25 Kasım 2024
  • Ankara-3°C
  • İstanbul3°C
  • Bursa1°C
  • Antalya7°C
  • İzmir4°C

ACİL SERVIS'E ACİL YARDIM LAZIM!

Acilde neler oluyor, acil nasıl işliyor ve burada çalışan insanlar her gün nasıl bir psikolojide işlerini yapmaya çalışıyor. Acildeki doktorların en büyük ikinci sorunu ...

Acil servıs'e acil yardım lazım!

22 Nisan 2012 Pazar 11:44

Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde günde 700 hastanın geçtiği acil serviste 5 doktor, kesintisiz 12 saat çalışıyor. “Delirmeden nasıl devam edebiliyorsunuz, lastik patlamıyor mu?” diye sorduğumda doktorlar şu yanıtı veriyor: “Tükenmişlik sendromu hepimizde var. Zaman zaman arıza veriyoruz. Özel olarak eğitilmiş insanların profesyonel desteğine ihtiyaç duyuyoruz.”

Tıp yazarı değilim, uzman değilim, doktorların, hastabakıcı ve hemşirelerin sorunları hakkında pek bilgim de yok. Benim burada bulunma sebebim anlamak. Acilde neler oluyor, acil nasıl işliyor ve burada çalışan insanlar her gün nasıl bir psikolojide işlerini yapmaya çalışıyor. Dr. Korkut Bozan ve Dr. Oya Güven ile konuşuyorum. Onlar binlerce acil servis doktorundan ikisi. Onlarla sohbet ediyor diğer yandan da etrafta dolanıyorum. Resmiyeti bir kenara bırakıp onlardan Korkut ve Oya diye bahsedeyim de rahat rahat konuşalım. Bakın acil şöyle bir yer.
Ellerinde kağıtlarla dolanan hasta yakınları, yataklarda kimbilir hangi nedenden acile düşmüş hastalar, koşuşturan hemşireler, sirenlerle gelen ambulanstan inen sedye içeri alınırken sağlık görevlilerinden telaşla bilgi alan doktorlar...

Burası bir savaş alanı
Ve kokular...

İlaç kokuları, insan kokuları, hastalık kokuları... Kapı önünde sigara üstüne sigara içen endişeli insanları da ekleyin. Böyle bir tablo. Haydarpaşa Numune Hastanesi acilindeyim. Türkiye’deki binlerce acilden sadece biri. Ve burası bir savaş alanı. Beş doktorun 12 saatlik kesintisiz vardiyalarla günde 700 hastaya baktığı, her an hareketli, yaşamla ölümün iç içe olduğu bir yer. Yaşamla ölüm arasındaki kapı gibi.
Eminim usta bir sanatçı yaşamla ölüm arasındaki kapının epik, yüce, kutsal ve ne bileyim son derece estetik bir tasvirini çok daha farklı cümlelerle yapar, farklı hayal ederdi. Oysa burası gerçek. Hiç estetik falan değil. Karmakarışık, kaotik, sıradan, görkemsiz. Ölmek için de yaşamak için de pek tercih edeceğiniz bir yer değil. “Düşmek” deniyor. “Acile düşmek”, doktorların tabiriyle. Doktorların da hastaların da “düşmüş” kabul edildiği bu garip yerde her gün mucizeler gerçekleşiyor ama...

İnsan sevdiğini öldürür!
Savaş alanı dedim ama burada en büyük savaş yaşamla ölüm arasında değil doktorlarla hasta yakınları arasında sanki son dönemde. Bunu söyleyen Korkut. “Hasta yakınları olmasa daha fazla hasta kurtarabilir, işimizi yapabiliriz. Çoğu zaman bir iki dakikalık gecikme bir hastanın hayatına maloluyor ve biz bu değerli zamanı hasta yakınlarıyla tartışarak geçirebiliyoruz.” İnsan sevdiğini öldürür lafı Türkiye’de daha bir doğru sanki.

“Hastaları için en iyisini istiyorlar elbette ama işimizi engelliyorlar. Bütün enerjimizi onlar alıyor. Yorgunluğumuzun en önemli kısmı bu” diyorlar. “Bize güvenmiyor ve saygı duymuyorlar” diyor Oya. Darp görmüş ve dava açmış. Sonucu hâlâ belli değil. Bunda Başbakan’ın son dönemdeki açıklamalarının da etkili olduğunu düşünüyorlar. “Doktor efendi dönemi bitti” ya da “Doktorun eli hastanın cebinde” diye açıklama yapmak ve birbirine düşmanmış gibi duran iki taraf yaratmak ne hastaların işine yarıyor ne doktorların.

Güvenlik görevlileri sorunu
Acildeki doktorların en büyük ikinci sorunu güvenlik. Daha doğrusu güvenlik görevlileri. “Hiçbiri profesyonel değil. Eğitimsiz, tecrübesiz insanlar ve hasta yakınlarıyla nasıl konuşacaklarını bilmiyorlar. Zaten acilde güvenlik olmak yeni başlayanların ve acemilerin yaptığı bir şey. Bir süre sonra ne yapıp edip daha sakin bir bölüme aldırıyorlar kendilerini. Hasta yakınına güven vermek, onun üzerinde tavırlarıyla bir otorite oluşturmak yerine hemen itiş kakışa giriyorlar. Ya kaçıyorlar ya da tekme tokat giriyorlar” diye anlatıyorlar.

