerle yapmakta serbesttir. Girişim serbestliği de vardır. Hata yaparsa kendisini ilgilendirir. Yani Devlet bir fabrikaya ‘sen fazla makine alıyorsun, yüksek teknoloji yatırımı da yapıyorsun, kaynak israfı oluyor, şu ilde yatırım yapamazsın ben çekiliş yapacağım, hem benim oğlum Ahmet de senin yüzünden zarar ediyor...’ diyemeyeceğine göre özel sağlık kuruluşları için de aynı şeyler geçerlidir. İstediklerini alıp isterlerse üzerinde çiçek de yetiştirirler, kimse karışmamalıdır. Ancak onlardan beklenen hizmeti vermeleri kontrol ile sağlanmalıdır. Hiçbir özel sağlık kuruluşu ihtiyacı olmayan personeli veya tıbbi cihazı almaz. Böyle bir lüksleri yoktur. Ayrıca onlar ‘Rekabet Kanunu’ çerçevesinde devlet yatırımı olan kuruluşlarla veya özel kuruluşlarla da ‘haksız rekabet’ kurallarına uymak şartıyla rekabet de edeceklerdir. Özetle; muz cumhuriyeti değilsek yönetmelikler, genelgeler Kanunların önüne geçmemelidir.”

Sağlıkta kaynak israfı

Yeni mevzuata ilişkin eleştiri ve önerilerini planlama konusunda da dile getiren Uğur Sümen “Rekabet şartları ile her özel veya resmi hastanenin kendine olan talebi artırma mecburiyetinin de farkında olmak gerekir. Yani özel sağlık kuruluşlarına ‘sen şu hizmetleri verme, bu hizmetler için hastanı özel veya resmi hastane rakibine gönder’ mi denecektir? Yönetmelikten bu anlaşılmaktadır. Özel sağlık kuruluşları da sessiz sedasız ‘peki olur, ben yarın iflas edeyim, sizin planladığınız resmi veya özel hastane kazansın, ben zaten bunlara layık değildim’ mi diyecektir?.. Bu haksızlıktır. Bu vebale kimsenin imza atmaması gerekir” dedi. Sağlıkta kaynak israfını farklı bir bakış açısıyla değerlendiren Sümen, “Aslında sağlıkta devlet zarar ettiği halde bürokrasi elindeki gücü bırakmak istemiyor, direniyor” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Devlet, üniversite hastaneleri ve eğitim hastaneleri ihtisas gerektiren hizmetler için gerekli ve yeterli, ben bunları modernize edeyim üst düzey hizmet versinler, önemli hastalıkları kabul etsinler aynı zamanda da yeni doktor yetiştirsinler, onların maddi imkânlarını özel sektör gibi verip, araştırma bütçesi, yayın yapma imkânları vereyim, hastanede kalsınlar, verimli işletemediğim diğer hastane ve sağlık kuruluşlarını da bırakayım’ diyemiyor. Bu süreç uzatılırsa zarar daha fazla olacak, oluk gibi harcamalar devam edecek hasta da, doktor da hizmetten memnun olmayacak ve uzaklaşacaklardır. Bugün aynı kapasitede Sağlık hizmeti vermesi şartıyla 1-Dolara satsanız, yarın kâra geçersiniz. Devlet Hastaneleri her yıl sürekli tıbbi cihaz, demirbaş ve sarf malzeme ihaleleri, hizmet-temizlik-yemek ihaleleri yaparlar. Bunlar her yıl satın alınır veya tıbbi cihazlar hizmet anlaşması ile alınır. Yenileme veya ilave inşaatlar yapılır. Devletin bütçesinin büyük bir kısmı buralara gider. Yapılan ihalelerde de devlet menfaati yönünden en ucuz teklifler değerlendirilir! En ucuz tıbbi cihaz nasıl olur; ikinci kalite üretim olur, aksesuarı eksik olur, teknik servis ve bakım imkânları minimumda kısıtlı olur. Bu durumda ne olur; hatalı tanılar konur, tamir edilmez, iki yılda bir gene satın alırsınız. Sarf malzemeyse kalitesi, sağlamlığı, hijyeni az olur, ilaç jenerik olur, hastayı tam tedavi edemezseniz yatak süresi, ilaç ve malzeme kullanımı artar, ilave problemler çıkar, hasta belki sağlığını, belki hayatını kaybeder... Devlet hastaneleri ve üniversite hastanelerinin ihalelerinden ‘Teknik Şartnameler’i tamamen kaldırıp sadece cihaz ve malzemenin ismini yazarak gerçek rekabete açmak gerekir. Satıcı firma kendi özelliğini, markasını, aksesuarlarını, hizmet imkânlarını referansları ile belgeleyip ihalede yarışabilmeli, bir yenilik varsa önerebilmelidir. Devlet de fiyattan önce bunları en adil değerlendirip, ihtiyacı olan, güvenli tercihini gerekçeleri ile belirterek yapmalıdır. Rekabet kurallarından dolayı firmalar zaten gerçek ve olabilecek en iyi fiyatlarını verecektir. Bekledikleri ise adil seçim, adil muayene komisyonu ve zamanında ödeme güvencesidir. Buna rağmen itirazı olan satıcı firma KİK’e gitmeli karar verilen firmadan daha fazla üstünlüğü varsa kendini savunabilmelidir.”

