24 Aralık 2024
  • Ankara2°C
  • İstanbul9°C
  • Bursa10°C
  • Antalya10°C
  • İzmir13°C

"14 MART VE 15 ŞUBAT TIP BAYRAMI'NIN MİZAHİ TARİHÇESİ"

Av.Bülent Özer

14 Mart 2008 Cuma 03:58

“TÜM HEKİM VE SAĞLIK ÇALIŞANLARININ 14 MART TIP BAYRAMI KUTLU OLSUN” “14 Mart Tıp Bayramının tarihçesini” bilmeyen ya da öğrenmek isteyen hekim adayları veya merak edenler olduğunu düşünerek , gündemde olan “Sağlıkta Geri Dönüşüm Reformu“ çerçevesinde tarihçeyi yeniden ele almak faydalı olacaktır. 14 Mart ve “ 15 Şubat Tıp Bayramı Tarihçesi….

-Aşağıdaki Tarihçede Sadece Bilgilendirme Amacı Vardır-

 

"Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire” adlı tıp okulunun açılış tarihi olan 14 Mart 1827, ülkemizde modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul ediliyor.(Diğer modern tıbba geçiş ise “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” olarak tarihte yerini alacaktır )
 

Tıp Bayramı, ilk kez, 1. Dünya savaşı sonunda, İstanbul’un işgal edildiği günlerde, yabancı işgal kuvvetlerine karşı tıp öğrencilerinin bir tepkisi olarak 1919 yılında kutlandı. Günümüze kadar gelen bu 14 Mart kutlamaları, artık içinde bulunduğu haftayı da kapsayacak şekilde, “Sağlık Haftası” olarak kutlanıyor.(15 Şubat dolayısıyla , 2008 yılının “Sağlık Yılı” olması çeşitli çevrelerce önerilmektedir)

Tıbbın ilk insanla birlikte başladığı söylense de, genelde kabul görmüş olan ilk tıp büyüğü Aesculapius’dur. (İkincisi bilinmemektedir !)Kendisinden ilk kez İlyada’da Homeros bahsetmiştir: “Çağır Asklepios oğlunu, kusursuz hekimi” demektedir. Önce Zeus’un gazabıyla yıldırım çarpmasıyla öldürülen Asklepios daha sonra yine Zeus tarafından tıp tanrısı olarak ilan edilir. Tıp amblemlerinde yer eden, temeli doğu kültürüne dayanan ve tarihi M.Ö. lere uzanan yılan figürü de, Asklepios ve O’nun asası ile bütünleşmiştir. Hatta Asklepios sözcüğünün grekçe “Askalabos” sözcüğünden geldiği söylenir ki, bu da yılan anlamına gelir. Ve Asklepios’un şifa veren gücünü yılandan aldığı, halkın da adaklarını Asklepios’a değil de bu yılana sunduğu söylenir. Öyle ya da böyle, yılanlı asası ile Asklepios tıp tarihinin önemli dönemeçlerinden birini tutan bir sembol olarak yerini almıştır.

(Elleri ve ayakları olmamasına rağmen çok hızlı hareket edebilir, birden ortaya çıkıp (M.Ö.2003), birden gözden kaybolabilir (M.Ö.2008), toprağın altında, üstünde ve hatta suda bile yaşayabilir. En önemlisi de öldürücüdür.-bir mitoloji efsanesinden-)

Mitolojiden öte, yaşadığı kesin olarak bilinen ve hizmetleri sonucu tıbbın babası olarak kabul gören ise Hippocrates olmuştur. M.Ö. 460–450 yılları arasında Kos adasında doğan ve babası da doktor olan Hipokrat’ın tıbba katkıları ve getirdiği felsefe dünya tıp çevrelerince hâlâ kabul görür ve bu sebeple birçok ülkede hekimler mezun olurken “Hipokrat Andı” adı altında meslek yemini ederler.(Rahmetle anıyoruz , Allah Rahmet Eylesin , iyi bilirdik kendisini…)

