ALTERNATİF TIBBIN GELECEĞİ VAR MI?
Dr. Murat Baş
31 Ekim 2014 Cuma 12:35
Teknolojinin dümen suyundaki modern (batı) tıp, her şeye kadir olduğunu iddia ederken, iyileştirmedeki etkinliği nedeniyle hayal kırıklığı yaşatmaktadır. Modern tıp uygulamalarını giderek artan önü alınamayan zararlı etkilerini görmezlikten gelsek bile, artık modern tıbbın yapabileceklerinin sınırına geldiğini kabul etmek zorundayız. Hekim ile hastayı birbirinden uzaklaştıran, insanı sadece bedenden ibaret zanneden batı tıbbı tahtını "alternatif tıp"a "yani doğu tıbbına" bırakacak gibi gözükmektedir. "Alternatif Tıp Derneği"nin kuruluş çalışmalarını yapmakta olduğumuz şu sıralarda, bana yöneltilen sık sorulardan birisidir; "Alternatif Tıbbın Geleceği Var mı?" Aslında bu soruya genel bir cevap vermek daha yerinde olacak zannedersem. Yani, insanın olduğu her yerde problem vardır. Problemin olduğu her yerde de çözüm vardır. Çözümlerin yetersiz kaldığı durumlarda da mutlaka ama mutlaka "Alternatif"ler vardır. Modern Tıbbı bu genel kaideden soyutlamak imkansızdır.
Hastalık, insanoğlunun bir sorunu ise ve ne yapıp edip "iyileşme"yi arıyorsa, mutlaka alternatifler çıkacaktır. Üstelik batı tıbbı, insanın sadece bedenden ibaret olmayıp, akıl ve ruha da sahip olan "polistik" bir varlık olduğunu ve içinde bulunduğu çevresiyle ve evrenle her an karşılıklı bir ilişki (bütünlük) içerisinde olduğunu inkar etmeye devam ettikçe, doğu tıbbı her zaman daha çok rağbet görecektir. Modern tıp sistemi, hastalığı batı medeniyetinin diğer parametrelerine de egemen olan bir paradigma ile katı fiziksel şartlarda değerlendirip, eksik bir tanım yaptığından, alternatif tıp her zaman umutla bakılan bir “çıkış yolu” olarak varlığını sürdürecektir.
Modern tıbbın parçası olmayan (sektörleşemeyen ve maddi kazanım ile otorite sağlamayan) daima dışlanır ve bilim-dışı kabul edilir. Alternatif tıbbi uygulamalar çoğunlukla, yada anlama çabası içerisine girilmeden kesin yargılarla dışlanmasına rağmen, bazı pozitivistler alternatif yöntemleri “modern tıbbın tamamlayıcısı” yani "tamamlayıcı tıp" olarak görülmesinde mahsur görmezler. Destekleyici olması halinde bile, hemen "kapital" üretmeye hazır bir forma sokulan, doğu tıbbı uygulamaları, sektör bu nedenle kontrollü bir şekilde göz kırpmaktadır. Sektörün kontrol dışına çıkan her doğu tıbbı uygulaması hemen "bilimsel değil" diyerek kolayca mahkum edilir.
Her iki tıbbi sistemi uzlaştırmaya çalışanları unuttuğu şey, doğu tıp uygulamalarını, batılı bir forma büründürdüğümüzde özündeki iyileştirici felsefeyi de kaybedeceğidir. Batı tıbbı ile doğu tıbbı özde ve temel felsefede, kullandığı enstrümanlarda birbirlerinden oldukça farklıdırlar. Sentez bir sistem kurmaya çalışanlar bilim adamlarından ziyade sektör ve mevzuatı düzenleyen resmi kurumlardır. Örneğin "akupunktur" bir doğu tıbbı uygulaması olup, her ne kadar sağlık bakanlığınca "mevzuata uygun" hale getirilmişse de, akademik tıbbi çevrelerde hala içlerine sızmış, bilim-dışı bir uygulama olarak kabul edilmektedir. Yakın zamanda bir sağlık bakanlığı yetkilisi "yıllardır hipnoz yönetmeliğini çıkaramadık" demesi de bu sebeptendir. Yine, fizyopatolojik etki mekanizmaları çok kesin bir biçimde ortaya konulan oksijen-ozon tedavisi de, bu iki sistem arasında kalmış ve hala hastaların faydasına sunulamayan, sektörleşmesi (yani kapital üretmesi) çok güç olan bir tedavi yöntemidir.