“Devlet ihalelerine katılmıyoruz”

Uğur Sümen, “Bestaş Group olarak 15 yıldır devlet ihalelerine katılmadıklarını, çünkü o şekilde ucuz olmadıklarını” belirterek “şimdi çok detaylı teknik şartnamelerin bazı maddelerine bizde yok diye itiraz edildiğinde ihaleler iptal edilmektedir” dedi. Sümen, “Doktorlar sadece ucuz diye güvenmediğini almak zorunda kalmaktadır. Trilyonlar ödeyip cihazları teslim ettiğiniz doktorlara bu şartnameler seçim hakkı tanımamakta ve devletin onlara güvenmediğini göstermektedir. Altını imzaladıkları halde bu teknik şartnameleri onların veya idarecilerin veya Sağlık Bakanlığı teknik elemanlarının hazırlamadığını da / hazırlayamayacaklarını da herkes bilir. Bir firmadan alınıp ihaleye koyulmakta böylece serbest rekabet de tamamen yok edilmektedir. Hâlbuki özel sağlık kuruluşlarında ne ihale yapılır ne de teknik şartnameler vardır. Onlar en iyiyi seçmektedirler. Hem de cihazlarını leasing ile satın alarak devlete göre önemli bir avantaj da elde ederler. Hiç peşinsiz, bir yıl ödemesiz, sonra uygun vadeli leasing ile cihazlar çalışır kendi taksitlerini öder ve işletmeye de kâr bırakır. Ancak devlet hastaneleri mevcut ihale düzeninden dolayı bunu yapamaz. Çünkü ihale yapıp bir de teminat mektubu isterler. Hâlbuki gerçek hayatta yani sahada finansmanı sağlayan leasing firması ödeme güvencesi istemektedir. Yani size para verenden teminat istenmez. Bu sebeple leasing firmaları da devlete iş yapmaya soğuk bakarlar, ‘ödemeyi aksatırlar, problem yaşarız’ diye düşünürler. SGK’dan tahsilât yapamayan özel hastaneleri gördükçe de ‘haklıyız’ derler. Devlet hastanelerinde tüm bunlara ilaveten personel, doktor, işletme, bina, çevre ve tedavi gibi masraflarda eklenir. Gene genelde kalite yakalanamaz, hasta da, doktor da şikâyet eder. Görüldüğü gibi devlet kendi hastanelerinde kaynak tasarrufu yapmıyor, verimli dengeli planlama yok, kendi hastanelerinde uzaktan hizmet için Tele-Radyoloji uygulaması başlattığı halde özel sektördeki radyologlara bu hakkı da tanımıyor. Bazı pilot bölgelerde özel ihtimam gösterilen devlet hastanelerini örnek göstermek bir şey ifade etmez, geneldeki durum budur. Böyle olmasa özel sağlık kuruluşlarını personel, doktor ve hastalar neden tercih etsinler. Kimse devletinin zarar etmesi için gayret etmiyor. Onlar kalite, itibar ve güvence istemektedirler. Bunlar da en temel haklarıdır. Biz bunları sağlayamıyoruz öyleyse ‘özel sağlık kuruluşlarının önünü keselim hastada, doktorda mecbur kalsın bize gelsin’ imajını oluşturmak çok yanlış bir uygulamadır. Bu ne devlet menfaati ne planlama ne verim ne de tasarruf değildir. Devletin güvenilirliğini yok eder” şeklinde konuştu.