KİŞİLER DEĞİL DE OLAYLAR YÖN VERMİŞ

Ülkemiz tarihine baktığımızda, bütün dünyanın kabul ettiği ve bu kadar eskilere dayanan tıp büyüklerimizin olmadığını görmekteyiz. Türk Doktorunun Bayramı’nda yer eden kişiler değil de olaylar olmuştur. (geri dönüşüm büyük olaydır örneğin ?)
Osmanlı tıbbı 15. ve 16. yüzyıllara kadar İslam tıbbının etkisi altında kalmış. Bu sırada batıda 14. yüzyılda İtalya’da başlayan Rönesans 15. ve 16. yüzyıllarda bütün Avrupa’ya yayılmış. Tıp alanında da birçok buluş ve ilerlemeler kaydedilmiş. Osmanlı’da ise 17. yüzyıldan itibaren her sahada ortaya çıkan bozulmalar tıp eğitiminde de kendini göstermiş ve tıp medreseleri eskisi kadar yeni bilgilerle donatılmış hekimler yetiştiremez olmuş.( Türkiye’nin şu anda Avrupa ülkelerine kıyasla hekim sayısı hakikaten çok düşük. Almanya’da 300 bin hekim var ve nüfusu bizim kadar, bizde onların üçte biri kadar, 100 bin hekimimiz var. Bu nedenle hekimlerimizi tasarruflu kullanmak zorundayız.25.02.2008-Sağlık Aktuel)

 

Ayrıca batıda yazılan Latince, İtalyanca, Almanca tıp kitaplarını hekimler takip edememişler,

 

 

(sürekli yasaları , tasarıları , yönetmelikleri ,tebliğ , tüzük , yönerge , genelge v.s , v.s’ leri takip etmek zorunda kalmış olmalarından olsa gerek,)

 

O tarihlerde çok sık kanun ve yönetmelik değişikliği yapılmakta ve başlatılan projeler ve uygulamalar yönetimlerce çok sık değişmekte idi ,milyonlarca akçe yatırım yapmış“hususi hastaneler” ve kazanılmış haklarını korumak isteyen diğer “hususi dal , tıp ve muayenehane” sahibi hekimler bu sebeple yabacı dil öğrenme fırsatı yakalayamamış ve tıp kitaplarını takip edememişlerdir, günümüz teknolojisi ve kanunlarımızdaki devamlılık ve güven ilkeleri doğrultusunda böyle bir durum olması mümkün olmadığından tıp bayramına ne zorluklarla gelindiğini bilmek gerekir.)

 

dil bilen hekim sayısının az olması,

 

(dil bilinmemesi ne kadar kötü bir şey , tabiî ki bu durum o tarihler için geçerli bir durum , zamanımızda böyle bir sıkıntı Allahtan yoktur ! 1219 Sayılı Kanunun tüm maddelerini herkes , hekim olmasına gerek bile olmadan rahatlıkla anlamaktadır.)

 

( örnek vermek gerekirse ;

Madde 9: İhtisas vesikalarının sureti ahzı ve bu hususta mer ’i olması lazım gelen kavait işbu kanunun tarihi meriyetinden sonra Sıhhiye ve Muaveneti İçtimaiye Vekaletince tanzim edilecek bir nizamname ile tayin olunur. )

 

(gibi basit bir maddeyi zamanımızda herkes rahatlıkla anlamaktadır. )

 

Matbaanın Osmanlı’ya geç giriş ve kitap basmanın 1729’da başlamasından dolayı kitaplar tercüme edilmemiş ve yeterince basılamamış. Az sayıda bazı Osmanlı hekimleri ve bilim adamları kendi çabaları ile dil öğrenerek bu yenilikleri takip etmişler ve bu bilgileri de katarak kendi kitaplarını yazmışlar. Ama bu bilgileri yine de hekim adaylarına yeterince iletememişlerdir.(internet ve msn’in kıymetini bilmeliyiz.)
19. yüzyıla geldiğinde durum tıp eğitimi açısından pek iç açıcı değilmiş. Tıp medreseleri eski parlak dönemlerini kaybetmiş, hatta bazıları kapanmış. Bu arada ortalığı azınlıklardan ve Avrupa’dan gelen, yabancı hekimler sarmış.