Buradan sağ çıkmak mucize
“Hasta yakınları giremez” yazan ve en acil hastaların getirildiği, hayati müdahalelerin yapıldığı kırmızı odanın içinde hastadan çok hasta yakını var. Kimsenin kimseyi taktığı yok. Benim gördüğüm bu. Buradan sağ çıkmak cidden mucize...
Kırmızı oda bir acil servisin kalbi. Korkut “İşte insanlar burada ölüyor” diye anlatıyor, kayıtsız bir şekilde. Günde 700 hastanın geçtiği bir servisteki beş doktordan biriyseniz ve 12 saatlik kesintisiz vardiyalarla dört buçuk yıldır burada çalışıyorsanız yaşam ve ölüm hakkında konuşmak kolaylaşıyor.

Lastik patlamıyor mu?
“Nasıl başarıyorsunuz?”diye soruyorum. “Delirmeden nasıl devam edebiliyorsunuz, lastik patlamıyor mu?”
“Tükenmişlik sendromu hepmizde var. Aşırı yüklenmeden zaman zaman arıza veriyoruz” diyorlar. “Psikolojik yardıma ihtiyacımız var. Bize yardımcı olmak için özel olarak eğitilmiş insanların profesyonel desteğine ihtiyacımız duyuyoruz.”

Evlenmeye fırsat olmadı ki
“Vardiya bitince ne yapıyorsun” diye soruyorum. “Tek düşündüğüm eve gidip hiçbir şey yapmadan durmak” diyor Korkut. “Bazen annem arıyor, telefonu sessize alıyorum, sonra bana bozuluyor. Dert dinlemek istemiyorsun. Kimin derdi olursa olsun. Karın, çocuğun da dahil.” Korkut 32 yaşında ve bekar. Kız arkadaşı da doktor ve pek görüşemiyorlarmış. “Bu yüzden evlenemedik daha” diyor, “Fırsat olmadı ki...” Beyaz önlüğü gören muhakkak bir şey soruyor. “Nöroloji nerde, babamın nabzı yavaşladı bir baksanız, ortopedide kimse yok mu, doktor bey serum takmayacak mısınız, doktor bey insülin yapmayacak mısınız, doktor bey kırmızı odadan çağırıyorlar, doktor bey, doktor bey...”

‘Bakmıyorlar ki hastamıza...’
Oya gitmem lazım dedi ve işinin başına döndü. Korkut bu ara rotasyonda olduğundan daha müsait, onunla devam ettik. Bir süre sonra acili dolaşırken Oya nerede diye merak ettik. Serum bağlı bir hastanın yanındaymış iki dakika önce. Hasta yakınlarına sorunca hemen söylenmeye başladılar; “Kimbilir nereye gitti, yok oldu ortadan, bakmıyorlar bizim hastamıza...” Merak ettim hakikaten Oya nerede acaba?
Oya kırmızı odada. O sırada damar açıyor. Kırmızı odaya gelen bir vaka var. Durum kritik koldaki damarlardan ilaç takviyesi yetersiz kalıyor, kasıktan, göğüs ya da boyundan daha büyük bir damara girmek lazım.
Yani Oya ölüm tehlikesi olan bir hastanın başında. Acilde en kritik durumdaki hasta neredeyse doktorlar önceliği ona veriyor. Ellerinde ne varsa bırakıp en acil hastaya koşuyorlar.

Acil olmayan acile gelmemeli
İşte bir diğer önemli sorun da bu. Durumu acil olmayan acil hastaları. “Ben daha hasta karşıdan gelirken yürüyüşünden reçeteyi yazmaya başlıyorum nezle bu diye” anlatıyor Korkut. “Şaka bir yana ciddi durumdaki hastayla kendi kendine evham yapan hastayı birbirinden ayırabiliyoruz. Acile gelen hastaların büyük kısmı aslında polikliniklere gitmesi gereken hastalar. Yaşam tehlikesi olan hastalar yerine grip olan, beli ağrıyan, kolu ağrıyan insanlar geliyor. Böbrek ağrısı fenadır ama öldürmez” diyor Korkut, “Ben ölüm tehlikesi olan hastayı düşünmeliyim öncelikle. Ve durumu gerçekten acil olmayan hastaların da acile gelmesi gerçekten ağır durumdakilere ayırdığımız zamanı azaltıyor.”

‘Hiç, gittin geldin’
Ne ara yemek yiyorsunuz diye soruyorum. Yemek diye bir şey yok. Biri gider 15 dakikada yer gelir. Sonra diğeri gider. Tabii o sırada hasta varsa akşama kadar yeme içme diye bir şey yoktur. Zaten aklına da gelmez.
“İyi güzel de” diyorum, “Neden bu branşı seçtiniz bile bile?”
“İnsanları hayata döndürmeyi seviyoruz. Bütün yorgunluk geçiyor, o tatmin hissi başka hiçbir şeyde yok” diyorlar. Korkut’un “ex” olan bir hastası müdahalelerin ardından bir dakika sonra kendine gelince “N’oldu bana” diye sormuş. “Hiç, gittin geldin” demiş Korkut.

“Onu geri getirmenin verdiği mutluluk hissi bana yeter” diyor. Sanırım herkesin kolay kolay anlayamayacağı, yapmaya da çok cesaret edemeyeceği bir iş onlarınki.
Acilde durum bu...

MEHMET TEZ

Kaynak: Haber Kaynağı
Yorumlar
SON DAKİKA