“Özel Sektör Devletin düşmanı değildir”

Sağlık Bakanlığı’nın, SGK’nın ve özel sağlık sigortalarının hedefinin, koruyucu hekimlik ve ayakta tedaviyi teşvik etmek olması gerektiğine vurgu yapan Uğur Sümen, kişilerin yatak tedavisine ya da ameliyata ihtiyaç duyar hale mümkün olduğunca geç gelmesine yönelik çalışmalar yapılması gerektiğini belirterek şunları söyledi: “Bu aşamaya gelmiş olanlarınsa en kaliteli, en modern, alet-edevat, cihaz ile hijyenik ortam ve malzemeyle bir an önce huzur ve güven içinde tedavi edilip kısa sürede normal hayatına ve işine dönmesi sağlanmalıdır. Toplum sağlığı, insana saygı ve asıl tasarruf böyle yapılır. Tüm modern ülkelerin yaptığı budur. Bizim özel hastanelerimiz de bu noktaya gelmiştir. Sistem içindeki tıp merkezleri, dal merkezleri, görüntüleme merkezleri, laboratuvarlar, poliklinikler ve muayenehanelerin ayakta teşhis ve tedavi için teşvik edilmesi ayrıca koruyucu hekimlik çalışmalarına girmeleri için onların yönlendirilip, cesaretlendirilmesi de gerekmektedir. Poliklinikler ve muayenehane hekimleri rahatlıkla ‘Aile Hekimi’ görevini üstlenebilirler. Bugün yapılmaya çalışılan ilaçtan tasarruf, sağlık hizmetlerinin ödemelerinden tasarruf, birçok tanı imkânının ödemesini yapmayıp oradan tasarruf, tanı için modern teknoloji yoğunluklu yatırım yapmayın diye yönetmelik yayınlayıp oradan tasarruf (!), sadece kişilerin kronik hasta haline getirilip doktora hastaneye ilerlemiş hasta olarak düşmesine, sistemi tıkamasına, işinden gücünden, üretimden uzaklaşmasına, ailesinin perişan olmasına, onların da haliyle işinden gücünden uzaklaşmasına ve sonuçta tasarruf yapayım derken toplumun büyük çoğunluğunun ayakta gezen ama moralsiz, verimsiz hasta olarak dolaşmasına, bunların sürekli bir maliyet meydana getirmesine, yatanın da uzun süreli tedavilerle tasarruf yerine aşırı maliyetlere mal olmasına sebep olmaktadır. Bunların neresinde tasarruf ve kaynak israfını önlemek vardır? Devlet ısrarla bu hizmetleri ben yapacağım, ben kendi hastanelerimi sübvanse ederek maliyetleri düşük tutup özel sektöre de düşük ödeme yapacağım, birçok şeyi hiç ödemeyeceğim derken tasarruf yerine asıl büyük ödemeleri ötelemekten başka bir şey yapmamakta, farkında olmadan hizmetin verilememesine de sebep olmaktadır! Örneğin polikliniğe gelen her hasta için çok düşük ödeme yaparak tasarruf yaptığını zannederken; hizmetlerin o hastaya verilip verilmediğini, gerekli malzeme ve tedavinin, tanı imkânlarının kullanılıp kullanılmadığını bilmek mümkün değildir (bu fiyatlarla kullanmakta zaten mümkün değildir). Eskiden bunlar için Bütçe Uygulama Talimatı’nda Devlet içinde çok uygun fiyatlar varken ve bunları öderken satın alınan hizmet de evraka bağlandığından kontrol edilebiliyordu. Şimdi kontrol dışı ve gerçekten çok pahalıdır. SGK ise bunları dikkate alıp primlerini topladığı kişilerin sağlığını korumak için gayret göstereceğine onların adına, tek taraflı tasarruf telaşındadır. Uygulamalar yap-boz tahtasına dönmüştür. Şimdi Danıştay Paket uygulamayı iptal etti. Olması gerekende buydu. SGK’nın bu ödemeleri gene yapmamak için yeni yollar aradığı konuşuluyor. SGK yeni bir yönetmelik yayınlayıp dün paket içinde olan hizmetleri bugün hiç ödeme listesine koymasa durum gene değişmeyecektir.! Bazı özel sağlık kuruluşu paket sisteminin devamını istemektedir. Çünkü vermediği hizmetin parasını azda olsa alıyordu. Özel Sektör Devletin düşmanı değildir. Işini iyi yapıyorsa kontrol ve teşvik edilmelidir. Devletin görevi işletmecilik ve rekabet değil geçerli, ihtiyaç olan kuralları koyup mutlaka kontrolü sağlamaktır. Sağlık Bakanlığı’da hastanelere satın aldığı örneğin ekmek, süt ve gıdanın fiyatını her yıl nasıl güncelliyorsa, pansumanından kalp ameliyatına kadar her hizmetin fiyatınıda ayrıntı olarak özel hastanelerin temsilcisi dernekleri ile her yıl oturup tesbit etmelidir. Tüm Sağlık kuruluşlarının SGK ile anlaşma yapması ile hepsinin her işlem için fatura keser hale gelmesi Devletin vergi gelirlerini büyük ölçüde artıracaktır. Asıl Devlet menfaati bu değil midir.”