(Yabancıların çalışması konusunda da AB ile uyumsuzluklar var. AB Tıp Komitesi'nin verdiği 'tam yetki'yi alan hekimler 25 ülkede çalışma, iş yeri açma hakkını kazanacak. Ancak Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun da sadece Türk vatandaşı doktorların Türkiye'de çalışmasına olanak veriyor.TAV-26.03.2006)

Mütabbib (tabip olmayan sahte hekim) hekimler serbest hekimlik yaparak, orduda da görev alarak birçok insanın ölümüne sebep olmuşlar. Bunların önlenmesi için birçok ferman çıkarılmışsa da engel olunamamış. Çünkü yeterli tıp eğitimi verilmediği gibi yeterli sayıda hekim yetiştirilemiyormuş.

14 MART 1827’DE TIP OKULU AÇILDI

Bizde tıp bayramının ne zaman kutlanacağı, ya da hangi tarihle ilişkilendirilmesi gerektiği sorusu ancak yakın tarihimizde cevap bulabilmiş. Sultan II. Mahmut’un yenilikçi hareketleri sonucu, hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin de katkılarıyla batılı anlamda ilk tıp mektebi olan, Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire 14 Mart 1827 Çarşamba günü Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı Konağı’nda kurulmuş. Bu şekilde, tıp tarihimizde 14 Mart yerini almış Aynı bina içinde; Tıphane ve Cerrahhane eğitimlerini ayrı ayrı yapıyormuş.

(-Yıl 2008- Bina durumu MADDE 12 – (1) Tıp merkezleri, ahşap olmamak kaydıyla, …müstakil binalarda kurulur ; (4)..açılmış sağlık kuruluşlarına tıbbi hizmet birimi, teknoloji yoğunluklu tıbbi cihaz ve sağlık çalışanı ilavesi yapılmak istenilmesi halinde, bu Yönetmelik hükümleri uygulanır.) (denmekle birlikte , “tarihçede geçen aynı bina içinde yapılan eğitim” ile bu örneğin hiçbir ilgisi yoktur , ne alakası varsa anlamadım.)

Tıp eğitimi o yıllar batıda olduğu gibi dört yılmış, son sınıfta hocalar tarafından( MADDE 5.- “d) Kısmi statüde görev yapmakta olan 657 sayılı Kanunun 36 ncı maddesinin (III) numaralı bendindeki sağlık hizmetleri sınıfında (hayvan sağlığı hariç) sayılan meslek unvanlı profesör ve doçentler, özel kanunlarla belirlenen görevler ile araştırma-geliştirme faaliyetleri ve telif hakları hariç olmak üzere, yükseköğretim kurumlarından başka yerlerde ücretli veya ücretsiz hiçbir suretle mesleklerini icra edemezler.”) usta ve yetenekli olanlar tesbit edilerek sınava alınır ve başarılı olanlar askeri hastanelere veya ordunun tabur alaylarına muavin tabip unvanı ile tayin ediliyorlarmış.(MAD­DE 7.- “Gülhane Askerî Tıp Akademisindeki öğretim elemanlarının haftalık çalışma süresi 40 saattir. Öğretim elemanları, mesailerini kurumlarındaki çalışmalara hasrederler. Yetkili olan öğretim elemanları, gerektiğinde hasta muayenesi ve tedavisi de yaparlar.”) Orada bir hekimin gözetiminde birkaç sene çalışıp deneyim kazandıktan sonra da serbest hekim oluyorlarmış. (ne kadar saçma imiş)
Tıphane-i Amire 1839’da Galatasaray’ya taşınmış. Bu okula Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane adı verilmiş.
Bu okulun 17 Şubat 1839’da açılışı Sultan II. Mahmut tarafından yapılmış ve eğitiminde yeni düzenlemeler getirilmiş. Eğitim dili Fransızca olmuş ve öğrenci alınmaya başlanmış. Eğitim dilinin Fransızca olması zamanla hekim sayısında azalmaya yol açmış
(Tam Gün Yasa Taslağı MADDE 9. “Bir tabibin, ikametgâhı müstesna olmak üzere müteaddit yerlerde muayenehane açarak icrayı sanat etmesi ve muayenehane açan tabibin başka bir sağlık kuruluşunda meslek icrasında bulunması memnudur.”