Doğuda, batı tıbbı ile birlikte kadim tıbbi uygulamalar (alternatif tıp) kullanılmakta hiçbir beis görülmezken, batıda durum bunun tersinedir. Ancak batı toplumları da "insanlar" dan oluştuğundan ve hastalanmış bir insanın tek amacının "iyileşme" olduğu doğal gerçeğini göz önüne aldığımızda, batı toplumlarını, bilimin ördüğü setten duvarları aştığını ve deldiğini görmekteyiz. Bu da şunu aşikar olarak ortaya koymaktadır ki, bilim denilen şey, halk için değil, sektörel ve kapital kaygılar için üretilmekte ve onun adına bu nedenlerle hegemonya oluşturulmaktadır. Bugün Amerika'da ve İngiltere'de alternatif tıp uygulamaları yapanların sayısı modern tıp uygulayıcılarına yaklaşması halkın bu yasağı deldiği ve engellemeleri önemsemediğinin çok acil delilleridir.
İktidarların, akademik tıbbi çevreler ile sektörün tüm ilgisizlik ve karşı koymalarına rağmen, insanların yoğun rağbeti alternatif çözümlerin daha başarılı olduğunu düşündürmektedir. Bilimsel kurumları kendi ellerinde tutarak sokaktaki alternatif tıp uygulayıcısına "hangi bilimsel çalışmayı yaptın, kanıtların nerede" şeklindeki sorulara beklide verilecek en iyi cevap; "bizim tek kanıtımız hastalığın iyileşmesi"dir demekten başka çare yoktur. Evet, gerekirse tüm bilimsel çalışmalar bir kenara itilerek "iyileşmek" olgusunu kendi çerçevesine göre tanımlamakta, hastaya dahi bunu bırakmamaktadır.
Genellikle insanlar, kendilerine yabancı olan tedavi yöntemlerinden çok, kendi yerel kültürlerine dayanan tedavilerin uygulanmasını tercih ederler. Bu istek, batı tıbbının tamamen kontrolü altında tuttuğu bilimsel çalışmaları dayanak göstererek ve teknolojik gelişmişlikle göz boyayarak serap göreceğini, insanlar öğrendiğinde daha da belirgin olmaktadır. Son yıllarda sadece kanser araştırmalarına 150 milyar dolarlık harcamanın yapıldığı ve kanser tedavisindeki başarısızlık göz önüne alındığında, alternatif tıbbın önü açık gözükmektedir. En azından alternatif tıp ne bu kadar pahalı araştırmalara ihtiyaç duyar ne de bu kadar kibirli ve iddialıdır. Mütevazi tutumuyla, ucuz, pratik ve kabullenmesi kolay uygulamalarıyla bir gelecek vaat etmektedir. Modern tıp, sadece kanserde değil birçok alanda tam bir fiyasko yaşamaktadır. Kronik hastalıkların hiçbirine kesin çözüm bulamayan modern tıp uygulayıcıları şu andaki tıbbi sistemin 50 yıl öncesine göre çok daha iyi olmadığını itiraf etmektedir.