“Sağlıkta bugünkü tasarruf anlayışı yanlış”

Sağlıkta bugünkü tasarruf anlayışının yanlış olduğunu savunan ve “günün, teknolojinin şartlarına göre tarafların makul bulacağı karşılığının ödenmesi gereklidir, özel sektör para kazanıyor diye sağlıkla oynanmaz” diyen Sümen, “Sağlık harcamaları tabanında hijyen, teknoloji ve bilgi olduğundan tüm ileri ülkelerde pahalıdır. Onlarda tasarruf kaliteli hizmet, ayakta tanı ile Koruyucu Hekimlik, hijyene uymak ve teknolojiyi kullanmakla sağlanmaktadır. Yakın geçmişi unutmayalım. Bu günkü ortamda devlet hastaneleri ve üniversite hastanelerinde eski hasta talebi yok. Zaten böyle olmasıda gerekiyordu. Eskiden sadece bir muayene olabilmek için aylarca randevu bekleyen, aldığı güne sıra numarası kapmak için sabah 4.00’de hastane bahçelerinde kuyruğa girmek zorunda kalan, bir günde bir doktorun 250-300 kişinin yüzüne bakmaya bile fırsatı olmadan reçete yazıp hastayı gönderdiği, acillerde beyin travması geçirenlerin 72 saat sedye üzerinde bırakılıp bakacak bir hemşire bile bulunamadığı, hızlı ameliyat düzeninden hastanın yanlışlıkla kangren bacağı yerine sağlam bacağının kesildiği, yanık ile gelen çocuğun dramı, çaresiz, üst üste koğuş sistemli, hijyensiz, havasız karanlık kasvetli odalardaki hastaların perişan durumları. Ben 30 yıldır bu sektörde bunları izliyorum. Bunlar nasıl verimlilik, kaynak tasarrufu anlaşılır değildir. Son iki yılda özel sağlık hizmetlerini sadece rekabete açarak kalitenin ve insan haklarının sağlanışına tanık oluyoruz” diye konuştu.