(hekim sayısında azalma, bu durum çok ilginçtir ve ,günümüzde de bu durumun ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir , tıp eğitiminde latince’nin ağırlıklı olması hekim sayısının azalmasına sebebiyet verebilir , tarihten ders alınarak , tıp eğitiminde Latince’yi tamamen kaldırmak hekim sayısındaki azalmayı ortadan kaldırabilir ve tam gün yada yönetmelik gibi uygulamalara gerek kalmayabilir , bunu dikkate almak gerek , yoksa neden hekim yetmesin?)

Nitekim 1867 yılında Türkçe tıp eğitimi yapan Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye (Sivil Tıp Mektebi) açılmış. 1870 yılında da askeri tıp okulunda dersler Türkçeleşmiş.(Görüldüğü gibi 1867 yılında bile tıbbiye eğitimi Türkçe , bu sıkıntıların kaynağı ve bu duruma gelinmesinin tek sebebi Latince ağırlıklı eğitimdir ,tarihten ders çıkarmak gerek , o tarihlerde eğitimin Fransızca olması hekim sayısında azalmaya sebep olmuştur )

1878 yılında şimdiki Sirkeci Tren İstasyonu yanındaki Demirkapı Askeri Kışlası’na taşınmış. 1894 yılında Sultan II. Abdülhamit’in emriyle Haydarpaşa’daki Tıbbiye Binası inşa edilmeye başlanmış. Bu görkemli binaya 6 Kasım 1903’te taşınılmış. Önce Askeri Tıbbiye sonra, Sivil Tıbbiye taşınmış ve 1909 yılında iki mektep birleştirerek Darülfünun Tıp Fakültesi olmuş.

İLK KUTLAMA 1919’DA
İlk tıp bayramı 14 Mart 1919’da, işgal altındaki İstanbul’da, tıp öğrencileri tarafından kutlanmış , Tepkilerini ( bu tıpçılar hep tepkililer zaten , nedense ? ) bu şekilde dile getirmeye çalışan öğrencilerin bu törenine Dr.Fevzi Paşa, Dr.Besim Ömer Paşa, Dr.Akil Muhtar (Özden) gibi dönemin ünlü hocaları da katılmış.
1933’de “Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane” İstanbul Üniversitesi’ne dâhil olmuş. Peşinden de 1945’te Ankara Tıp Fakültesi, 1954’te Ege Tıp Fakültesi kurulmuş. Derken bugünlere gelinmiş...bu günlerden de ileriye gidilecektir…

 

Yüce önder Atatürk: Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!


Tarihçenin hekimlerimize ve sağlık çalışanlarına faydalı olması dileğiyle , nice mutlu 14 Mart tıp bayramlarına… “bayramınız kutlu olsun” saygılarımla ;

 

 

 

Av.Bülent Özer

İlkiz Sokak No : 12 / 4 Sıhhiye / Ankara

Tel : 0312 230 61 99

Faks : 0312 230 71 99

Cep : 0535 260 61 97

www.bulentozer.av.tr

 

 
 
Yorumlar