Kaliteli yaşamın dört kuralı...
Dengeli ve yeterli beslenmeden kastınız nedir?
Doğanın bize sunduğu her şeyi yiyeceğiz. İster kilo denetiminde olsun, ister kaliteli yaşamda olsun “asla şunlar olmayacak, bunlar olmayacak” gibi yanlışlıklar yapmayacağız. Üç ana öğünü asla atlamayacağız. Ne kadar sık yersek, ne kadar şeker düşmesini engelleyebilirsek o kadar iyi. Organizmamız, genetik şifremiz buna göre ayarlanmış. Kimse bunu değiştirme lüksüne sahip değil. Yedikten 2.5 saat sonra vücudun ihtiyacı olan doğru besini içeri sokmadıysak, şeker düşmesinden kaynaklanacak kilo artışı ve sağlık bozukluklarına karşı kapımızı ardına kadar açmış oluruz. Burada önemli olan daha az yağlı ürünleri tercih etmemiz. Doymuş veya doymamış yağlar var. Gözümüzle görmediğimiz yağlar var. En azından gözümüzle gördüğümüz yağları doğru tercih yapabilirsek, sınırı istediğimiz oranlarda koyabilirsek idealini bulmuş oluruz. İkinci olay glisemi oranı düşük yiyecekleri, yani karbonhidratları ön plana çıkarmamız gerekir. Glisemik şekeri düşük karbonhidratlar var. Bir de şekeri az olan karbonhidratlar var. 19’ncu yüzyıla baktığımız zaman pirincin kabuğu çıkarılmamıştı ve beyazlatılmamıştı. Un beyazlatılmamıştı. 20’nci yüzyıla geldiğimiz zaman pirincin kabuğunu çıkardık, unu beyazlattık. Doğasını bozduk. 20’nci yüzyılın sonralarına geldiğimiz zaman obezite çığ gibi büyüdüğünde “biz niye böyle yaptık” diye hayıflanmaya başladık. Besin öğelerinin doğallığını asla bozmamız gerekir. Şimdilerde yeniden kepekli pirinç, esmer undan yapılmış ürünlere dönüş yaptık. 21’nci yüzyılda en büyük tehlike şeker. Şeker 19’ncu yüzyılda sadece pancardan elde ediliyordu. Fazla üretilmediği için ekonomik olarak iyi düzeydeki aileler tarafından tüketiliyordu. Şeker ne zaman kamıştan elde edilmeye başladı, ucuzladı, her eve girdi, şekerden kaynaklanan şişmanlık ve hastalıklar bizleri tehdit etmeye başladı.
Doğanın bize sunduğu her şeyi yiyeceğiz. İster kilo denetiminde olsun, ister kaliteli yaşamda olsun “asla şunlar olmayacak, bunlar olmayacak” gibi yanlışlıklar yapmayacağız. Üç ana öğünü asla atlamayacağız. Ne kadar sık yersek, ne kadar şeker düşmesini engelleyebilirsek o kadar iyi. Organizmamız, genetik şifremiz buna göre ayarlanmış. Kimse bunu değiştirme lüksüne sahip değil. Yedikten 2.5 saat sonra vücudun ihtiyacı olan doğru besini içeri sokmadıysak, şeker düşmesinden kaynaklanacak kilo artışı ve sağlık bozukluklarına karşı kapımızı ardına kadar açmış oluruz. Burada önemli olan daha az yağlı ürünleri tercih etmemiz. Doymuş veya doymamış yağlar var. Gözümüzle görmediğimiz yağlar var. En azından gözümüzle gördüğümüz yağları doğru tercih yapabilirsek, sınırı istediğimiz oranlarda koyabilirsek idealini bulmuş oluruz. İkinci olay glisemi oranı düşük yiyecekleri, yani karbonhidratları ön plana çıkarmamız gerekir. Glisemik şekeri düşük karbonhidratlar var. Bir de şekeri az olan karbonhidratlar var. 19’ncu yüzyıla baktığımız zaman pirincin kabuğu çıkarılmamıştı ve beyazlatılmamıştı. Un beyazlatılmamıştı. 20’nci yüzyıla geldiğimiz zaman pirincin kabuğunu çıkardık, unu beyazlattık. Doğasını bozduk. 20’nci yüzyılın sonralarına geldiğimiz zaman obezite çığ gibi büyüdüğünde “biz niye böyle yaptık” diye hayıflanmaya başladık. Besin öğelerinin doğallığını asla bozmamız gerekir. Şimdilerde yeniden kepekli pirinç, esmer undan yapılmış ürünlere dönüş yaptık. 21’nci yüzyılda en büyük tehlike şeker. Şeker 19’ncu yüzyılda sadece pancardan elde ediliyordu. Fazla üretilmediği için ekonomik olarak iyi düzeydeki aileler tarafından tüketiliyordu. Şeker ne zaman kamıştan elde edilmeye başladı, ucuzladı, her eve girdi, şekerden kaynaklanan şişmanlık ve hastalıklar bizleri tehdit etmeye başladı.
Kaliteli Yaşam Danışmanı Haluk Saçaklı ile her ne kadar yemek konusunda tercihlerini öğrenmek için bir araya geldiysek de, kendisine sağlıklı, kaliteli ve uzun yaşamanın püf noktalarını sormadan da edemedik.
02 Eylül 2010 Perşembe
2 / 11