İki başlı durum

Sağlık Bakanlığı’nın genelgeleri ve yönetmelikleri ile SGK’nın uygulamalarının birbirini tutmadığını öne süren Sümen, “SGK, hâlâ kendisini hastane yöneticisi (SSK) sanmakta ve tıbbi uygulamalar ve girişimlere müdahale etmekte. Örneğin Bakanlık osteoporozun, menopoz öncesi ve sonrasının önemini vurgulayan açıklamalar yapıp, TV’lerde osteoporoz tanıtım filmlerini menopoz dönemine kadar düzenli süt için diyerek kemik erimesinin önemini desteklerken, SGK tasarruf yapıyorum diye çalışan ve emekli Bağ-Kur ve SSK’lılar ile emekli devlet memurlarına Kemik Dansitometre ölçümünü ödemiyor, Senil ve Postmenopozal Osteoporoz’a bile ilaç vermiyor. Dünya Sağlık Teşkilatının kabul ettiği risk faktörleri ve endikasyonlar yok sayılmaktadır. Çocuklar ve Erkeklerde de yaygın olarak Osteoporoz olduğunun farkında değiller. Sağlık Bakanlığı ise kendi hastaneleri ve üniversite hastanelerinde, sadece, halen çalışmakta olan devlet memurlarına bu ödemeleri yapmaktadır. Asıl sağlığına dikkat edilmesi gereken emekliler çalışan gibi artık prim ödemiyor diye ihmal edilmektedir. Diğer uygulamalarda da durum aynıdır. Geçerli genel sağlık politikalarının bugünü ve uzun süreli geleceğini planlamak ve uygulanmasını denetlemenin, özellikle tıbbi girişim ve uygulamaları onaylamanın Sağlık Bakanlığı’nın görevi olduğu ve Sağlık Bakanlığı’nın tutarlı, taraf tutmayan, uygulanabilir, adaletli bir şekilde öncelikle halkın sağlığı ve sonra halkın tasarrufunu gözeterek bu konularda tek yetkili olduğu herkese hatırlatılmalıdır. Sağlık Bakanlığı’na rağmen uygulamalar, yorumlar üretilmemesi sağlanmalıdır. İki başlı durum sistemi yıpratmaktadır. SGK, özel sağlık sigortalarından bir farkı olmadığını artık anlamalı, Sağlık Bakanlığı’nın koyduğu kurallar çerçevesinde öncelikle kendisine ulaştırılan evrakları kontrol ederek gerçek karşılığı olan ödemelerini halkın adına yapmakla görevli olduğunu bilmelidir. Halk adına satın aldığı hizmetin kalitesini, hastanın tedavisinin güvenliğini, hasta haklarını ve hatta hasta memnuniyetini takip edip bunları sağlamakla görevli olmalıdır. Ayrıca, özel sağlık sigortaları ile bir an önce anlaşmaya varıp SGK’nın gerçekten ödeme limitlerini aşan sadece fark kısmı için özel sağlık sigortası yapılarak bunun çok ucuzlaması ve bir an önce yaygınlaştırılmasını sağlayarak hem kendisini ekstra maddi yüklerden kurtarıp hemde hizmet kalitesine ve kontrolüne özel sağlık sigortalarının da katkıda bulunmasını sağlamalıdır. Bu uygulamada özel sağlık sigortası olan hastaya SGK payının da özel sağlık sigorta şirketine ödenmesi çok başlılığı ortadan kaldırıp hastanın huzur içinde bekletilmeden taburcu olabilmesini sağlayacak, hasta hastanede tek bir kurum ile muhatap olacaktır. İşte halkın menfaati, devlet menfaati, tasarruf, kaynak israfı, planlama, bu tür basit, bürokrasisiz, karmaşasız, anlaşılır uygulamalarla sağlanabilir”

Av. Bülent Özer
www.bulentozer.av.tr

Yorumlar