Bir onkolog (tümör bilimcisi ve tedavi uzmanı) olarak aynı itirafı bende maalesef yapmak zorunda hissediyorum kendimi. Yaklaşık 25 yıllık hekimlik hayatımda en gelişmiş teknolojik enstrümanları kullanmış ve bilimsel çalışmaları kongre ve sempozyumları yakından takip etmiş olmama, dahası ülkemizde her biri milyonlarca dolara mal olan 5 kanser merkezi (radyoterapi merkezinin) kurucusu olmama rağmen, tedavi ettiğimi sandığım binlerce hastadan, sadece bir elin parmakları kadar hasta sayısının yaşadığını düşündükçe bu hayal kırıklığı ile aynı itiraf kampanyasına katılmak zorunda hissetmekteyim kendimi. Özel sohbetlerimizde meslektaşlarımın çoğunun "ilaç ve cihaz firmalarının piyonu" olmaktan başka bir şey yapmıyoruz itiraflarına çok sık şahit olduğumu da söylemek isterim. Ancak, mevcut şartlarda bu itirafların kamuoyu önünde yapılmasının, sonu gelmeyen bedellerle pahalıya ödetileceği aşikardır.
Modern tıp, yukarıda belirtilen zayıflıklarına ve iç çürümüşlüğüne rağmen, büyük ve gösterişli binalarıyla, şatafatlı ve pahalı bilimsel çalışma labaratuarlarıyla çok sayıda insan gücü ve parasal imkanlarıyla hala “kuvvetli” olduğu imajını vermekte ve bu imajını korumaktadır. Sisteme akıtılan bu maddi imkanlara rağmen diabet ve lösemiler artık çocuklarda görülmeye başlamışsa, 20-30 yaşlarındaki genç insanlar meme ve prostat kanseri oluyorlarsa, 72 milyonluk ülkemizde 66 milyon hastadan (bunun % 43'ü kronik hastalıktır) bahsediliyorsa halkın, bundan böyle modern tıbba artık güveni kalmayacak demektir.
Mevcut alternatif tıp uygulamaları, deneyimlere dayalı olarak gelişmektedirler. Doktorların bu alanı dışlaması, ne yazık ki analiz yapma yeteneğinden yoksun insanların bu işle ilgilenmesine vesile oldu.
Ancak bununda müsebbihi modern tıpçıların dışlayıcı tavırlarıdır. Son zamanlarda halkın alternatif tıbba gösterdiği ilgi artışı, alternatif tedavilerin başarısının ispatlanmasından ziyade, modern tıbbın başarısızlığının uğrattığı hayal kırıklığının bir sonucudur.
Ancak bu ilgi ila-nihaye böyle devam edecek değildir. Bu ilginin devam etmesi isteniyorsa, hasta veya hastalıkların iyileştirilmesinde fayda sağlamak isteniyorsa, alternatif tıp uygulayıcıları da kendilerine çeki düzen vermeleri, modern tıpçılarla kavga etmeyi bırakmaları ve rantı amaçlamamaları gerekiyor. Böyle davranıldığında halkın alternatif tedavilerine güveni daha artacak, akademik ve resmi kurumların dikkati çekilecek, böylece alternatif tıp uygulayıcılarına yeterli eğitim ve sertifika verecek kurumaların oluşmasına yol açılacaktır. Kabul edilmelidir ki mevcut, alternatif tıp kurumları da, halkın beklentilerinin tamamı ile karşılayamamakta ve çok yavaş bir gelişim-değişim seyri takip etmektedir.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; tıbbi alan dışındaki diğer bilgi, düşünce ve felsefe alanında da alternatif paradigmalar ortaya çıkmadıkça, sadece sağlık alanında ortaya konulan alternatifler uzun süre yaşayamazlar. Yani eğitim, kültür, hukuk vs. de de alternatifler ortaya konuldukça "alternatif tıbbın geleceği" olacaktır. Resmi sağlık kurumlarımızda artık yalnızca batı tıbbı sendromundan kurtulup biraz da alternatifleri görmesinin bu gelecekte önemli bir payı olacaktır.
Dr.Murat BAŞ
www.drmuratbas.com
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2006 Sağlık Aktüel