Ülkemizde 2005 yılında pilot olarak başlatılan aile hekimliği uygulaması 2010 yılının Haziran ayında Konya'da başladığında her birimiz Sağlık Bakanlığı’na bağlı değişik iş yerlerinde çalışmaktaydık.
Genel olarak sağlık çalışanları ve özellikle de hekimler arasında bir memnuniyetsizlik söz konusuydu. Aile hekimliği uygulaması "altın tepside" önümüze konduğunda doğal olarak pratisyen hekimler olarak sisteme girmek için adeta birbirimizle yarıştık. O güne kadar kısa süreliğine, geçici görevle dahi olsa gitmemek için kavga çıkardığımız en ücra köşeler bile lüks bir otelin balo salonundaki yerleştirmede kapışıldı.
Bazılarımız balayının biteceğini, aile hekimliğinin geleceğinin karanlık olduğunu dillendirse de "hem ağlarım hem giderim" misali torbaya elimizi daldırmakta tereddüt etmedik. Nitekim o günden beri çıkan her yönetmelik, her geçen gün aleyhimize işledi. Önce gelirlerimiz tırpanlandı, sonra görevlerimiz artırıldı, kimi angaryaları üstlenmek zorunda kaldık. Bazen deve olduk bazen kuş. Hiç bir sigortalıya/ kamu görevlisine uygulanmayan özel işlemler bizim üzerimizde denendi.
Bütün bunlara rağmen görevimize dört elle sarıldık. Bizden beklenen sorumlulukları layıkıyla yerine getirmek için çaba sarf ettik. Başarılı da olduk. İzlemediğimiz gebe, bebek, çocuk bırakmadık. Aşı oranlarımız Avrupa ülkelerinin bile üstüne çıktı. Hekimi ve sağlık hizmetini hastanın ayağına götürdük. Bize gelemeyeni biz evinde ziyaret ettik. Vatandaş memnuniyetini %85’lerin üzerine çıkardık. Zaten birincil amaçta bu değil miydi?
Ancak bu işte bir plansızlık söz konusuydu. 112’lerin, verem savaş dispanserlerinin, hastane acil servislerinin olmazsa olmaz emekçileri pratisyen hekimler aile hekimliği uygulamasını tercih edince yerlerinin kimlerle, nasıl doldurulacağı hesaplanmamıştı. Acil servislere yıllarını veren pratisyenlere en az aile hekimleri kadar ücret ödenmesi gerekliliği düşünülmemişti. Kervan yolda düzülür mantığıyla yola çıkılmış ancak özellikle hastane ayağında işler sarpa sarmıştı.
Aksayan acil nöbetleri daha önce diğer pek çok alanda olduğu gibi metazori olarak aile hekimlerine yıkılmak istendiğinde ortalık ayağa kalktı. Dernekler acil nöbetlerinin aile hekimlerine tutturulamayacağına yönelik türlü girişimlerde bulundular, mahkemelere davalar açıldı.
Bazı meslektaşlarımız haklı olarak hiç acil deneyimleri olmadığını, acilde nöbet tutmak için gerekli olan hizmet içi eğitimleri almadıklarından bahsettiler. Bazıları ise haftalık çalışma saatlerinin 40 saatin üzerine çıkmasının tüm ulusal ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğundan. Çoğu hakkını helal etmedi. Kimileri nöbet uygulamasının aile hekimliğinin iflas ettiğinin bir göstergesi olduğunu, kimileri angaryanın anayasal suç olduğunu, kimileri ise ZMSS’nin acilleri kapsamadığını, döner sermayeden pay alınamayacağını, farklı kurumlara mensup kişilerin tutacağı nöbetlerin sakıncalarını ispatlamaya çalıştılar.
Oysa her problemin bir de çözümü vardı. İşte çözüm bu gün TSM tarafından iletilen mail ile geldi. "NÖBET BAŞI 450 TL'YE GÜNLERİNİ KENDİLERİ PLANLAMAK ÜZERE NÖBET TUTACAK DOKTOR ARANIYOR. İLGİLENENLERİN İDARİ MALİ İŞLER ŞUBE MÜDÜRÜ FALANCA BEYLE İRTİBATA GEÇMELERİ DUYURULUR."
Şimdi ben ne diyeyim?
Sorun da biziz, çözüm de biziz. O zaman yorumlamak da bize düşer. Buyurun yorumlayın.
SON SÖZ:
Her gün bir yerden göçmek ne iyi!
Her gün bir yere konmak ne güzel!
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş!
Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım. Hz. Mevlana
Saygılarımla
Dr. Kemalettin Şahin
Aile Hekimi