28 Kasım 2024
  • Ankara3°C
  • İstanbul9°C
  • Bursa6°C
  • Antalya9°C
  • İzmir6°C

TIP EĞİTİMİNDE DARBOĞAZ (2) BİR CERRAHIN AMELİYAT YAPMASI NASIL YASAKLANIR?

Hayatınızı kalp hastalıkları üzerine çalışarak geçirmiş bir kardiyoloji profesörü olduğunuzu düşünün bir an için.

Tıp eğitiminde darboğaz (2) bir cerrahın ameliyat yapması nasıl yasaklanır?

27 Şubat 2013 Çarşamba 09:18

Sedat Ergin'in yazısı;

Saat sabah 09.00 ile akşam 17.00 arasındaki bölümünü üniversitede geçiriyor, daha sonra da muayenehanenizde hasta kabul ediyorsunuz.

Ancak özel muayenehaneniz olduğu için üniversitedeki eğitmenlik faaliyetiniz sınırlı olmak zorunda. Öğrencilerinize kardiyolojiyi, örneğin tıkalı bir damarın balonla nasıl açılacağını yalnızca teorik olarak anlatabilirsiniz. Kardiyoloji ihtisası yapan bir öğrenciye uygulamalı olarak bir anjiyonun nasıl yapıldığını gösterebilmeniz mümkün değildir. Çünkü yasak.

* * *

Bu garip durumun gerisinde Anayasa Mahkemesi’nin 2010 yılı temmuz ayında Tam Gün Yasası’nın üniversite hocalarının dışarıda hasta görmelerini yasaklayan 3’üncü maddesini iptal etmesi üzerine hükümetin getirdiği bir düzenleme yatıyor. Hükümet, 26 Ağustos 2011 tarihinde “Madem öyle...” zihniyetiyle çıkarttığı 650 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile dışarıda mesai yapan üniversite hocalarının tıp fakültelerindeki çalışmalarına çok ciddi sınırlamalar getirmiştir.

İlginçtir ki, Anayasa Mahkemesi geçen temmuz ayında bu kararnamenin ilgili maddesini de iptal etmiş, ancak konunun yasayla düzenlemesi için hükümete süre tanımıştır. Bu süre haziran ayının ilk haftasında doluyor. 

Söz konusu kararname, tıp fakültelerindeki hocaları fiilen iki kategoriye ayırıyor. Birinci grupta dışarıda çalışmayan, sınırlı bir maaş karşılığında bütün mesaisini üniversiteye ayıran hocalar var. Bu gruptakiler faaliyetlerini “tam yetkiyle” yürütüyor. Hasta görüp, her türlü tıbbi girişimde bulunabiliyorlar. En önemlisi, bütün bu çalışmalarını öğrencilerle, özellikle de ihtisas yapan asistanlarla birlikte yürütebiliyorlar.

İkinci grupta üniversitede çalışan ancak dışarıda muayenehanesi olan ya da özel hastanede ek iş yapan “iki şapkalı” hocalar var. Onların üniversitede yapabildiği yalnızca iki tür çalışma var: öğrenciye ve asistanlara teorik ders anlatmak ve -hastayla temas içermeden- araştırma yapabilmek... Hasta göremiyorlar, tanı koyamıyorlar, reçete yazamıyorlar, ameliyata giremiyorlar. Sonuçta özellikle büyük kentlerdeki tıp fakültelerinin önemli bir bölümünün öğretim üyesi envanterinde bu tür bir ikili yapının ortaya çıktığını söylemek mümkün. Örneğin, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ndeki profesörlerin 167’si dışarıda da çalışan sınırlı yetkili, 157’si ise tam yetkili hoca statüsündedir. Rektör Prof. Murat Tuncer’den aldığım bilgiye göre, Ankara’daki Hacettepe Üniversitesi’nde de benzer bir “yarı yarıya” tablo söz konusu.

* * *

Tıp, iktisat tarihi gibi yalnızca kürsüden anlatılarak öğretilebilecek bir bilim dalı olsaydı mesele yoktu. Ama tıp gibi öğretilmesi büyük ölçüde uygulama ve tecrübe paylaşımına dayalı bir alanda bazı hocaların akademik faaliyetinin yalnızca “teorik eğitim” vermekle sınırlanması ciddi bir israf olarak görülebilir. En basitinden, tıp eğitiminde var olan nitelikli insan sermayesinden istifade edilmemiş olunuyor.

Tıp eğitimi usta-çırak ilişkisine dayanıyor. Bunun için 6 yıllık temel tıp eğitimi dönemindeki klinik eğitimler, ama özellikle de mezuniyet sonrasındaki uzmanlık eğitimi sırasında öğrenci-asistan ile hoca arasında bire bir ilişki kurulması gerekiyor. Uzmanlığı kalp cerrahisi olan bir öğretim üyesi, bir baypas ameliyatının nasıl yapılacağı konusundaki tecrübesini asistanına ancak ameliyat masasında göstererek aktarabilir. 

* * *

Buradaki sorun yalnızca eğitimle sınırlı değildir. Bu kategorideki hocaların hasta ile teması da yasak olduğu için bilimsel araştırma yapabilme imkânları da önemli ölçüde ortadan kalkmış oluyor.

Ve gözlenen çok ciddi bir sorun daha var. Üniversitelerin uygulamalarında farklılıklar söz konusu. Bazı tıp fakülteleri kararnameyi katı bir şekilde uygularken, pekâlâ hocaların ameliyatlara girmelerine göz yumulduğu durumlara da rastlanabiliyor. Bu durumda SGK’ya yapılan bildirimde hocanın değil, çoğunluk yanındaki asistanın adı yazılıyor.

Türk Tabipler Birliği Başkanı Prof. Özdemir Aktan, “Bizce bu sakıncalı bir uygulama. Meslektaşlarımıza her vesileyle bunu yapmamalarını tavsiye ediyoruz. Birinci nedeni, SGK’ya başkasının adının bildirilmesi sahtecilik anlamına geliyor. İkincisi, ameliyat sonrası bir komplikasyonla karşılaşıldığında ve iş yargıya gittiğinde cerrah suçlu duruma düşecek olmasıdır. Bu durumda zorunlu mesleki sorumluluk sigortası da işlemeyecektir” diye konuşuyor.

Sonuçta nereden bakarsanız bakın, kararnamenin yol açtığı mahzurlar ve karışıklıklar hedeflenen yararların fazlasıyla üstüne çıkmış bulunuyor. Konuyu tartışmaya devam edeceğiz.

Sedat Ergin / Hürriyet

Kaynak: Haber Kaynağı
Yorumlar
    SON DAKİKA